Müzik piyasamız hareketleniyor. Hem yerli hem yabancı albümler arka arkaya sunuluyor piyasaya. “World music” rafları da hareketlenmeden payını aldı. Çalışkanlığı dillere destan EMI Arabia’nın üstün çabaları sonucu bütün dünyayı etkisi altına alan Arapça albümler, EMI Türkiye’nin gayretleri ile fazla bir zaman geçmeden bize de ulaşabiliyor artık. Yakın bir zamanda; Iraklı müzisyenlerin çalışmalarından toparlanmış “Mesopotamix-From Babylon to Baghad” ve “club & chillout classsics” alt başlıklı çift disklik “Arabianigts” adlı derleme albümler raflarda yerini aldı. Ardından da, bu aralar bütün dünyayı kasıp kavuran Samira Saeed’in “Youm Wara Youm” adlı albümü yayınlandı.
Hepimizin ağzında aynı cümleler, aynı sloganlar: “Müzik piyasamız çöktü! Artık kim, neden albüm (ya da şarkı) yapsın ki? ADSL’ler, 3G’ler gürül gürül, daya aletini bedava doldur!” DMC’nin başındaki Samsun Demir’in bir televizyon programında söylediği gibi her şey; “Musluklardan bedava meyve suyu, gazoz, ayran aktığını düşünün; bunlara para verip de alan çıkar mı hiç? Müzik de öyle, musluklardan bedava akıyor şimdi.” Demir’in metaforu doğru ve zekice. Şarkılar “Her şey serbest!” diye sular seller gibi (bedava elbette) kapışılıyorsa, içinde akrep olsun olmasın, kim elini cebine atar ki? Artık öyle olduğu içindir ki, daha az yazılıyor-yaratılıyor, bunların da daha azı yayınlanabiliyor. Çünkü kimsede moral-motivasyon kalmadı.
Şu ‘Popstar’ ve benzeri yarışmalar, bir sürü şeyin yanında şunu da gösterdi: Herkes ünlü olmak istiyor. Şarkıcı, olmadı oyuncu, o da olmadı dizici, sunucu ya da futbolcu. Eh, kimseye “Ne gerek var şimdi, otur oturduğun yerde!” demeye hakkımız yok, isterler elbet; renkli hayat-eğlence bu işte, para bu işte. Böyle bir toplu isteğin elbette tatsız bir yanı da var. Hiç normal seyirci – dinleyici kalmayabilir geriye… Ama, “Rekabet bunu gerektiriyor zaten” der, birbirimizi dinler ya da seyrederiz artık, bu saçma durum da böyle çözülür. Ünlü olmanın yolunu bir şekilde açmış olanlardan ikisinin, Bayhan ve Sezen’in albümleri henüz yayınlandı. Bayhan ilk, Sezen ise ikinci Ahmet Özden postasından.
Çoğu insan Gönül Yazar’ın ‘aranjman’ döneminden haberdar değildir. Türk Müziğinin bu gerçekten çok güçlü ve ünlü sesi, bir zamanlar (yani Türk ya da Halk müziğinin artık satmaz olduğu, bu nedenle de hem prodüktörlerin hem de plak firmalarının kendilerine bağlı şarkıcıları “İlle de ‘aranjman’ söyleyeceksiniz!” diye zorladığı zamanlar) birbirinden önemli, birbirinden renkli ‘pop’ plaklar yapmış ve (Nesrin Sipahi, Gönül Akkor ve İnci Çayırlı ile birlikte) bu alanın en büyük sürprizlerinden birini gerçekleştirmişti…
Yıl 2002: Alpay, “Küçük Bir Öykü... Best of (Volume One)” adlı albümünü DMC’den çıkartıyor. Türk popunun temelini atanların en başında gelen sanatçı, kırk küsur yıllık bir zamanı; hiç geri çekilmeden, arkalara kalmadan sürdürebilen tek kişi olarak müzikal yaşamını sürdürmekte. 60, 70 ve 80’lerde hep başa oynamış bu ulu çınar, tıpkı 90’larda yaptığı gibi, 2000’lerde de, genç kuşak şarkıcılara meydan okuyor, “ben hala buradayım” diyor. Geçen yıl, müzikal yaşamının en güzel albümlerinden biri olan “Tango & Latin”i yayınlamıştı, bu yıl da bir “best of” ile karşımızda. Kırk küsur yıllık süre içerisinde, yüzlerce isim geldi geçti Türk popundan. Bırakın eski günleri, 90’ların ilk yarısında ortaya çıkan genç isimler bile sıralarını savdı, unutulup gitti. Alpay hala şarkı söylüyor, biz hala dinliyoruz.
