SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

ZAMANLA DANS EDEN FİLMLER VE BİRTAKIM KORKULAR

22 Ağustos 2021 Pazar 13:53
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Sinemalarda normalleşmenin yeni döneminde aşı ya da PCR testi zorunluluğu getirilmesini beklediğimizi, yeni normalin muhtemelen bu olacağını geçtiğimiz haftalarda belirtmiştik. 6 Eylül’de bu uygulama başlıyor. Umarım kontrolü düzgün yapılır ve umarım henüz aşı yaptırmayanlara ek bir motivasyon olur.
Sonbahara adım adım yaklaşırken ülkemizdeki festivallerin de ayak sesleri duyulmaya başladı. Ayvalık Film Festivali ve Filmekimi, sosyal medyadan ilk duyurularını yaptılar. Adana ve Antalya da onları takip edecektir. Biz de elimizden geldiğince yaklaşan festivalleri takip etmeye çalışacağız. Festivalleri beklerken, vizyon turuna devam edelim.

Old (Zamanda Tutsak):
Shyamalan kadar dengesiz filmografisi olan çok az yönetmen var galiba. Her yönetmenin iyi ve kötü filmleri olur ama genelde dönemlere ayırabiliriz bunları. Shyamalan, tamam formunu buldu dediğimiz anda yine dibi görebiliyor. Old, Shyamalan'ın yine süper bir fikir buldum dediği (ki bu sefer bir çizgi roman uyarlaması) ve bunu enkaza çevirdiği, hadi enkaz demeyelim, o biraz ağır oldu da, başarılı bir şekilde hayata geçiremediği bir film olmuş. Bir grup insan, tatilde gittikleri plajda, zamanın normalden hızlı aktığını, giderek yaşlandıklarını fark ediyorlar ve olaylar gelişiyor. Aslında tipik bir Alacakaranlık Kuşağı öyküsü. Konu bir şekilde kendini izlettirmeyi başarıyor ama karakterlerin tepkileri, diyalogları çok kötü yazılmış. Fragmanı izlemesek, konusunu bir yerlerde okumasak ve filmin adı Old olmasa bile çok kolay anlayacağımız konsepti, karakterlerin anlaması filmin yarısını alıyor. Çocuklarınız, birkaç saat içinde gözünüzün önünde yetişkin birer insana dönüşürken, yav bunlara bir şey dokundu, alerji yaptı herhalde demek nedir, Allah aşkına. Filmin hikayesi açısından makyaj olayı da önemli, ama o kısım da sorunlu. Karakterlerin düzenli olarak yaşlanması lazım (bununla ilgili bir espri, filmin en sevdiğim yerlerinden biriydi ama buraya yazıp tadını kaçırmayayım). Ama makyajlarda zaman zaman tutarsızlıklar vardı. Bir karakterin önceki sahnede daha yaşlı gözükürken, sonraki sahnede daha genç gözükmesi gibi durumlar vardı ki, bir ara bundan da bir hikâye çıkacak zannettim, meğer düpedüz yanlışlıkmış.
Shyamalan'ın, sürpriz final yapmazsam, bu filmi benim çektiğimi anlamazlar takıntısı da hikayedeki açıkları çok daha fazla arttırıyordu. Belki uyarlandığı çizgi romanda da aynı sürpriz vardı, bilmiyorum ama en azından daha tutarlı bir hale getirilebilirdi. Tuhaf kamera açıları ve hareketlerinin de filme hizmet etmekten çok, zarar verdiğini düşündüm.
Her şeye rağmen, merak unsuru ve oyuncuların bir kısmının başarılı performansı, filmi de izlettiriyor. İşin ilginci bazı oyuncular gayet başarılı iken, bazıları da fazlasıyla abartılı idi. Neticede Shyamalan'ın filmleri arasında ortalara bir yere alırım.

Long Story Short (Uzun Aşkın Kısası):
Zamanı odağına alan, hatta yine çok kısa bir zaman içinde yılların geçmesi, insanların yaşlanması üzerinden gelişen bir film daha. Bu kez çok daha iddiasız bir romantik komedi. Hayatını sevmediği bir işi yaparak geçiren, önemli kararları hep erteleyen bir adam, evliliğinden hemen önce bir hediye alıyor ve sadece evlilik yıldönümlerini yaşadığı yıllar geçiriyor. Çok önemli bir film değil elbette ama öyle eğlencelik, kafa dağıtmalık, biraz da hayatın değerini bilelim mesajı veren bir fantastik romantik komedi isteniyorsa, izlenebilir. Filmin konseptini anladığınız zaman, nereden nereye gideceği çok belli. Sürekli de güvenli sularda dolaşarak, seyirciyi şaşırtacak hiçbir şey yapmıyor. Ama, başrolde Rafe Spall filmi sürüklemiş ve filmi izlettiren de onun performansı olmuş.
İşin fantastik boyutu üzerine çok düşünülmemiş gibiydi. Böyle filmlerde işin kuralları belli olmalı ki seyirci inansın. Burada ana karakterimiz sürekli 1 yıl ileri gidiyor ama neye göre? Senaristin kafasına göre. Belli bir kural yok. Old ile karşılaştırdığımızda, orada da sürekli olarak kural açıklandığını söyleyebiliriz. İkisinin arasında bir denge bulunması iyi olurdu.

