“Benimle Oynar mısın?” albümüne eşdeğerde bir albüm beklentisi, Bülent Ortaçgil hayranlarının en iflah olmaz beklentilerinden biriydi. Hayranlarının tamamı bir ozan, eşsiz bir yaratıcı kabul eder Ortaçgil’i. Her albümü, albümlerindeki her şarkısı da, elbette vazgeçilmezdir onlar için. Hatta, hayat denilen kazası-belası eksik olmaz yolda, tutunacak bir dal ya da sığınılacak bir kucaktır. Ama yine de, o “Su olsam, ateş olsam/Göklerdeki güneş olsam” ve benzeri, insan için çarpan bir kalbin orta yerinden fırlamış dizelerle dolu o ilk albümün yeri, herkes için ayrı, herkes için başkaydı. Ortaçgil’in yeni/son albümü “Sen”, belki herkes tarafından değil ama çoğu hayran tarafından diyelim, bu ilk albümün hemen yanına (bilemediniz yakınına) yerleştirilecek.
Dünya ahret Superstar’ım Ajda Pekkan’ ı çok sevmekle, çıkardığı her albümün her formatını (hem LP hem kaset ya da hem CD hem diğeri) almakla kalmaz, geçmişte bir şekilde atlamış olduğum herhangi bir 45’ lik kapağının peşine düşmekle yetinmez, Paris’ in bit pazarlarını “Belki haberi memlekete kadar ulaşmayan bir plağı çıkmıştır zamanında” düşüncesi ile hop hop aranmaktan yılmaz yorulmaz; aynı zamanda da, şarkılarını söylediği insanların da peşine düşerdim... Hala da öyleyim...
İlk Eurovision Şarkı Yarışması 1956 yılında yapılıyor. İsviçre’nin Lugano şehrinde yapılan bu yarışmayı, ev sahibi ülkenin şarkıcısı Lys Assia (‘Refrain) kazanıyor. O gün bugün, yarışma aralıksız olarak yapılmakta. Her geçen yıl ile birlikte katılanların sayısı arttı... Almanya ve İsviçre hiç sektirmeden her yıl katılmışlar. Buna rağmen, Almanya bir kere (1982 yılında Nicole ile), İsviçre ise iki kere (1956 yılında Lys Assia ve 1988 yılında Celine Dion ile) kazanabilmiş yarışmayı. Finlandiya 35, Portekiz 34 ve Yunanistan 21 kere katılmış olmalarına rağmen yarışmayı hiç kazanamamışlar. Demek ki, jüri üyeleri bir tek bizim hakkımızı yemiyor. Jürinin, haklarını yemeye meraklı olduğu başka ülkeler de varmış demek ki.
Pop denilen müziğin yerlerde süründüğü bir zamanda, Tarkan gibi bir ultra star’ın ne yapacağı, yoluna nasıl devam edeceği, aklı eren ermeyen herkesin merak ettiği bir şeydi. Hele hele, elde “Metamorfoz” geçir(t)miş bir Tarkan da olunca, merak (hatta kaygı) daha da artıyordu. Yersiz de değildi bu merak ve kaygımız; “patlama” olarak adlandırılmış bir çağın, yani 90’ların en büyük star’ıydı o. Serdar Ortaç, Mustafa Sandal, Kenan Doğulu ve şürekasından başkaydı, çok başka. Ajda Pekkan sonrası görülebilmiş/ortaya çıkabilmiş en büyük pop yıldızımızdı. Seviyorduk onu; kimimiz şu şarkı, kimimiz bu albüm, bir başkamız filanca gelişme nedeniyle de olsa, hepimiz seviyorduk onu. Ve ihtimam gösteriyorduk; şu ya da bu ölçüde ihtimam.
Bu (‘yabancı’ da değil, ‘yerli’, fazlasıyla yerli) kucaktan kaçabilmenin, ya da bu kucağa yapışıp kalmamanın yegane yolu da, dediğimiz gibi, rotası farklı müzisyenlerin-yorumcuların peşinden gitmek, onlara kulak vermekten geçiyor. Bunların başında da Mehmet Güreli geliyor hiç şüphesiz. Hayatı önce kendisi, ardından da (paylaşmayı, paylaşarak büyümeyi-zenginleşmeyi benimsediği için) bizim için bayram yerine çevirenlerden Güreli. Çok şey görmüş geçirmiş biri aynı zamanda; Sartre ve arkadaşlarının altını çizmiş olduğu sıkıntı ve bunalımın ne demek olduğunu da biliyor, postmodern çağın dayattığı “Bir hiçsin, sen bir hiçsin, hiçoğlu hiçsin!” dayatmasını da. Güreli, çok şey görmüş geçirmiş bir müzisyen, hayatı anlamaya çalışmaktan yorgun düşmemiş bir şair.
