GÖNÜLLÜ MUHABBET
Bazen insanın önüne hayal ettiğinden daha fazlası çıkar; “Bu şartlar altında mümkün değil olmaz!” denilen şeyler olur, kesilmiş umutlar (bir kez daha) yeşerir. Öyle albümler (hem de arka arkaya) yayınlanır ki, bu albümlere kulak verdiğiniz sırada olanlar olur, kendinizi daha ‘iyi’ hisseder, ayaklarınızın daha ‘sağlam’ yere basmaya başladığını görürsünüz. Artık ‘insan’ olduğunuzdan utanmaz olur, bugüne olmasa bile ‘yarın’a yeniden inanmaya başlarsınız. “Boş bir hayal bu!” dersiniz çoğunlukla ama şarkılar bu boş hayali bile inandırıcı kılabilir; yürekten, büyük bir aşk ve istekle seslendirilmiş olmaları şartıyla…
Başta Selim Sesler ve Orhan Osman olmak üzere, her biri kendi alanında ‘en iyi’ payesini elde etmiş müzisyenlerin omuz omuza vermesiyle gerçekleştirilmiş ‘kolektif’ “Balkanatolia” projesi, anlatacaklarının-dinleteceklerinin farklı ve özgün olduğunu daha kapaktan haber veriyor. Sararmış, kurumuş, dökülmüş, savrulmuş ‘gün’lerimizin eşsiz bir biçimde yansıdığı bu ‘fotoğraf’ta her şey gerçekten dört dörtlük. Türkiye, Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan, Kosova ve Romanya arasında döne dolaşa bugüne gelmiş (dolayısıyla ‘kardeş’ olmuş) ‘ses’ ve ‘duygu’lar, tam da projenin aldığı isim gibi ‘tek bir ses, tek bir vucut’ haline getirelebilmiş bu albümde.
Sayısız müzisyenin destek verdiği ya da bir ucundan tuttuğu “Balkanatolia”, ‘kök’lerin derinliği, geçmişin zenginliği üzerine epeyce şey sergiliyor. Sarmaşık misali iç içe geçip huzurlu bir şekilde yaşayıp gitmenin gerçekten mümkün olduğu üzerine de çok şey söylüyor; “Sen farklısın, benim gibi değilsin!” gibi artık ‘dünya dışı’ bir kategoriden saymamız gereken görüşler, yargılar üzerine de…
Erkan Oğur, İlkin Deniz ve Turgut Alp Bekoğlu’nun “Telvin”i de aynı duyguları (elbette farklı bir müzikal yapı ile) yaratmakta; aklın yolu bir ve Telvin de Balkanatolia’nın bıraktığı yerden alıyor sözü (ya da ‘saz’ı, ya da ‘gitar’ı)… Gülten Kaya tarafından büyük bir mücadele verilerek toparlanmış “Kalsın Benim Davam” albümü, bu toprakların görüp görebileceği en dürüst, en şefkatli müzisyenlerinden Ahmet Kaya’nın, Pir Sultan Abdal’dan Celal Güzelses’e kadar uzanan geniş bir ‘hoşgörü’ yelpazesinden seçtiklerini ihtiva etmekte. Hoşgörüden yana nasibini pek de almamış bir ülkede yıllar yılı bıçak sırtında yaşamış, “Artık değiştik, her görüşe karşı saygılıyız” diyerek ortalığa çıkılmış bir dönemde (başını Serdar Ortaç’ın çektiği bir ‘sirk’ ya da ‘panayır’da) çatal-bıçaklar ile (sözde) protesto (aslında ‘tehdit’) edilmiş bu ’24 ayar militan’ın ‘gönül yarası’nı iyileştirebilmemizin imkanı artık kalmadı. Ama yine de, “Bir gün bize de lazım olur mutlaka!” diyerek bu şarkılara kulak vermeye devam etmemiz gerekiyor. ‘Lokman’a her an ihtiyacımız olabilir, o ‘an gelir’ ve bize de bir ‘bıçak’ fırlatılabilir; Ahmet Kaya kadar güçlü olamazsak bile, olabildiğince sağlam, olabildiğince keskin bir “Siz de adam mısınız be?” bakışıyla karşılayabilmeliyiz o bıçağı; Ahmet Kaya’ya da, şarkılarına da ihtiyacımız hiç bitmeyecek.
BİN BİR GAM, BİN BİR KEDER
Ahmet Kaya’nın ‘Türkçe’ dile getirdiği bir dünyanın (aşağı yukarı) bir benzerini ‘Kürtçe’ dile getirmeye niyetlenmiş Mirady’nin “Xemname / Gamname”sinin en dikkat çekici yanı ise, dile getirilenlerin dile getiriliş biçimi. Yıllar yılı, çok çeşitli düzlemlerde verilmiş bir ‘mücadele’nin emrine amade edilmiş Kürtçe müziğin artık sırtına vurulmuş bu ağır yükten kurtulması gerektiği epeydir konuşulur bir konu olmuştu. Hatta (başta Ciwan Haco, Nilüfer Akbal, Çar Newa, Rojin ve Mehmet Atlı gibi sanatçı ve müzisyenlerin yaptıkları olmak üzere) bu konu konuşulur olmanın ötesine de taşmış ve bu dil, doğası gereği sahip olduğu şiirselliği daha keskin, daha zengin bir biçimde gözler önüne sermeye başlamıştı. Mirady’nin yaptığı da, bu öncülerin, ustaların izinden gitmek olmuş. Mirady’nin şarkıları, ‘kürtçe’nin ayaklarına vurulmuş ‘pranga’ların sökülmesine-açılmasına katkıda bulunacak, bu kesin…
Müzik dünyamızın Ada ve Kalan gibi ‘gerçekten bağımsız’ firmalarından bir başkası olan Metropol’ün “Şarkılar Yaşar” albümü ise bir yandan anlattıkları ile bir ‘yarın manifestosu’; bir yandan da, şarkılara hayat veren sanatçılar nedeniyle görkemli bir senfoni. Mazlum Çimen’den Burhan Şeşen’e, İlkay Akkaya’dan Vedat Sakman’a, Hakan Yeşilyurt’tan (solo albümünü de kısa bir zaman önce yayınlamış) Adile Yadırgı’ya varıncaya kadar epeyce önemli ses ve müzisyen, amacı yaşananları unutturmamak gibi görünen bu albümü bir ‘son feryat’ ya da ‘son uyarı’ haline getirmiş…
Bu albümün konuklarından biri olan İlkay Akkaya’nın son solo albümü “Yalnız” da bir uyarılar toplamı, ya da ‘gönülle muhabbet’ manzumesi. Memleketin gelmiş geçmiş bu bir yandan en ‘kırılgan’, bir yandan da en ‘sağlam’ sesi, (kendilerine, bizi biz yaptıkları için her zaman minnet borcumuz olacak) Ali Ekber Çiçek ve Davut Sulari dahil tam 14 deyiş, ezgi ya da türküyü, o hep bildiğimiz (insanı göz yaşlarına boğan) üslubu ve yorumuyla seslendirmiş. İlkay Akkaya’yı, hayatının seslerinden biri yapmış, Akkaya’sız bir günü zor geçirmiş (bu satırların yazarı dahil) bütün ağır tutkunların her yeni Akkaya şarkısını büyük bir hasretle bekledikleri kesin; hasrete değmiş, bu albüm ile de (her zaman olduğu gibi) eşsiz bir İlkay Akkaya var karşımızda. Tepeden tırnağa hüzün ve duygu dolu bir İlkay Akkaya…
Beş altı yıl önce Yeni Türkü’den Derya Köroğlu’nun çabaları sonucu “Nenni” adlı albümü yayınlamış olan Ümmüşen de, İlkay Akkaya gibi zamanımızın bir başka kahramanı. “Rüzgara Karşı” adlı yeni albümü bir “Deprem Ağıdı” ile sona eriyor ya, Ümmüşen’in yazdıklarının tamamı hayatın başka boyut ya da alanları için yakılmış bir uzun ‘ağıt’. Bir ‘haldaş, yoldaş, candaş’ın, seslendirdiklerinin hepimizi olmasa bile hiç olmazsa bir bölümümüzü sarsıp kendi getireceğine şüphe yok…
‘Bizi sarsmak’ Ezginin Günlüğü’nün de yapmak istediği bir şey; hep bunu yaptılar, bıkmadan usanmadan hala bunu yapıyorlar. Nadir Göktürk ve Hüsnü Arkan’ın öncülüğündeki Ezginin Günlüğü, “Dargın mıyız” ile “kalplerimize dokunup” geçiyor, işin ötesini bize bırakıyorlar. İşin sonrasında “Çok büyük, çok kırmızı, çok sıcak, çok alımlı bir gül”le de karşılaşmak mümkün, bir diken yumağı ile de. Ezginin Günlüğü, ne daha önce ‘ders’ vermek niyetinde oldu, ne de bu albümde. Onlar, bizi gözleyip duruyor, sonra da gördükleri, tesbit ettikleri kusurlarımızı sıralıyor, hem de yüzümüze karşı. Onlar bunu yapmaktan korkmuyor; bizim de alınmamamız, derin bir nefes aldıktan sonra bize sayıp döktükleri üzerine düşünmemiz gerekiyor. Başımızı ‘kum’dan çıkaracak mıyız, yoksa o ‘baş’, ömrü billah o kumun içinde kuruyacak, kokup duracak mı?
Hayır, hayır; kesinlikle “Boş bir hayal” değil bu: Bu kadar sıkı, bu kadar bizi bizden daha fazla kollayan müzisyenin varlığı bir şeylerin değişmesine yol açacak. Biz değişeceğiz, ardından da… Ardından da (sırayla) her şey!
BULURSANIZ KAÇIRMAYIN
‘Kesintisiz’ bir şekilde İlkay Akkaya’nın her şeyi
Ümmüşen’in her zaman ‘rüzgara karşı’ atılmış çığlıkları
Başta “Ahmet Kaya Şarkıları: Dinle Sevgili Ülkem” olmak üzere, insana ‘insan’ olması gerektiğini her şart altında fısıldamış bütün Ahmet Kaya albümleri
Başta “Şarkılar Yaşar” olmak üzere Metropol’ün yayınladığı her ama her albüm
‘Halden hale geçmek’ ve bunun sonucunda belki ‘farkına varmak’ için Erkan Oğur, İlkin Deniz ve Turgut Alp Bekoğlu’nun “Telvin”i
‘Telvin’ sonrası dinlenebilecek az sayıda şeyden biri olan “Balkanatolia”
Mirady’nin “Xemname / Gamname”si
Onlarsız tek bir gün geçirmemek için de Ezginin Günlüğü’nün her şeyi
SAKIN YAKLAŞMAYIN
Biraz kendinizi dinlemek, biraz da huzur bulmak için Serdar Ortaçvari her şey
KEŞKE OLSA
Bir zamanlar biz olacağına inanmış ve ‘O’nu çok sevmiştik; ama ‘keşke’lerin işe yaraması mümkün değil artık
KEŞKE OLMASA
(İlkay Akkaya, Ümmüşen ve Ezginin Günlüğü dinledikten sonra söylenecek bir şey bu) Bir sürü şey, çok şey, (belki) her şey
NAİM DİLMENER