Dark Sister (Lanetli Kardeş):
Sıfır beklentiyle gidip, kısmen beğendiğim bir film. Önce ilginç bir detay. Finalde, filmin adı Sororal olarak yazdı. IMDB'ye göre yönetmenin 2014 yapımı böyle bir filmi var. Biraz araştırınca Dark Sister ve Sororal'ın aynı film olduğu sonucuna vardım. Önce devam filmi mi ya da aynı adlı kısa filmin uyarlaması mı acaba dedim ama eski filmin fragmanı ve 1-2 sahnesini görünce, Sororal'ın benim Dark Sister olarak izlediğim film olduğunu gördüm. Anladığım kadarıyla 2014'de Sororal olarak Avustralya'da gösterilen film, 2018'de Dark Sister olarak Amerika'da gösterilmiş. IMDB'ye göre sürelerinde ufak farklar olduğuna göre, izlediğimiz yeni bir kurgusu muhtemelen.
Aslında konusu klasik sayılabilecek, katille telepatik bir ilişki kuran bir sanatçı hakkında. Sanatçı, katilin cinayetlerini tablolarına yansıtıyor. Filmin adından da tahmin edilebileceği gibi, işin içine bir takım akrabalık ilişkileri de giriyor. Bu arada filmde ana karakterimizin yaptığı başarılı tablolar varken niye bu kadar kötü afişlerle vizyona çıkmış, anlamak güç. Filmin Türkiye’deki afişi, yabancı afişlerden de kötü. Halbuki filmdeki tabloların stilinde, çok güzel işler çıkabilirmiş. 
Filmdeki oyuncuların da genellikle kötü ve abartılı olduğunu söylemeliyim. Peki konu çok iyi değil, oyuncular kötü de bu filmi niye kısmen sevdim? Çünkü eski giallo filmlerini de andıran, çok stilize bir görsel dünyası var. Hikâye ilgimi çekmese de perdeye bakmaktan keyif aldım. Evet, bu filme iyi demek zor ama yönetmen Sam Barrett, senaryo yazma işini başkasına bırakır ve daha iyi oyuncularla çalışırsa, daha iyi film yapabilir ışığını verdi bana.
Son bir not olarak, filmin çevirisinin çok çok kötü olduğunu söylemek durumundayım. Ya doğrudan Google Translate'e verdiler ya da ucuz olsun diye, İngilizceyi yeni öğrenen birisi yapmış olmalı çeviriyi.

Hanzap:
Pandemi sonrası bu tarz düşük bütçeli yerli korku filmleri azalarak yok olur diye umuyordum ama tam tersi mi olacak, nedir? Geçen hafta bunlardan iki tane gösterime girdi. Sıfır bütçeli oldukları için, her durumda para kazanıyorlar galiba.
Geçmişin günahları gün gelir yakamızı bırakmaz temalı, gayet kötü bir cin filmi, cin kostümü ile filme katılan kardeşimiz de korkutmaktan ziyade güldürüyor. Hadi zorlayarak iki olumlu cümle kurayım. Başrolde Sena Tuğçe Güner, bu filmin standartlarının üzerinde bir oyunculuk sergilemeye çalışmış. Bir de filmdeki cinci hoca, izlediğimiz bu tarz filmlerin çoğunun tersine, sahtekâr, dolandırıcı, tacizci ve korkak bir tip. En azından bunu yapmışlar diyebiliriz ama tabii ki tavsiye edemeyeceğim.

Gerçek Cinler:
Bu da tez yazmak niyetiyle, bazı doğaüstü söylentilerin duyulduğu bir köye gidip cinlerle karşılaşan inançsız ana karakterimizin, inançlı olmasını anlatan, izlediğimiz tonlarca filmden bir diğeri. Ormanda geçen sahneleri ile Blair Witch, evde geçen sahneleri ile Paranormal Activity. Bunların kötü birer taklidi olmasını yanında, her iki filmin de popüler olduğu yılların üzerinden uzun zaman geçti zaten.
Bu tarz filmlerin, gerçek cin görüntüleri var diye pazarlanması da ayrı bir tuhaflık. Bu anlamda cinci hocalardan pek bir farkları da yok. Esasen, yine birtakım adamların, ormanlık bir alanda, gece vakti sağa sola koşup bağrışmalarını izlediğimiz bir film. 
Ana karakterimizin yaptığı çalışmanın bazen tez, bazen ödev haline dönüştüğünü de söyleyeyim. Başka bir film için de yazmıştım, zaten tez, bu filmde anlatıldığı şekilde yapılabilecek bir şey değil.
Hadi yine olumlu bir cümle kurmaya çalışayım. Finale doğru evde hiçbir şey olmadan bekleme sahneleri, biraz tedirgin ediciydi.

Ankara’dan Etkinlikler:
Ankara’da vizyon dışı sinema etkinlikleri, Cermoden ve Mülkiyeliler Birliği açık hava gösterimleri ile devam ediyor:
Cermodern açık hava sineması programı:
23 Ağustos Pazartesi: Motivasyon Sıfır (Zero Motivation)
24 Ağustos Salı: Bir Kadın Zaferi (The Conductor)
Mülkiyeliler Birliği açık hava gösterimleri:
22 Ağustos Pazar: Gavur Mahallesi

Haftaya görüşmek üzere.
 

HASAN NADİR DERİN

 

GALERİ


Diğer Yazılar