SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

SINNERS, STAR WARS, TOLGA KARAÇELİK VE DİĞERLERİ

08 Mayıs 2025 Perşembe 10:37
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Sinema salonlarına giden seyirci sayısı giderek düşse de, vizyona giren filmlerin sayısı azalmıyor. Hatta, tam tersine artıyor. Her ne kadar, bunların çoğunluğu vasat olsa da, aralarında güzel sürprizler de çıkabiliyor. Bu hafta da önce, bunlardan birine, Sinners’a bir göz atalım. Sonra, modern klasikler kontenjanından vizyona giren, 20 yıllık bir Star Wars filmine, Tolga Karaçelik’in Amerika’da çektiği ilk filme, Güney Kore yapımı bir gençlik filmine ve bir cin filmine bakalım.

Sinners (Günahkârlar):
Şimdilik, yılın en güzel sürprizi. Filmi duyduğumda, hiçbir beklentim yoktu, gelen iyi yorumlarla, beklentiyi yükselttim. İzleyince de iyi yorumlar çok haklıymış dedim. Yalnız, eğer hala mümkünse, hikâyenin nereye doğru gittiğini bilmeden izleyiniz. Ben, basın gösterimi sonrasındaki yorumlardan bunu öğrenmiştim ve o şekilde de çok beğendim ama film, ilk yarısı boyunca karakterleri tanıtıp, nereye gideceğini açık etmeyecek şekilde tasarlanmış. İlk izlemenin böyle olmasında fayda var.
O yüzden ben de konuya girmeyeceğim. Yönetmen Ryan Coogler'ın bir kez daha yeteneğini gösterdiğini ve tüm filmde çok başarılı bir atmosfer kurduğunu, filmin içinde değişen her türün kurallarını çok iyi uyguladığını söyleyebilirim. Filmin teknik tarafı çok iyi. Ses ve görüntü tasarımı, dönemi yansıtan dekorları, müzikleri vs.
Ben IMAX'de izledim. Orada, IMAX kameraya geçip, görüntü formatının değiştiği her sahne çok etkileyici. Normal salonlarda, aynı etkiyi vermiş midir, bilmiyorum. Özellikle, filmin tam ortasında yer alan ve sonraki tüm olayları tetikleyen bir müzik sahnesi var ki, bayıldım. Sadece bu sahne için bile filmi izleyin diyebilirim. Tek başına filmin seviyesini yükselten bir sahne bence.
Film fena hasılat yapmasa da bütçesinin fazla olduğu konuşuluyordu. Bütçesini hak etmiş bence ama belki bir tek Michael B. Jordan'ın ikiz kardeşleri oynamasına takılabilirim. Jordan, kardeşlerin farklı ve benzer taraflarının altını iyi çizmiş ama ikiz kardeş değil, abi-kardeş olsalar da pratikte hikâye hiç değişmeyecekti. Oraya harcanan görsel efektin maliyeti düşürülebilirmiş. Belli ki Coogler, tüm filmlerinde beraber çalıştığı Michael B. Jordan'a çok güvenmiş.
Son olarak, filmde bir mid-credit, bir de tüm yazıların sonunda olmak üzere, iki final sahnesi var. Mid-credit gerçekten önemli. Bence tüm filmlerde jeneriği bitene kadar izlemek lazım da, eğer tercih etmiyorsanız, en son sahnenin kritik olmadığını söyleyebilirim. Fakat, Yyazıları sonuna kadar izlerseniz, müzisyenler arasında tanıdık bir isim de göreceksiniz.

