SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

SPIELBERG, ÇOCUKLUĞUNA BAKIYOR

08 Ocak 2023 Pazar 09:56
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

2023 yılına, sinemalarda yeni filmlerle başladık. Bu hafta gösterime giren filmler içinde, Spielberg’in yeni filmi ön plana çıkıyordu. Öncelikli olarak, ona bakalım ve geçen haftadan kalan filmlerden, hayvan dostu bir yerli komedi ve ortalama bir korku filmi ile devam edelim.

The Fabelmans:
Filmin başında Sammy'nin annesi, sinemada izleyeceği ilk filmden önce ona, "filmden sonra yüzünde koca bir gülümseme olacak" diyor. İşte Steven Spielberg de, E.T.'den beri, sinemadan koca gülümsemelerle ayrıldığım filmler yapmaya devam ediyor.
Son zamanlarda, pek çok yönetmenin yaptığı gibi, kendi çocukluğu ve gençliğine döndüğü bu filmde Spielberg, onu sinemaya bağlayan filmleri, kişileri, olayları anlatıyor. Günün birinde, bizim kuşağın yönetmenleri, kendi çocukluklarını anlatmaya başladığında, onu ve onun filmlerini odağa koyacağından eminim.
Ana karakterimiz Sammy'nin sinemayla kurduğu ilişkiyi, her yeni kamerasıyla, kurgu makinasıyla kurduğu bağı anlattığı kısımlarda çok keyif aldım, o sinema tutkusunu içimde hissettim. Buralarda Spielberg kendi tutkusunu verirken, sinemanın gücünü de gösteriyor. Yine filmin en başında Sammy, anne ve babası ile sinema salonuna girmeden önceki sohbetinde, sinemanın iki yüzü ile tanışıyor. Biri işin son derece teknik tarafı, diğeri rüyaları gerçek yapan, seyircinin duygularını etkileyen tarafı. Mühendis baba, tekniği, sanatçı anne duyguları ön plana çıkarıyor. Ve biliyoruz ki Spielberg, sinemanın her iki alanında da çok usta. İşin tekniğini çok çok iyi bilirken, her zaman duyguları da işin içine katıyor. Yıllardır, bazen büyüleyici bir rüya, bazen korkutucu bir kabus sunuyor bizlere.
Filmin anne-baba ilişkisini verdiği kısımlar da iyi. İkili arasındaki sözlere çok az dökülen sorunlar ve ilişkinin tam ortasındaki üçüncü kişi çok iyi verilmiş. Yıllardır Spielberg'in hemen her filminde, boşanmakta olan bir aileyi anlattığı söylenir. Temelini nihayet görüyoruz. Bu sahnelerde Spielberg’in kendi gençliği ile de hesaplaştığı, yıllar sonra annesini de babasını da daha iyi anladığı söylenebilir.
Filmin çok işlemeyen tarafı, genç Sammy'nin yeni okulunda, Yahudi olarak dışlanması ve okulun kabadayıları tarafından tartaklanması. Belli ki, bu kısım da Spielberg'ün hayatında iz bırakmış ama buralar, bildik bir lise filmi kıvamında işlenmiş.
Spielberg, belki bu filmde bilinçli olarak, çok görkemli bir yönetmenlik sergilememiş ama yine de sinemanın gücünü gösteren çok iyi sahneler var. Annenin dansı, genç Sammy'nin kurgu masasında, annesinin gerçek duygularını anladığı, hiç diyalog içermeyen sekans gibi. Mezuniyet filminin etkileri de zayıf bulduğum lise bölümünün en iyi kısmıydı ve yine sinemanın gücünü gösteriyordu. Bu kısımda, Sammy'nin kabadayı gence, "kimseye anlatmayacağım ama belki filmini çekerim" demesi de çok güzeldi. Belki de Spielberg, 50 yıl sonra, tam da bunu yaptı.
Filmden oyuncu olarak çoğunlukla Michelle Williams adı öne çıkıyor. Gerçekten iyiydi. Zaten yıllardır sevdiğim bir oyuncu ama ana kadro içinde boş yoktu bence. Gabriel LaBelle'de genç bir Spielberg görür gibi oldum mesela. Vücut diline, yüz ifadelerine çok iyi çalışmış. Judd Hirsch de tek sahnede görülüp, sonra kayboluyor ama filmin doruk noktalarından biri olmayı da başarıyor.
Spielberg, tarafsız bakabileceğim bir isim değil. Filmografisi, bayıldığım, sevdiğim ve daha az sevdiğim filmlerden oluşuyor. Bu, sevdiğim filmlerinden biri oldu. Genç kuşağın, biraz daha az seveceğini tahmin ediyorum.
Ha bu arada, Spielberg'ün otobiyografik hikayelerine devam etmesini çok isterim. Lucas, Scorsese ve Coppola ile kanka oldukları dönemi anlatsa, harika olmaz mı?
Hatta film adı da veriyorum: Sakallılar