Songlines, dünyanın en makbul “world music” dergilerinden biri. Editörü, dünya müziği konusunda herkesin “uzman” kabul ettiği bir isim olan Simon Broughton. Dergi, bir süre önce, finansmanını üstlenen firma ile yollarını ayırmış ve kısa bir boşluk sonrası, yepyeni bir yüz ve tasarımla yeniden yayınlanmaya başlamıştı. Songlines artık iki ayda bir yayınlanıyor. Derginin, önceki döneminde sahip olduğu “mevsimlik” havası da böylelikle yok oldu. Artık, “world music” alanında yaşanan her türlü gelişme, dergi okuruna çok daha çabuk aktarılabiliyor. Derginin son sayısı, bizim açımızdan oldukça önemli.
Dünya Kupası geldi. Futboldaki bu hareketliliğe nazire olarak Tarkan, Hülya Avşar ve Koray Can’ın "gollü, kupalı..." şarkıları sahada.
Rüzgar Yapım, 60 ve 70’li yılların en önemli ozanlarından Aşık Kul Ahmet’in oğlu Mehmet Kul’un “Yıldızlar” adlı albümünü yakın bir tarihte yayınladı. “Yıldızlar”, “bir başka Türkü” albümü değil. Mehmet Kul; hem Türküleri hem de kimisi “pop” sayılabilecek şarkıları, son derece modern bir alt yapı ile birbirine eklemiş–bağlamış ve bu işin sonucunda da kendine özgü bir sound elde etmiş. Sanatçı; döneminin en aykırı, en radikal isimlerinden biri olan Kul Ahmet’e yaraşacak, herkese, “İşte Kul Ahmet’in oğlu” dedirtecek bir iş çıkarmış. 1997 yılında kaybettiğimiz Aşık Kul Ahmet, hayatta olsaydı, herhalde bu albüm ile gurur duyardı...
İnternet hepimizin hayatını değiştirdi. Internet sayfası olmayan gazete ya da dergi yok gibi. Her sayfa ya da her köşe, kendi ağız tadına uygun adresler vermekte okurlarına... Çeşit çeşit adresler... ‘Mahcup’ bir iki cümlelik açıklamalar eşliğinde verilen porno adreslerden, gündelik hayatımızı epeyce kolaylaştıracak bazı adreslere kadar bin bir çeşit adres... Ben de kendime vehmettiğim ‘vazife’ gereği yalnızca ‘müzik’ ile ilgili adresler vermek istiyorum. Bir yılı aşkın bir süredir taradığım binlerce yerin ‘bana göre’ en kayda değer olanlarını sıralayacağım.
Zardandam, dördüncü albümü “Kalbim Yok” ile, müzik piyasamızın (aslında tüm dünyada mevcut her türden ‘piyasa’nın) dayattığı kural ve şartlara kazan kaldırdı. Zardanadam(lar), son albümlerini BEDAVA aktarıyorlar dinleyicilerine-hayranlarına. Sitelerine (kardanadam.com) giriyorsunuz ve bütün bir albümü, boydan boya kendi bilgisayarınıza aktarabiliyorsunuz. Ya da ‘eski usul’ bir dinleyicisiniz, müzik dediğiniz şeyi ille de ‘elle tutulur’ bir ‘şey’ (format) üzerinde dinlemek isteyenlerdensiniz; o zaman da, grubun muhtelif noktalara bıraktığı albümü alıyor, çantanıza atıyorsunuz. O kadar; albüm sizindir! Karşılığında, bir şey yapmıyor, bir şey ödemiyorsunuz.
