Vedat Sakman’ı, TRT ekranlarında, Eurovision elemlerinde görmüştük ilk olarak. Yıl 1983: Sakman Grup Doğuş ile birlikte “Müzisyen” adlı bir şarkı seslendirmiş ve finale kalmıştır o yıl. Bu elemelerin sonucunda Çetin Alp (“Opera”) başa oynayacaktır; Sakman ve arkadaşlarının karı ise bir tecrübe edinmek olacaktır, başka sahnelerde, başka yarışmalarda ayaklarının yere daha sıkı basmasını sağlayacak bir tecrübe.
Ümit Besen ve benzerlerini seyretmeye ve avuç avuç para dökmeye giden çoğunluğun bir dolu benzerliğinin yanında bir de şöyle bir ortak noktaları var: Bu adamlar şarkı adlarını ezberleyemiyor, aklında tutamıyor. Hele hele şarkının adı, bu şarkıdaki gibi biraz uzun olursa. Bu nedenle, bu grup insan, şarkıları genellikle başladığı cümlenin bir bölümü ile ya da ara yerinden bir bölüm ile anar ve herkesin böyle söyledikleri anda onları anlayacağını umar ve beklerler. “Sabile” örneği herkesin aklındadır, ‘nitekim’ Ümit Besen’in de hep aklındaymış ki, o şarkı da bu albümde yer alıyor. Ama çok tuhaf, “Biz Ayrılamayız” adıyla konmuş albüme şarkı.
2011’in ilk yarısında çıkmıştı Mabel Matiz’in kendi adını taşıyan ilk albümü. Çıkışıyla birlikte de herkesi şaşırtmıştı. Farklı bir müzisyen ve yorumcuyla karşı karşıyaydık. Standart müzik kural ya da prensiplerine vurulduğunda kendiliğinden dışarda kalıyordu. Ama öte yandan çok farklı şeyler anlatıyor ve bunları kimselere benzemez bir vokal biçimiyle dile getiriyordu. Albümden sonra daha fazla konser verir oldu. Onu sahnede merak edenler de daha fazla seyretme imkanı yakaladı. Ve zaten bu sahneler, seyretmeler neticesinde Mabel Matiz hayranı kesildi herkes.
İşte müziğe gerçekten aşık bir yorumcu olan Casalini, tam da böyle bir noktada “Nilüfer”e ihtimam gösterdi, yeniden boy vermesini sağladı. Üstelik her daim yenilikçi söz yazarı ve bestecisinin de memnun kalacağı bir biçimde, dinleyicilerine-sevenlerine ulaştırarak. “Nilüfer” Casalini’nin sesinden başka bir “Nilüfer” olmuş. “Bana beni geri ver, bir şansım olsun” demiş “Nilüfer”, Casalini de bunu yapmış. “Ne Yapsam”ın, “Refakatçi”nin, “Dokunma Bana”nın prensesinden, “insan denen anlaşılmaz yaratık/şuursuz aşık” üzerine, insanı göz yaşlarına boğan müthiş bir şarkı bu.
Çoğu kere büyük bir sese sahip olmak, tek başına hiçbir şey demek değildir. O sesin yolunu, kalbinizden de geçiremiyor olduktan sonra ne yapsanız boştur. Kibariye öyleydi, tıpkı Bülent Ersoy gibi. Ne söylerse söylesin kulak kesildiklerinizdendi. Başkalarından dinlediğinizde hiç aldırmamış olduğunuz, size hiçbir söylememiş olan bir şarkıyı ondan dinlediğinizde her şey değişiyordu. O an yakalanıyordunuz. Şarkı onunla hayat bulmuş oluyordu. Şarkının anlattıkları o saniye gerçeğe dönüşüyor, boydan boya bir inandırıcılık kazanıyordu.
Türk popunda yaprak dökümü sürüyor. Büyük bir mücadele vererek pop müziğin temellerini atan 60’lı kuşak bir bir terketmekte bizi. Barış Manço ve Fikret Kızılok’tan sonra Cem Karaca’yı da kaybettik. Çok erken bir veda bu; hala çok aktif biriydi Cem Karaca ve daha yapacağı bir dolu şey vardı: Projeler, albümler, konserler… Ama hayat bu, insana çok az seçme şansı veriyor işte. “Resimdeki Gözyaşları”nın, “Dadaloğlu”nun, “Kavga”nın, “Tamirci Çırağı”nın yaratıcısı artık yok ve eksikliği kolay kolay da telefi edilecek bir şey değil. Tıpkı Barış Manço’da, tıpkı Fikret Kızılok’ta olduğu gibi. Tek tesellimiz şarkılar. Koca bir ömrün adandığı şarkılar.