 

Dikkat Köpek Var:
Bir haftada, tüm Türkiye'de 2.769 seyirci çekip, vizyondan tümüyle kalkmış gibi gözüküyor. Aslında belli bir seviyeyi tutturan bir aksiyon komediydi. Ama hedeflediği kitle konusunda kafası karışık bir filmdi bence.
Bazı espriler ve kötü adam ve yancıları kısımları tamamen bir çocuk filmi kıvamındaydı. Ama çatışma sahneleri ve hafif erotik göndermeler, çocuklara çok da uygun değildi. Zaten film de 13+ sınırı almış ki, dediğim gibi özellikle kötü adam aksı, bu grup için çok basit kalıyordu. Tümüyle çocuk filmi olarak planlansa, daha başarılı olabilirdi.
Ben yine de, bir zamanlar Hollywood'da çok işlenmiş bir konu olsa da, temizlik ve düzen takıntılı bir polisin, bir köpek ile ortak olma hikayesini sevdim. Klişe ama işliyor. Kimi zaman araya giren animasyon sekanslar, seyirci ile konuşan dış ses gibi detaylar da güzeldi.
Hayvanlarla ilgili mesajlarını da artıya yazarsak, uçup kaçmasa da izlediğime pişman olmadığım bir film oldu. Küfürden geçilmeyen komedimsi filmlere, bin kere tercih ederim.

 

Monstrous (Lanetli Göl):
1950'lerde geçen bu filmde, net olarak söylenmese de muhtemelen kocası tarafından şiddete uğramış bir kadının, oğlu ile birlikte, küçük bir kasabada yeni bir hayata başlama çabalarını izliyoruz. Bir yandan kadının, yalnız yaşayan bir anne olarak kendini etrafa kabul ettirmeye çalışması, bir yandan oğlunun okuldaki yalnızlığı derken işin içine bir de evlerinin yakınlarındaki gölden çıkan gizemli yaratık giriyor. Bu gizemli yaratık, başta aileye zarar verecek gibi gözükürken zamanla oğlanın sevdiği bir figür haline geliyor. Belki de, ilk başta göründüğü kadar kötü bir yaratık değildir. Ya da?
Kadına karşı şiddet ve yalnızlık temaları üzerinden yürüyen bir korku filmi gibiyken, finale doğru yaptığı sürprizle hikâyeyi başka bir yöne sürüklüyor. Bu sürpriz de, bu tarz filmlere biraz alışıksanız, sizi şaşırtacak bir sürpriz değil zaten. Filmde genel bir olmamışlık hissi var. Gizemi işlemiyor, korku/gerilim duygusu yerinde değil. Christina Ricci ve oğlunu canlandıran Santino Barnard başarılı olsa da yan oyuncu kadrosu, filmi aşağı çekiyor. 50'lerin dünyası ile ilgili birkaç parlak fikir var ama onlar da yetmiyor. Christina Ricci'yi perdede görmeyi özledik diyenler dışında (ki o gruba giriyorum), pek kimseye öneremeyeceğim.
Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar