NAİM DİLMENER'LE GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

BAZEN GÖZYAŞI OLDU BAZEN İÇLİ BİR ŞARKI

17 Ekim 2020 Cumartesi 20:37
NAİM DİLMENER'LE GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

O zamanlar ‘Sevim’ den bol bir şey yoktu. Sevim Tuna, Sevim Şengül, Sevim Tanürek ve elbette Sevim Çağlayan... ‘Şahane Kadın’ Sevim Çağlayan, ‘Sevim’ lerin en ünlüsü demeyelim ama en gözönünde olanıydı: Oturması, kalkması, girmesi çıkması hep ‘olay’ olur, gazetelerin en makbul sayfalarında yer alırdı. Her zaman gazetecilere sunacak bir şeyleri vardı; ya evlenmiş ya ayrılmış olurdu, ya yeni bir aşkın kollarında salınır ya da terketmiş / terkedilmiş olurdu... Ya da yeni bir gazinoya başlamış olurdu da ‘yeni show’ u dudak uçuklatırdı ve gazeteler bu show’ dan fotoğraflarla dolar taşardı...

O zamanlar çarşaf çarşaf ( çoğunlukla tam sayfa) gazino ilanları çıkardı gazetelerde... Bugünkü ‘club’ ilanları solda sıfır kalırdı bunların yanında... Her gazino, yeni programını ‘iftiharla takdim eder’, assolistten ‘uvertür’ e kadar herkesi fotoğrafları ile birlikte duyurur, ve ‘en şahane’ programın kendi gazinosunda olduğunu söylerdi. Kavgaların en büyüğü de (sahne sırası için de ayrı bir kavga olmak üzere) bu ilanlar nedeni ile çıkar, kimse kimseden daha aşağıda bir yerde görünmemek için kıyametleri kopartır, bazen alınmış avanslar bile bu nedenle iade edilerek çalışmaktan vazgeçilir, fotoğrafların tepesinde yer alacak ‘ve’ ‘ve de’ sözcükleri had safhada kıymete binerdi...

Bu ilanlarda, herkes kendisinin diğer sanatçılardan farklı olarak ‘ve bilmemkim’ diye anılmasını ister, bunu gerçekleştirmek için kaplanlar gibi dövüşürdü. Bu ilanlarda, hiç şüphesiz en çok assolist (eğer solistaltı Erol Büyükburç veye Ajda Pekkan değilse) kollanmış olurdu. Sanatçının çok büyük yazılan ismininin yanında ya da altında mutlaka ‘Stüdyo Taç’ ta çekilen bir fotoğraf yer alırdı... Hele hele, bir de solistiniz herkes gibi ‘saz arkadaşları ‘ eşliğinde şarkıları arka arkaya sıralamıyor ve farklı bir şeyler yapıyorsa sizi kimse tutamazdı... Gazinolar, yeni programlarını ‘filanca, bilmem ne tablosunda’ diye duyurmaktan gurur duyarlardı... Bu ‘tablo’ ların sonu gelmezdi. Kırk yılda bir dişe dokunur bir şey bulunmuş ve uygulanmış olsa da çoğunlukla lafta kalır, bazen bir iki kostüm ya da dans figürü ile geçiştirildi. Ama Allah için bu konuda en çok kafa yoran Sevim Çağlayan’ dı... Üçüncü kocası olan ve bu işlere had safhada meraklı Yılmaz Gündüz’ ün de desteği ile durmaksızın ‘tablo’ değiştirir, o kılıktan bu kılığa girer dururdu. ‘Taş Devri / Tunç Devri / Saç Devri’ adlı olanını hatırlıyorum da; Sevim Çağlayan,gerçek saçtan yapılmış kostümlerle sahneye çıktığını iddia etmekteydi. Bu saç tutturukluğu benim için hep anlaşılmaz oldu. Biliyorsunuz hala da sürüp gitmekte... En son Tuğba Önal bir röportajında söylemekteydi, kendisi için Anodolu’ nun her yanından saç toplandığını... Yani biz bu hanım kızımızı iyice gür saçlı görelim diye Anadolu karış karış geziliyor ve (eh, bu kadarını yapıyorlar ve parasını ödüyorlar elbette) saç toplanıyor. Paranın zoruyla kestirilmiş başkalarının saçı ile nasıl rahat edilebildiğini anlamak güç...Ama biz anlasak da anlamasak da, ‘Şahane Kadın’, gerçek saçtan yapılmış kostümü ile Gaskonyalı Toma’ nın sahnesine fırlamış ve gösterisine başlamış olurdu... Sevim Çağlayan’ı geçen hafta kaybettik. Sanatçı,herkesden uzak, çok sevdiği kedileri ile birlikte 60’ lı yıllarını sürmekteyken ayrıldı aramızdan.