Nerdeyse bütün dünyanın, ama bilerek (yani kötücüllükten) ama bilmeyerek (yani saflıktan), “Bu olmaz!” dediği bir metodu/sistemi gerçekleştirmişti Açık Radyo; yüzde yüz kolektivist bir sistemi. “Aydın” nitelemesini boydan boya hak eden Ömer Madra’ya verilmişti radyonun sevk ve idaresi ama, geri kalan işlerin (hemen hemen) her adımında; birlikte düşünülüyor, birlikte karar alınıyor, birlikte hareket ediliyordu. İşin özeti, uygulanabileceği her yeri cennetten bir köşeye çevirebilecek bir metod ya da sistemdi bu. Kendi alanında zaten yaptı da bunu; dinleyicilerinin hayatını cennete çeviremediyse dahi, bayram yerine çevirdi.
90’lı dalganın en güzel iki “yüz”ü olan Sibel Tüzün ve Deniz Seki, bu aralar listelerin tepesinde. Sibel Tüzün, tam herkesin “bitti artık” dediği bir dönemde “Kırmızı” ile çıkıp geldi ve çoğu insanın hiç şans vermediği bu albümü ile neredeyse kendisini zorla kabul ettirdi. Deniz Seki ise, yalnızca bir albüm daha yapmak niyeti ile değil, öncesi ve sonrası ile dört başı mamur bir “geçmişe dönüş” projesi üretmek için yola düşmüştü, öyle de yaptı – yapıyor. “Aşkların En Güzeli”, boydan boya bir “cover” albümden çok daha fazlası. 60 ve 70’lerin havasını yeniden ve layıkıyla yaymak için, Deniz Seki dikkatli olmak gerektiğini biliyor, öyle de davranıyor... ş ve “farklı” olanın peşinden
80’li yılların bir hediyesi remix; o yıllarda, müzik, giderek daha çok elektronik ağırlıklı olmaya doğru kayıp, bir süre sonra “new wave” adını alacak olan akıma bağlı gruplar bu eğilimi daha canla – başla sahiplenmeye başlayınca, remix de neredeyse kendiliğinden ve bir mecburiyet halinde ortalığı sarmıştı. Önceleri “maxi version” ya da “extended mix” olarak, yalnızca diskoteklerin işine yarayabilecek (asıl versiyonun bir – iki katı) uzunlukta mix’ler imal edilmesiyle başlayan bu iş, uzun bir zaman böyle devam etti ve normal format olan 45’liğin yanında, piyasaya sürülmüş olan maxi – single’ların üzerinde hem diskoteklere hem de evlere girdi.
“Our Golden Songs” serisini, birkaç yıl önce yayımlamaya başlamıştı Yeşil Giresunlu. Dizinin ilk albümü, en azından açıp da içine bakana kadar bizi şaşırtmadı değil. “Bizim şarkılarımız”dan söz ediliyordu ama albümün hem dışı, hem de içi yabancıydı. Yabancı şarkılarla dolu bir albümün nasıl “bizim” olabildiği kolay anlaşılabiliyordu tabii. Dinledik ve “Evet ya” dedik, “bu şarkıların hepsini biliyoruz biz…” Biliyorduk, çünkü Türkçe versiyonları vardı.
Aklın seslerinden/insanlarından Mazlum Çimen’in firması Çimen Yapım, mükemmel bir albüm daha yayınladı; Cengiz Özdemir ve arkadaşlarının “Madımak” adlı albümünü. Nesimi Çimen’in oğlu Mazlum Çimen, bugüne kadar hep sıra dışı işlere imza attı; babasından gördüklerini, öğrendiklerini aktararak, hatta bunları olabilecek en iyi şekilde yenileyerek, değiştirerek. Müzisyenin oğlu Saki Çimen de, bir “aile mirası” olduğu şüphe götürmez yeteneklerle donatıldığı için, kendi albümünü hazırlamakta şu aralar. Yakın bir zamanda, onun şarkıları da karışacak, eşlik edecek hayatımıza.
Balet Plak, “Our Golden Songs (Originals Of 36 Turkish Hits/1960-2000)” adlı ilginç bir double albüm yayınladı. Albümün adı üstünde-açıklaması altında: 40 yıllık bir zamana yayılmış 36 pop şarkımızın orijinal versiyonları bir araya getirilmiş. O, herkesin sabah uyandığında kendisini bir ‘besteci’ ya da bir ‘şarkı yazarı’ olarak gör(e)mediği yıllarda, (başta İtalyanca ve Fransızca olanlar olmak üzere) “dünyanın bütün şarkıları” bizimdi, ya da bizim sayılırdı.
“Türk Pop Müziği Sanatçıları Ansiklopedisi” (Yener Süsoy ve Sami Başaran ile birlikte, Yener Yayınları) gibi paha biçilmez bir kaynak kitabın yazarlarından olan Hulusi Tunca, çok çalışkan-çok yetenekli bir yazar ve gazeteci. Aynı zamanda da, bir müzik aşığı; heyecanını her daim koruyabilmiş bir müzik tutkunu. Belki de, bu tutkudur ki, “Türk Pop Müziği…” gibi belalı mı belalı, zor mu zor bir kitabı yazmaktan-hazırlamaktan onu kimse menedememiş. Böyle bir kitap zordur çünkü, aylarca (hatta yıllarca) çalışma gerektirir.
Türk popuna oldukça bereket getirmiş 1974 yılının şarkıcılarından biri Yeşim. Ünlenmesi İlhan İrem ve Yeliz ile ayni tarihe rastlar. 'Olmaz Böyle Şey/Aşk Alfabesi' şarkılarının yer aldığı plak, şarkıcımızın ilk 45'liği... 0 dönem, genellikle yabancı şarkıların üzerine söz yazmak yaygın olmasına rağmen; Yeşim, daha sağlam bir giriş yapar Türk popuna ve bu ilk plağında Erol Tanır'dan iki şarkı söyler. Arkasında da Dün Bugün Yarın Orkestrası vardır. Zaten sağlam, 'kapı' gibi kadrolarla çalışmak, Yeşim'in hemen hemen hiç bozmadığı bir kuralı oldu.
‘Karışık albüm’ merakımız sürüyor. Hem bu işi çok sevdik, hem de ‘el mahkum’, firmaların büyük bir bölümü mecburen bu yöne kaydı. Daha evvel yapılmış-kaydedilmiş şarkıları başıboş bırakmamak, yeniden ve yeniden dolaşıma sokmak, dikkatlere sunmak gerekiyor. Hem şarkılara yeni bir tur şansı vermek demek bu; hem de israfı önlemek, dünyanın parası harcanmış işleri farklı üst başlık ya da konseptlerde tekrar kullanmak. “Albümlerin çoğunda bir, bilemedin iki iyi ya da hit şarkı var, neden para verelim ki bu albümlere?” diyen büyük çoğunluk da huzura eriyor bu çeşit albümlerle; seçme şarkılar, hit şarkılar dolu bu tip albümler ve kimse kandırıldığını, parasının sızdırıldığını kolay kolay düşünemeyecek satın aldığında.
Şanar Yurdatapan, 1974 yılının Eylül ayında, Yılmaz Güney'den bir teklif alır. Yılmaz Güney, o sıralarda çekeceği ya da çekmekte olduğu 'Arkadaş' filminin müziğini yapmasını istemiştir Şanar Yurdatapan'dan... Teklif kabul edilir, Şanar Yurdatapan müziği yapar ve Güney'e dinletir. Yılmaz Güney, ortaya çıkan şeyi o kadar sevmiştir ki, ‘Şu ana temaya bir de söz yazalım da plak olarak çıkartalım," der ve şarkıyı söylemesi için Melike Demirağ ismini ortaya atar...
Pakize Suda'ya ilk defa, 70'li yılların başında, yazlık bir gazinoda denk geldim. Çok emin değilim, Ataköy ya da Yeşilköy'de... O zamanlar öyleydi; yaz geldiğinde Ataköy ve Yeşilköy civarındaki yazlık gazinolar ve sinemalar hareketlenir, her gün epeyce sanatçıyı bir arada seyretme imkânımız olurdu. Hem de ne kadar ucuz bir fiyata. Cem Karaca'dan Nazan Şoray'a, Timur Selçuk'tan Gökben'e kadar herkes. Bu gecelerden birinde Pakize Suda sahnedeydi. O zamanlar herkesin yaptığı gibi, Ajda Pekkan şarkıları vardı repertuarında. 'Görürsün Sana Neler Edeceğim' adlı şarkıyı bangır bangır söylüyor, 'Seveceğim, Gezeceğim' diyor ve fazladan hiçbir şey yapmıyor olmasına rağmen, gerçekten söylediğini mutlaka yapacağına inandırıyordu bizi. O günden sonra, Pakize Suda'nın koyu bir hayranı oldum.
"Işıkları karartılmış salonda dans edenler yerlerine oturmuşlardı. Kahkahalar sigara dumanlarına karışıyordu. Pistin kenarındaki piyanonun başına genç bir adam geçti. Parmakları bir müddet tuşlar üzerinde dolaştı. Sonra genç ve güzel bir kadını mikrofona davet etti. 'Şimdi' dedi, 'size genç şantöz Gönül Turgut'u takdim ediyoruz.' Salon önce alkışlara boğuldu. Az sonra alkışlar ve konuşmalar kesildi. Mikrofonda romantik bir parçanın sözleri, orkestranın eşliğinde yayılıyordu..." 1962 tarihli Ses dergisinin bir sayısı, Gönül Turgut'u böyle başlayan bir yazı ile okurlarına tanıtmış. Türkçe pop henüz başlamamış bile. Fecri Ebcioğlu daha sonra bir çığır açacak olan 'Bak Bir Varmış Bir Yokmuş'u henüz yazmamış.
Kolay ne demek, dünyanın en zor şeyi belki de 'iyi şarkıcı' olmak. Nilüfer 25, Hümeyra ise 28 yılın tecrübesini peşlerinde sürükleyerek söylüyorlar şarkılarını. Koltuklarının altında yılların görmüş geçirmişliği...Yoksa Nilüfer, 'Çok üşüyormuş öyle yazıyor son mektubunda' dediğinde, tüylerimiz neden diken diken olsun, neden bu kadar heyecanlanalım? Üstelik buna benzer imgeleri 'genç' şarkıcılarımız çoktan tüketip, çoktan ezip geçmişken. Hoş geldiniz kızlar; bu yaz sizin albümlerinizle daha çekilir olacak.
Bugūnkū konumuz Yasemin Kumral... Yine fakslar, e -mail'ler akacak bana: “Allah aşkına, Yasemin Kumral nereden aklınıza geldi?" diyen epeyce insan. Sanki ben her zaman böyle şeyler yazmazmışım gibi... Sanki ben de sizler gibi unutmuşum o muhteşem yılları... Geçen hafta gelen e-mail'in birinde "Yazdınız da hatırladık... Doğru, Serpil Örümcer diye biri vardı... Ne oldu sahiden o Bayan Bacak?" diyordu okurun biri...
Geçen yılki ‘Dünya Yalan Sōylüyor’ mucizesinin arkasındaki en büyük isim olan Tarkan Gōzūbüyük'ün prodüktörlüğünü yaptığı ‘Can Kırıkları’, (hem bizzat gitar da çalmış Gözübüyük'ün, hem de çok iyi bir başka gitarist olan Buket Doran'ın büyük katkısıyla) her zamankinden daha 'sert' gibi gözüküyor. Yalnızca en başta sorun yaratır gibi gözüken, albümün anlattıklarına nüfuz edebilmeyi bir parça zorlaştıran, geciktiren bu sertlik, albümün içine dalıp gidildiğinde de en önemli ‘itici’ güç haline geliyor.
Ekim 11… Sonbahar yedinci sanatın mevsimi! Vizyon hız kesmiyor… Bu arada bir film festivali biterken, diğeri başlıyor. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali sona erdi. Filmekimi start aldı. 23. kez Sonbaharda sinemayı taçlandıran filmekimi, 4-13 Ekim arasında İstanbul’da, 10-13 Ekim’de Diyarbakır’da, 17-20 Ekim’de Ankara’da ve nihayet 24-27 Ekim tarihleri arasında İzmir’de izleyicisiyle buluşacak. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali ise 5-12 Ekim tarihleri arasında düzenleniyor... Dördü yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni film, 11 Ekim haftasına merhaba diyor! Şehir dışında bulunduğumdan ve kimi filmler adına düzenlenen basın gösterimlerine katılamadığımdan dolayı 11 Ekim haftasının filmlerine yapım notlarıyla değineceğim.
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
‘Dengeler’ bir sokak boksörü olan Ferit Kamacı’nın ayakta kalmak için çabalarken mafyanın hedefi olmasını ve bir intikam mücadelesine girmesini anlatıyor. Süleyman Mert Özdemir imzalı yapım dinamik bir anlatıma ve kurguya sahip. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/12.10.2024)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Bu yıl da Adana Altın Koza Film Festivali’ni takip etme fırsatımız oldu. Ulusal Uzun Metraj yarışmasındaki tüm filmleri izleyebildim. Genel olarak belli bir seviyenin üzerinde bir seçkiydi. Geçtiğimiz bazı yıllarda olduğu gibi, çok zayıf dediğimiz film olmadı. Geri kalan seçkiden, üç de yabancı film izleyebildim. Bunlar da başarılı filmlerdi. Önce Ulusal Yarışma filmlerine, sonra da izlediğim yabancı filmlere bir göz atalım.
Esra İçöz ile İhsan Güvenç, müzik tarihimizde iz bırakmış eserleri bugün 20.30’da TRT Müzik’te yayınlanacak Senin Şarkın programında icra ediyor...
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Sinema yazarı ve eleştirmen Olcay Bağır'ın 'Sinesözlük-Sinemaya Giriş' kitabı Kara Karya yayınları etiketiyle satışa çıktı. 344 sayfalık yapıt basın bülteninde şöyle özetleniyor:
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.