Müzik piyasamız için, Şubat ayı, biraz da Barış Manço demek artık. Sanatçıyı kaybettiğimiz günden beri (hem müzik dünyası hem de hayranlar tarafından) gösterilen hassasiyet hâlâ güçlü bir şekilde devam ediyor. Sanatçı, her sene, kimseye kısmet olmamış bir ilgi ve tavırla anılıyor. Artık ilk günlerin, biraz histeri karışmış abartılı hali kalmamış olsa da, hâlâ ses getirecek bir şekilde anılıyor Barış Manço. Radyolar, televizyonlar özel saatler ya da programlar ayırıyor ona, şarkıları yeniden toplu bir şekilde çalınıyor, eski albümlerinin satışı yeniden hızlanıyor.
Birkaç yıl öncesine kadar, Hande Yener’i ya çok sever, ya çok nefret ederdik. Her iki tarafın da kendine göre haklı gerekçeleri vardı; sevenler şarkılarındaki enerjiden dem vuruyor, bu şarkıların özellikle geceleri hayat kurtardığını söylüyordu. “Evet,” diyorlardı, “kendisi biraz şu, biraz bu ama şarkıları gerçekten çok güzel, insanı acayip gaza getiriyor…” Sevmeyenler içinse, Özal ve takipçisi iktidarların, bizi usul usul getirip bıraktığı görgüsüzlük-sonradan görmelik batağının ‘simge’si gibiydi Yener; o Televole’lerin ilk zamanlarında her gün karşımızdaydı, çoğu yaşıtı-meslekdaşı gibi yiyor-içiyor, geziyor-tozuyordu.
Yakın bir zamanda, Fikret Şeneş' in evinde, bir röportaj sırasında eskilerden konuşurken, söz Gönül Turgut' tan da açıldı ve Fikret Şeneş moda dergilerinden birini açarak 'bakın bu yakın bir zamanda yayınlandı' deyip Gönül Turgut' un bir fotoğrafını gösterdi bize. 'Açılışlar-davetler' in birinde çekilmiş bir fotoğraftı bu ve hala çok güzel, çok şık bir Gönül Turgut gülümsüyordu fotoğrafta.
Meşhur ve kıymetli, bu tamam. Buna itiraz etmek zor. Ama Ebcioğlu ve benzerlerinin, mesela Sezen Cumhur Önal, Bora Çakır, Bülent Pozam, Aykut Sporel ver benzerlerinin, 60’ların tamamını “kafiye de kafiye” diye geçirdikleri de kesin. Evet, yaptıkları işte hece sayısı da, orijinal şarkı ile yakalanması gereken ses uyumu da, onları buna mahkum etmekteydi muhakkak. Yabancı şarkıları Türkçeleştirmeye niyetlenmişseniz ve üstelik elinizde-önünüzde fazla da (hatta Ebcioğlu’nun durumunda hiç) örnek yoksa, ne yapabilirdiniz ki?
Çağımızın bilge adamlarından birisi Yaşar Kurt. Uzun bir süredir, doğru bildiklerini, korkmadan çekinmeden yüksek sesle dile getiriyor. Gökalp Baykal, Rashit ve üç – beş başka isimle birlikte, müzik piyasamızın en radikal isimlerinden biri de aynı zamanda. “Sokak Şarkıları” adlı ilk albümünü yaptığı günden beri böyle bu. 90 ortalarında yayınlanmış bu albüm ile, Yaşar Kurt; bu dünya ile başı bir ya da birkaç şekilde başı belada olan herkese tutunacak bir dal uzatmıştı
Giannis Parios, Yunanistan’ın en güçlü şarkıcılarının başında geliyor. Ama şarkıcının bu ünü ve popülerliği, her niyeyse, bugüne kadar sınırı aşıp bize gelemedi. Belki de, Parios’un en iyi olduğu zamanların, artık bizim Yunan müziğine burun kıvırıyor olduğumuz 70 sonları – 80 başlarına denk geliyor olmasındandır... Yeni Türkü, 1983 yılında, (Murathan Mungan’ın yazdığı sözlerle) Manos Loizos’un şarkılarından “Telli Telli”, “Maskeli Balo” ve “Olmasa Mektubun” gibi üç ağır hit çıkardığında ise, biz dinleyiciler değil ama, müzik piyasasının içindekiler derhal ellerini bu bir zamandır ihmal edilmiş ülkeye atmış ve şarkıları alıp Türkçeleştirmek konusunda yarışır olmuştu.
Melih Kibar ismini, aşağı yukarı herkes, 1975 Eurovision elemeleri ile duydu. Herkesi çok fazla heyecanlandırmış elemelerin sinyal müziği olan “Çoban Yıldızı” nın bestecisi olarak kısa bir zamanda nam salmıştı Melih Kibar. “Çoban Yıldızı”, plak olarak da basılmış, yarışan, dereceye giren, hatta birinci olan şarkılar kadar da satmıştı. Bu başarının üzerinden çok geçmeden; Melih Kibar, daha önce yolları “Şoför Mehmet” ile kesişmiş bulunan Erol Evgin ve Çiğdem Talu ile bir araya gelmiş, bu üçlü, tıpkı Nükhet Duru – Cenk Taşkan – Mehmet Teoman takımının yaptığını yaparak, birbirinden başarılı şarkı ve plakları arka arkaya önümüze sürmeye başlamışlardı.
Ben yaşlarda olan herkes gibi, ben de, Rahmi Saltuk’u üniversite yıllarımda tanıdım. “Felsefenin Temel İlkeleri” ni okumuş ve neye uğradığını şaşırmış biri olarak üniversite üniversite (kantin kantin) gezer, her öğrenci yurdundaki her kalabalığın bir parçası olmaya çalışırdım. Şarkıları, türküleri hep bir ağızdan söylenenlerin başında gelmekteydi Rahmi Saltuk. Bu güçlü sese hepimiz tapar, söylediği her şeyi ezbere bilir, herhangi birimizin başlattığı bir marş ya da türküsüne o saniye diğerleri katılır, kantini bu türkülerle inletiyor olmaktan müthiş bir gurur duyardık. “Jandarma”, “Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin” ve “Venseremos” hepimizin en sevdikleri, söylemekten hiç sıkılmadıklarıydı.
Nino (Nahman) Varon'un, 60 ve 70'lerin müzik piyasasına katkısı anlatılmayacak kadar fazla, tartışılmayacak kadar da kesindir. Bu geçmişten söz açmak için de "İtiraf" i fırsat bildim. Bize Nilüfer'i bulup getirmiş insandır Nino Varon. Nilüfer, 1970 yılında, Hafta Sonu gazetesinin düzenlediği "Altın Ses" yarışmasını (Sezen Aksu, Rezzan Yücel ve Serpil Barlas gibi kabiliyetli gençleri de sollayarak) birinci olmuş ve birinciliğin yanında bir de Nino Varon'un kartını indirmişti cebine. "Beni mutlaka arayın" demiş Nino Varon, Nilüfer ve annesine. Hala öyle midir bilmem, o zamanlar kadın şarkıcı ya da oyuncular hep anneleri ile gezerlerdi film ya da plak firmalarını.
60’lar bitmek üzereyken, bir yarışma kazanarak müzik dünyasına girmiş ve 70’li yılların büyük bir kısmını zirvede geçirmiş Esengül’ün çoğu önemli şarkısı, Uzelli’nin bu albümüyle arşivimizde – elimizin altında olacak artık. 1979 yılının Nisan ayında, tuhaf, saçma ve epeyce de ‘karanlık’ bir trafik kazası sonrasında hayata veda eden, şarkıları bütün benliği ile, kalbinin tam orta yerinden seslendiren Esengül’ü özleyen, yeniden hatırlamak isteyen herkesin derdine ilaç olacak bir albüm bu. Yeni keşfetmek isteyenlerin de; daha ağzını açtığı anda insanı hüzünlere boğan bu taçsız kraliçenin gücü, onu hiç bilmemiş, duymamış genç kuşağa da çok şey söyleyebilir.
Odeon, geçen hafta Türk Müziğinin ‘diva’sı Müzeyyen Senar’ın yeni bir albümünü yayınladı; “Odeon Yılları” olarak adlandırılmış bu albümün repertuarı, albümün danışmanı da olan (“İnleyen Nağmeler”in yaratıcısı) Zeynettin Maraş tarafından seçildi. Son birkaç yıldır, arşivini genel kullanıma açan Odeon’dan yine hazine değerinde bir başka albüm bu da.
Geç de olsa da oldu işte, yeniden 90’ların peşindeyiz. Albümler, partiler, müzikaller, filan; yeniden o Özallı günlerin tam ortasındayız. Evet geç kaldık. Dışardakiler, 90’ları en az iki kere elden geçirdiler bugüne kadar. Almanya gibi “nostalji esiri” ülkelerde ise, üç hatta dört etti turların sayısı. Biz ise hep arkadan geliriz ya, bu sefer de öyle oldu. Gerçi erken uyanan radyocular, DJ’ler olmadı değil. Ahmet Kamil Taşkın ve Cüneyt Asi Duru mesela; 90’ların şarkılarından radyo programları, partiler yapmayı, 2000’lerin ilk yıllarında akıl etmiş, planlamışlardı. Ama işte, tekil istek ya da öngörüler çok da para etmiyor bizde; bir şeyin “ciddi bir hareket” haline gelebilmesi için, ille de herkesin birden işin içine atlaması, karışması gerekiyor.
Universal’in bir odasında karşı karşıya geldim ve bu yazıya ancak binde biri sızabilmiş uzun bir görüşme yaptım. Tam beklediğim gibi biriydi Norayr Demirci. Tombul, şeker bir adam. Kendisi ile barışık, hayattan artık çok şey beklemeyen biri. Bu albümü ile kuş kondurmadığını o da biliyor. Tek istediği, artık çok uzak olduğu bu topraklara yeni bir iz bırakmak.
Hikaye İzmir’de başlar. 1965 yılında, grubu Los Alcorson ile İzmir’e gelir Juanito. O sırada inanılmaz bir ‘los’ akını vardır memlekete. Çalışılıp para kazanılabilecek bütün mekanları ‘los’ takısı almış gruplar parsellemiştir. Öyle bir hegemonya kurmuşlardır ki bizim buralarda, İlham Gencer bile, kurduğu orkestraya bir dönem ‘Los Çatikos’ demek durumunda kalır. Bu rüzgardan Juanito’nun grubu da sebeplenir elbette. Hatta devamını da getirmeye karar verir.
Ekim 11… Sonbahar yedinci sanatın mevsimi! Vizyon hız kesmiyor… Bu arada bir film festivali biterken, diğeri başlıyor. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali sona erdi. Filmekimi start aldı. 23. kez Sonbaharda sinemayı taçlandıran filmekimi, 4-13 Ekim arasında İstanbul’da, 10-13 Ekim’de Diyarbakır’da, 17-20 Ekim’de Ankara’da ve nihayet 24-27 Ekim tarihleri arasında İzmir’de izleyicisiyle buluşacak. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali ise 5-12 Ekim tarihleri arasında düzenleniyor... Dördü yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni film, 11 Ekim haftasına merhaba diyor! Şehir dışında bulunduğumdan ve kimi filmler adına düzenlenen basın gösterimlerine katılamadığımdan dolayı 11 Ekim haftasının filmlerine yapım notlarıyla değineceğim.
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
‘Dengeler’ bir sokak boksörü olan Ferit Kamacı’nın ayakta kalmak için çabalarken mafyanın hedefi olmasını ve bir intikam mücadelesine girmesini anlatıyor. Süleyman Mert Özdemir imzalı yapım dinamik bir anlatıma ve kurguya sahip. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/12.10.2024)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Bu yıl da Adana Altın Koza Film Festivali’ni takip etme fırsatımız oldu. Ulusal Uzun Metraj yarışmasındaki tüm filmleri izleyebildim. Genel olarak belli bir seviyenin üzerinde bir seçkiydi. Geçtiğimiz bazı yıllarda olduğu gibi, çok zayıf dediğimiz film olmadı. Geri kalan seçkiden, üç de yabancı film izleyebildim. Bunlar da başarılı filmlerdi. Önce Ulusal Yarışma filmlerine, sonra da izlediğim yabancı filmlere bir göz atalım.
Esra İçöz ile İhsan Güvenç, müzik tarihimizde iz bırakmış eserleri bugün 20.30’da TRT Müzik’te yayınlanacak Senin Şarkın programında icra ediyor...
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Sinema yazarı ve eleştirmen Olcay Bağır'ın 'Sinesözlük-Sinemaya Giriş' kitabı Kara Karya yayınları etiketiyle satışa çıktı. 344 sayfalık yapıt basın bülteninde şöyle özetleniyor:
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.