DÜN GİBİ HATIRLARIM

Sevim Çağlayan; kimi kaynaklara göre 1930, kimine göre ise 1934 doğumlu. Bu ikinci tarihi daha çok kendisi söylemiş röportajlarında... İnanılır gibi değil ama, küçücük bir çocukken (tam on iki yaşındayken) evlendirilir ailesi tarafından... Ankara Radyosu’ nun ‘Çocuk saati’ programına on yaşındayken başlar, ama evlilik ile birlikte bu sona erer ve sanatçı Ulus Gazetesi’ nin matbaasında çalışmaya başlar. Bu çok erken yaştaki evlilik (zaten niçin sürsün) üç yıl sonra sona erer...

Sanatçı bu dönemi, her zaman “ hayatımın en acı dönemi” diye anar. Boşanma ile birlikte yeniden müziğe dönülür ve Ankara Radyosu’ nda ‘misafir sanatçı’ olarak çalışmaya başlar. Yaşı hala çok küçük olduğundan asıl kadroya girmek için beklemesi gerekmektedir. Beklerken bir daha evlenir, bir daha ayrılır ve nihayet 50’li yılların sonunda en uzun sürecek evliliğini Yılmaz Gündüz ile yapar. Sanatçı, bu evlilik ile yalnızca ‘dünya evi’ ne girmekle kalmaz, Ankara’dan Istanbul’ a da taşınır...

Yılmaz Gündüz; radyoda kalmanın dişe dokunur bir fayda getirmeyeceğini, asıl şöhret ve paranın sahnelerden geleceğini söyleyip durmaya başlamıştır artık. Bunu hemen uygularlar... Başlangıçta ‘mahcup’ bir giriş yapılan İstanbul sahneleri daha sonra birbirine katılır ve Sevim Çağlayan; isminin önüne eklenmiş ‘Şahane Kadın’ sıfatının da desteği ile çalıştığı her gazinoyu tıklım tıklım doldurmaya başlar. Ne ‘tablo’ sunda olursa olsun, ne giyiyorsa, ne söylüyorsa fark etmez çalıştığı gazinonun önünde kuyruklar uzar giderdi sanatçının...

Sanatçı, Maksim, Çakıl, Gar, Lunapark, Göl, EkiciÖver sahnelerinde (ister İstanbul, ister Ankara, ister İzmir olsun farketmez) bir fırtına gibi eser, kontratın biri bitmeden diğerini imzalardı... Bu nedenle; çoğunlukla sahneyi kolladı ve plak yapmayı diğer meslekdaşları kadar pek önemsemedi. Diğerleri (Behiye Aksoy, Gönül Akkor, Yıldız Tezcan, Mediha Demirkıran ...) sahne ve plakları eşit oranda önemsiyor ve zamanlarının önemli bir bölümünü stüdyolarda geçiriyorken, Sevim Çağlayan daha çok sahnede geçirdi zamanını, buralarda ne giyeceğine ne söyleyeceğine kafa yordu.

Hala öyle midir bilmem ama; o zamanlar takım tutar gibi tutardık sevdiğimiz artistleri şarkıcıları... Türkan Şoray’ a düşkünsek Hülya Koçyiğit’i, Erol Büyükburç’ u tutturmuşsak Selçuk Ural’ ı, Ajda Pekkan’ a tapıyorsak Ayla Dikmen’ i ya da bir başkasını görmezden gelirdik... Elbette hiç şart değildi ama, ben ‘Sevim’ lerin arasından Sevim Tuna’ yı seçmiştim o zamanlar... Benim için ‘Şahane Kadın’ Sevim Tuna’ ydı. Neden ‘şahane kadın’ lık Sevim Tuna’ ya uygun görülmedi diye üzülür dururken, Sevim Çağlayan gazete gazete gezer ve bu sıfatı nasıl edinmeye karar verdiğini anlatırdı...

Tuhaf şey; bu hikaye hiç değişmedi, Sevim Çağlayan hep aynı hikayeyi anlatıp durdu... O zamanlar da, sonra da... Sanatçı ile son röportajlardan birini Hürriyet’ ten Zeynep Güven yapmıştı. 1998 yılında yapılan (ve sanatçının ölümü nedeni ile geçen hafta tekrar yayımlanıp, bana bu yazı için eşsiz bir kaynak teşkil eden) bu röportajda da aynı hikayeyi anlatıyordu Sevim Çağlayan: Hayranlarından biri bir gün aramış ve Şahane Hanım’ la görüşmek istemiş... Buna sinirlenip kızan Sevim Çağlayan’ ı ise her zamanki gibi Yılmaz Gündüz yatıştırmış ve “kızacak ne var, bu çok güzel bir şey, bundan sonra isminin önüne bunu ekleyelim” demiş...

‘O güzelim yıllar’ habersiz gelip geçti ama bu değişmedi.O gün bugün Sevim Çağlayan bir ‘Şahane Kadın’...

BULURSANIZ KAÇIRMAYIN

Kaderimsin / Sevenler Kavuşurmuş – Elif Plak – 45’lik

NAİM DİLMENER  (Ocak 2000-Eski 45'likler)

 



Diğer Yazılar