Star Wars: Episode III - Revenge of the Sith:
Sinemada iyi bir Star Wars filmi izlemeyi özlemişiz. Yine tüylerim diken diken izledim ve zaman zaman eleştirdiğimiz George Lucas'a hakkını bir kez daha teslim ettim. Ayrıca, adam 20 yıl önce bizi uyarmış. Bakın, bir adama bu kadar fazla yetki verilmez, pişman olursunuz demiş, "Cumhuriyetin sonu büyük alkışlarla geliyormuş" demiş. Hatta, bakın darbe girişimini kendi çıkarı için kullandı da demiş. Valla, bizde olsa FETÖ'cü diyip almışlardı adamı.
Hatırlıyorum, o dönem prequel'ler için Star Wars çocuk filmlerine döndü falan diyorduk. Ep.3 ile hem politik arka planı çok sağlam, hem de çok karanlık bir film yapmıştı Lucas. Ve hala sapasağlam duruyor. Giriş bölümünde bir ara, hatırladığım kadar iyi değilmiş galiba dedim ama Palpatine'nin planları işlemeye başladıktan sonra ve özellikle Anakin karanlık tarafa kaydıkça, film şahlanıyor. Üstelik karanlık tarafa geçişi göstermek için Dooku'nun ve Mace Windu'nun ölümleri gayet yeterli olabilecekken, Anakin'e gidip çocukları öldürtmek gibi riskli bir tercih de yapıyor Lucas. Dünyanın belki de en popüler film serisi için, gerçekten cesur bir tercih ve işliyor.
Mustafar'daki düelloyu sabaha kadar övebilirim. Darth Vader'a dönüşümün son halkasını oluşturmak için çok iyi bir fikir, harika bir dövüş koreografisi ve her şeyden önemlisi duygusal arka planı da çok güçlü.
Filme kusursuz dememi engelleyen tek şey, Padme ve Natalie Portman. Özellikle Ep. 2'de severim kendisini ama burada senaryodan da dolayı çok pasif ve tüm film boyunca yaptığı tek şey, gelişmelere üzülmek. Buna rağmen, yukarıda yazdığım cumhuriyet repliği ile yine aldı beni. Yine bir gaza geldim, Ep.1-6'yı tekrar izleyeyim dedim. Ya da en azından, Andor'u artık gündeme alsam güzel olacak.

Psycho Therapy: The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write About a Serial Killer:
Tolga Karaçelik, çok sevdiğim bir yönetmen. Hatta Sarmaşık benim için başyapıt seviyesinde bir film. Amerika'da çekeceği bu filmi çok merak ediyordum. Ama bu sefer üzdü maalesef. Bu sefer, özellikle senaryo konusunda eski filmlerinin başarısına ulaşamıyor. Belki anadilinde yazmadığı için, belki de Amerika'da film çekince, onların tanıdığı şeyler yazmak zorunda kaldığı için. Karşılaşılan durumlar, açmazlar, karakterler bize hep başka filmleri hatırlatıyor. Özellikle Kelebekler'de tam kıvamını bulmuş olan mizahı, burada çok tutuk ve soğuk. Aslında bu amaçlanmış belli ki. Özellikle Britt Lower, buna uygun bir oyunculuk çıkarıyor ama o da karakterin dönüşümünün ipuçlarını veremiyor. Final de çok hızlıca toparlanmış açıkçası.
Filmin en sevdiğim tarafı, Karaçelik'in ilk filminden beri devam eden bazı takıntılarından vazgeçmemiş olması. Daha en başta otelin adıyla, yüzümde bir gülümseme uyandırdı mesela. En güzel sürpriz ve kullanılmayan potansiyel ise, Nadir Sarıbacak. İşin başka yönlerine hiç girmeyeceğim ama adam çok iyi oyuncu. Burada kısacık rolünde bile o ışığı hissettiriyor. Arnavut mafya babası rolünde o olsa, rolü bayağı köpürtür, filmin gizli yıldızı olurmuş. Tuğçe Altuğ'un da ufak ve aslında çok da etkili olmayan bir rolü de var.
Ben Karaçelik'in hayranları salonları doldurur diyordum ama görünen o ki, isimsiz bir yönetmenken çektiği Gişe Memuru'ndan bile az izlenecek. Seyirci, iyice elini ayağını çekmiş salonlardan. Bu filmini çok sevemedim ama Karaçelik, kredisini öyle hemen tüketecek bir yönetmen değil benim için. Sonraki filmlerini merakla beklemeye devam edeceğim. Amerika macerasına devam edip, orada başarıyı yakalarsa da çok memnun olurum.