Popüler müziğimizin kurucularından biri olan Ömür Göksel, müzikal yaşamını 70’lerin son günlerine kadar oldukça aktif bir şekilde sürdürmüş, ’12 Eylül’ günleri ile birlikte yaşanan karmaşanın müzik dünyamızı da etkilemesi üzerine yurtdışına gitmişti. Uluslararası bir otel zincirinin sanatçının önüne koyduğu kontrat oldukça uzun süreliydi. Kontratın süresi, çalışmadan her iki tarafın memnun kalması üzerine defalarca uzatılmış ve bu da Ömür Göksel’in, 15 yıldan daha fazla ülkeden uzak olmasına yol açmıştı. 90’lar bitmek üzereyken memlekete dönen Ömür Göksel’in ilk yaptığı, sony ile anlaşmak ve ‘Bir Ömür’ adlı albümünü yayınlamak oldu. Bu albümün ardından sahne çalışmaları kaldığı yerden devam etti ve şarkıcı Odeon önderliğinde hazırlanan ‘Bak Bir Varmış Bir Yokmuş’ adlı diziye şarkıları ile konuk oldu. Harekat, ‘Meydan Okuyorum yıllara’ adlı çalışma ile sürüyor.
Henüz “Yüreğine Al” albümüne doyamamış ve rafa kaldırmamışken, Alpay, bu sefer de “Tango & Latin” albümü ile çıktı önümüze. Alpay, yalnızca Türk popunun öncülerinden biri olarak kalmak istemiyor, aynı zamanda “en faal sanatçı” unvanını da almak istiyor ki, zaten bu unvan epeydir onun. Türk popunu yaratan, önünü açan isimlerden olup da, günümüze kadar neredeyse ara vermeden şarkı söyleyip, albüm yayımlamış başka bir isim yok.
Arda Uskan'ın Radikal'deki köşesini okuyanlardansanız, bu anlatacaklarımı hatırlayacaksınız. Bir süre önce yazmıştı Arda Uskan. Ajda Pekkan, Philips ile mevcut kontratı nedeniyle Paris'tedir ve sıkı bir şekilde Mmort Shuman'la çalışmaktadır. Arda Uskan tam bir tarih vermemişti ama muhtemelen 'Babylone Babylone' plağının hemen öncesi günler olmalıydı. Süperstar, Mort Shuman'la çalışmıştı o plağında. Bugünlerde İngilizlerin de yeni keşfetmeye niyetlendikleri, övgü dolu eleştiriler yazdıkları Mort Shuman. O günlerin birinde denk gelir Arda Uskan bu çifte. Mort Shuman deli gibi aşık olmuştur bizimkine, bizimkinin ise umrunda değildir. Hatırlıyorum da, 'Babylone, Babylone' plağı yayımlandığında , Ajda-Mort aşkının haberleri eşlik etmişti plağa. Bunların zorlama, hatta düpedüz yalan olduğunu düşünmüştüm o zamanlar. Meğer öyle değilmiş. Zavallı Mort 'bir Türke gönül vermişti'.
Soruyu İspanyol eleştirmen-yazar Vicente Fabuel sormuş bir yazısında. Selda’nın (Bağcan) kendi adını taşıyan bir albümü, hem CD hem de LP olarak yurt dışında yayınlandıktan sonra, amatörü/profesyoneli, dinleyicisi/eleştirmeni mest oldu. Duyulan “ses”in (ya da çoğu eleştirmenin dediği gibi, “çığlık”ın) kalplere (teşbihte hata olur ama bunda asla) “bir ok gibi” saplanmasından hemen sonra, dünya resmen ayağa kalktı. “Kim bu Selda?.. Şimdiye kadar neredeydi?.. Nasıl olur da bugüne kadar duymamışız bu sesi?..” Haksız sayılmazlardı. Selda’nın yıllar yılıdır yapabildiği bir şeydi bu; en azından bizim buralarda. O şarkısına başlardı ve en taş kalplimiz bile, duygusuzluğunda, “Bana dokunmaz bu şarkılar!” inadında direnemez ve ama sessiz sedasız, ama hıçkırıklar içinde salardı kendisini.
Film müziklerini albüm olarak yayımlamak, bizde de epey bir zamandır yapılan bir şey. İyi de oluyor. Dışarda yayımlananlara bakıp, “adamlara bak, her şeyi nasıl da tam tekmil yapıyorlar” diye kendimize yanmaktan kurtulduk. Bizde de öyle artık. Bir film gösterilmekteyken, çoğunlukla albümü de plakçılarda raflara çıkıyor. Yerli filmlerimizde de böyle bu. Daha filmin proje aşamasında bile, film müziğinin albüm haline gelmesi de düşünülmüş ve bunu yayımlayacak firma ile el sıkışılmış olunmakta.
Aşka ve tutkuya dair aklından, içinden geçirdikleriyle döndü aramıza Alpay. Pop müziğimizin öncü kuşağının (çok az sayıda) bir kısmı böyledir; müzik hayatlarının orta yerindedir; yaratmadan, yazmadan, söylemeden durmasını bilmezler. Ne durması; nasıl yaşanabileceğini dahi bilmiyor olmaları mümkündür. Varlık nedenleridir şarkı söylemek. “Aşka Dair”, Alpay’ın çok uzun bir süredir üzerinde çalışıyor olduğu bir albümdü. Yayımlanan albüm yola çıkılan ilk albümden, aralarda tamamlandığı varsayılan toplamlardan çok çok farklı olmalı; çünkü hazırlıklar sırasında, sevenlerinin bir biçimde dinleyebildiği bazı şarkılar bu albümde yer almıyor bile. Yer alanlar da, bu hallerinde değildi zaten. Bir de bu var işte: Dur/durak bilmez bir deneme ve çalışma çabası vardır Alpay ve benzerlerinde.
İskender Paydaş’ın hazırlıkları, tamamlanması zaman almış “Zamansız Şarkılar”ı nihayet yayımlanabildi. 2011 bitmek üzereyken plakçı raflarında, radyo mikrofonlarında arz-ı endam eden albüm, en müşkülpesent dinleyici ve eleştirmeni dahi memnun edecek kadar iyi. Bazı müzisyenler böyledir; müzik onlar için her şeydir. En önemli (aslında tek) motivasyonları budur, bu nedenle de her yaptıkları diğer meslekdaşlarına, dönemdaşlarına fark atar. Paydaş da öyle; fark atmış! Şaşırtıcı değil. Popüler müziğimize taklalar attırmış ve efsane katına yerleştirilmiş Muhittin Paydaş’ın oğlu İskender Paydaş’tan söz ediyoruz. Her tuttuğunu altına çevirmiş ve babası gibi (hem de şimdiden) efsane olmuş büyük bir yaratıcı ve müzisyenden.
Geçen yıl çıkan ama (daha kolay, daha basit ve giderek daha bayağı olana meyleden) günümüz dinleyicisinin gerekli alakayı göstermediği Nazan Öncel albümü “Hayvan”, 15 adet remix sığdırılmış ikinci bir diskle (“Hayvan’a Remix”) desteklenerek yeniden piyasaya verildi.
Müzik dünyasındaki “yaz bereketi” hiç şüphesiz çok heyecan verici. Onlarca albüm, yüzlerce yeni şarkı sunuldu önümüze: Yavaşı–hızlısı, normali – remix’i. Radyo ve televizyonların ısrarlı bir şekilde üzerinde durduğu isim ya da albümler elbette bizim de baş tacımız olmakta. Bunları zaten ya “banko” sevmiş oluyoruz ya da uygulanan reklam ve tanıtım kampanyalarından etkilenip, mecburen onlarla yatıp kalkmaya başlıyoruz. Bu yaz; Yıldız Tilbe, Tarkan, Ajda Pekkan, Nilüfer, İbrahim Tatlıses, Ebru Gündeş, Mustafa Sandal, İzel ve birkaç başka isim için oldukça sorunsuz geçti. Bu isimler, son çalışmaları ile tepelere kuruldu, çok sattı ve hem kendilerine, hem firmalarına hem de bize karşı “mahcup” olmaktan kurtuldular.
Yıl 2000. Milenyum deliliği, kafa karışıklığı geride kalmış artık. Gencecik, adı o güne kadar hiç duyulmamış Aylin Aslım ilk albümünü çıkarıyor: “Gel Git”. Henüz kimse bilmiyor ama geçen zaman ile birlikte en iyi elektronik müzik albümlerimizden biri olacaktır bu albüm. Yıl 2005. Herkes “Gel Git”in devamını beklemekteyken, bir rock albümle, “Gülyabani” ile dönüyor. İki albüm arasında geçen zamanda çıktığı sahneleri/mekanları hep rock’a bulamıştı ama büyük çoğunluk kendisinden, dans-pop arası ya da civarı bir şey beklemekteydi.
Ekim 11… Sonbahar yedinci sanatın mevsimi! Vizyon hız kesmiyor… Bu arada bir film festivali biterken, diğeri başlıyor. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali sona erdi. Filmekimi start aldı. 23. kez Sonbaharda sinemayı taçlandıran filmekimi, 4-13 Ekim arasında İstanbul’da, 10-13 Ekim’de Diyarbakır’da, 17-20 Ekim’de Ankara’da ve nihayet 24-27 Ekim tarihleri arasında İzmir’de izleyicisiyle buluşacak. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali ise 5-12 Ekim tarihleri arasında düzenleniyor... Dördü yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni film, 11 Ekim haftasına merhaba diyor! Şehir dışında bulunduğumdan ve kimi filmler adına düzenlenen basın gösterimlerine katılamadığımdan dolayı 11 Ekim haftasının filmlerine yapım notlarıyla değineceğim.
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
‘Dengeler’ bir sokak boksörü olan Ferit Kamacı’nın ayakta kalmak için çabalarken mafyanın hedefi olmasını ve bir intikam mücadelesine girmesini anlatıyor. Süleyman Mert Özdemir imzalı yapım dinamik bir anlatıma ve kurguya sahip. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/12.10.2024)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Bu yıl da Adana Altın Koza Film Festivali’ni takip etme fırsatımız oldu. Ulusal Uzun Metraj yarışmasındaki tüm filmleri izleyebildim. Genel olarak belli bir seviyenin üzerinde bir seçkiydi. Geçtiğimiz bazı yıllarda olduğu gibi, çok zayıf dediğimiz film olmadı. Geri kalan seçkiden, üç de yabancı film izleyebildim. Bunlar da başarılı filmlerdi. Önce Ulusal Yarışma filmlerine, sonra da izlediğim yabancı filmlere bir göz atalım.
Esra İçöz ile İhsan Güvenç, müzik tarihimizde iz bırakmış eserleri bugün 20.30’da TRT Müzik’te yayınlanacak Senin Şarkın programında icra ediyor...
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Sinema yazarı ve eleştirmen Olcay Bağır'ın 'Sinesözlük-Sinemaya Giriş' kitabı Kara Karya yayınları etiketiyle satışa çıktı. 344 sayfalık yapıt basın bülteninde şöyle özetleniyor:
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.