You Are the Apple of My Eye (Gözbebeğim):
Bu filmin vizyona girdiğinden, K-Pop hayranları dışında kaç kişinin haberi oldu bilmiyorum. İki hafta önce, yanılmıyorsam sadece bazı Cineverse'lerde oynadı ve ikinci haftaya kalmadı. Ben sevdim, gayet de keyifli vakit geçirdim.
Neden K-Pop hayranları diyorum? Başrol oyuncuları, bu grupların elemanlarından. Özellikle kadın oyuncu Dahyun, epey ünlüymüş sanırım. Valla, kuşak farkı. Bende hiç yoklar ama bu ilk aşk hikayesinde hem birbirlerine, hem perdeye yakışmışlar.
Lisedeki o çekingenlikler, delilikler, ders çalışsam, hayatta bu ne işime yarayacak düşünceleri gayet iyi verilmiş. Kahramanlarımızın ilk tanıştığı yıl olanları uzun uzun anlatıyor ama lise sonu fazla hızlı geçmiş. Sonrası daha da hızlı. Yetişkinlik kısmını daha uzun anlatsa, filmin süresi çok uzardı ama lise sonu daha fazla görebilirdik bence.
Filmin, anime ile yakınlığını da sevdim. Doğrudan anime olan herhangi bir sahnesi yok ama pek çok sahnede, kendimi anime izliyormuş gibi hissettim. Klişe bir final yapmamasını da, başarılı noktalarından biri. Sonsuza dek, mutlu yaşadılar demek, çok kolay olurdu. Daha farklı ve gerçekçi bir final yapıyor. Çok önemli bir film değil belki ama iyi bir gençlik filmi diyebilirim.

Sitare - Cin Kraliçesi:
Yazmıyorum diye, cin filmlerini bıraktığımı zannetmediniz, değil mi? Hep birbirinin aynı olunca, yazmıyorum ama çok çok kötü olunca ya da ufak bir ışık bulunca, yazasım geliyor. Bu, ufak bir ışık olanlardan. Ufak ama bakın, öyle çok da yükselmeyin. Aslında, hikâye klasik cin filmi hikayesi. Lanetli bir hazine, onu bulmaya çalışırken, ölen insanlar. Yine de nesillere yayılan hikâye fena kurulmamış.
Filmin bir kısmında, yine cin filmlerinde bin defa gördüğümüz, klasik jump scare'ler, saçma makyajlar falan var. Fakat bunların arasına, ender de olsa, beklenmedik şekilde, iyi çekilmiş sahneler giriyor. İki oyuncunun diyaloğuna bakıyoruz, ne kadar kötü oyunculuklar diyoruz. Sonra başka iki oyuncu geliyor, bunlar gayet iyi diyoruz.
Ve film, ortasına doğru asıl kozunu kullanıyor: Sürmeli Hoca! Evet, filmdeki adı, gerçekten bu. Bakınız, karizmaysa karizma, cesaretse cesaret, alimlikse alimlik. Hepsi var. Şaka bir yana, film cidden bu karakteri, hayran olacağımız kahraman olarak konumlamış. Cin filmlerinin %90'ında bu konumdaki karaktere gülerdik. Hiç inandırıcı gelmezdi. Burada, fena değil dediğim bir karakter oldu.
İyi bir film demem mümkün değil ama o rezalet filmlerin arasına da koyamıyorum. Çok dengesiz. 1 iyi sahne ve oyuncuya karşı, 3 de kötü sahne ve oyuncu var. Daha iyi bir kadro ve biraz daha geniş bir bütçeyle, daha iyisi olabilirmiş ışığını verdi en azından. Bu da bir şey.
Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar