SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

KUTSAL ÖRÜMCEK VE VİZYONDAN SEÇMELER

25 Aralık 2022 Pazar 13:11
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Yılın son haftasına girerken, festivaller hız kesmiş durumda. Biz de vakit kaybetmeden, vizyondan birkaç filme daha göz atalım.

Holy Spider (Kutsal Örümcek):
Hakkında yorum yazmakta geciktiğim bir film olsa da halen izleniyor, ilgi görüyor. İran'da, "iffetsiz" bulduğu kadınları öldürerek sokakları temizlemek isteyen bir adamın, bir seri katilin hikayesi. Gerçek bir olaydan esinlenen bir film. Ben gayet etkileyici ve başarılı buldum.
Filmi izledikten sonra, yazılanlara baktığımda, sevenler kadar sevmeyenlerin de olduğunu gördüm. İşin ilginci, sevmeyenlerin bazı nedenleri, benim filmi sevme nedenlerim arasında.
Eleştirilerin biri, cinayetlerin gösterilme tarzı ile ilgili. Burada seyirciyi etkileme çabası olduğu söylenmiş. Doğru ama filmin buna ihtiyacı var. Cinayetlerin dehşet verici olduğunu göstermek, bu kadınların öldürülmesini haklı sayacak görüşün sakatlığını da vurguluyor. Yani film burada, şiddeti eğlence malzemesi yapan bir şiddet pornosu gibi işlemiyor. Hatta Kieślowski'nin Öldürme Üzerine Kısa Bir Film'de yaptığına benzer bir yapıda işlediği bile söylenebilir. Bu filmin adını anmamın bir nedeni daha var, oraya geleceğim.
Gördüğüm bir diğer eleştiri de katilin sakin bir aile babası olarak çizilmesi ve cinayetleri kendince haklı görmesi nedeniyle, filmin onun yanında olması idi. Halbuki bence tam tersi. Film asla onun yanında değil ama onu anlamaya çalışıyor. Bu da önemli, çünkü katil bir canavar olarak çizilse ve cinayetleri de nedensiz işlediğini görsek, bireysel bir olay der geçebilirdik. Halbuki tüm bir bakış açısının sakatlığını göstermeye çalışıyor. Film ilerledikçe, toplumu da işin içine katarak, bunun altını daha fazla çiziyor. Filmin katilin yanında durmadığı şuradan da belli. Bir anti-kahraman filminde olduğu gibi, seyirci olarak onun işlediği suçlardan kurtulmasını değil, bir an önce yakalanıp cezalandırılmasını bekliyoruz.
Benim de filme iki eleştirim var ama biraz spoiler'lı olacak. İzlemediyseniz, pas geçebilirsiniz.
Biri, yönetmenin uzun süredir Danimarka'da yaşayan bir İran vatandaşı olarak, ülkesine bazı yönlerden fazlaca batılı bir bakış açısı ile bakması. Toplum eleştirisi yaptığında, bize gösterdiği tek şey, katilin yanında olan kesim. Hele finalde, gelecek nesle yönelik epey karamsar bir bakış da getiriyor. Ama özellikle son aylarda İran’da yaşanan gelişmeleri gördükten sonra, ben eminim ki, İran'da bu adamın yaptıklarını onaylamayan ciddi bir kesim de vardır. Ama bunu hiç görmüyoruz.
Eleştireceğim ikinci konu da filmin idam meselesine bakışı. Filmde idam, bir çözüm yolu olarak karşımıza çıkıyor. Bu da sıkıntılı bir bakış. Yukarıda adını andığım Kieślowski filminde ise, idamın da suçlunun işlediği cinayet kadar korkunç olduğu vurgusu vardı ve daha sağlam bir yerde duruyordu.
Tüm bunların dışında, filmi gerilim yaratma duygusu olarak da, mahkeme kısmıyla da sevdim. Oyuncular da gayet iyiydi. Kafamdaki birkaç meseleye rağmen, öneriyorum.

Violent Night (Vahşi Gece):
Die Hard ve Home Alone karması, John McClane yerine Noel Baba'yı koyan, gayet eğlenceli, bol kanlı bir noel filmi. İlginç bir karışım gibi duruyor, elbette herkese göre değil ama moduna girerseniz gayet de güzel işliyor. Yine de biraz daha çılgın olmasını isterdim sanırım.
Filmin göndermeleri öyle gizli saklı değil, yüzümüze yüzümüze çarpıyor. O yüzden, şu filme fazla benziyor gibi eleştiriler yapmak, çok da anlamlı değil. Kötü adamlar fazla aptal ve beceriksiz denebilir ama ona karşı da, Home Alone'da çok mu farklıydı, derim. Zaten filmin öyle kendimi ciddiye alayım, gerçekçi olayım gibi bir derdi yok. Öyle yapsa, hata ederdi zaten. Ki, tam da o yüzden daha da çılgın olmasını isterdim dedim.
David Harbour, aksiyon kahramanı, sarhoş ve küfürbaz Noel Baba rolüne çok yakışmış. Leah Brady de, filmin Home Alone tarafının kahramanı ve Noel Baba'ya inanan ufaklık olarak gayet sevimli. John Leguizamo'ya da kötü adam olarak artı puan verelim ama diğer kötü adam ve kadınlarla, rehin alınan ailenin üyeleri, çok ilginç değiller. Bu da filmin eksilerinden.
Filmin devamının gelmesi de konuşuluyormuş. Noel Anne'nin de işin içine katılabileceği bir devam filmi güzel olabilir ama benim asıl merak ettiğim, Noel Baba'nın "origin story"si oldu. Bu filmde, tadımlık olarak görüyoruz ama daha ayrıntılı olarak da izlemek isterdim.

Kendi Yolumda:
Herhalde ana akım yerli filmler arasında, gişe olarak 2022'nin en büyük hayal kırıklıklarından biri. 288 salonda başlayan vizyon yolcuğu, 4. haftasında 1 salona inmiş ve toplam 35.000 seyirciyi bile bulamamış. Filmin tam olarak nasıl pazarlanacağı bulunamadı bence. Fragmanı izleyenler, bir "What If" hikayesi izleyeceğini biliyordu belki. Gökhan Özoğuz, İstanbul'da değil Adana'da bir oto tamircisinin oğlu olarak doğsa, ne olurdu? Filmi izleyince hikâyenin tam da böyle olmadığını görüyoruz ama önemli değil. Buna çok benziyor. Fakat pek çok kişinin de sadece isim ve afişten yola çıkarak film seçtiğini biliyoruz. Böyle bakınca, muhtemelen filmin Gökhan Özoğuz hakkında bir biyografi olduğunu sananlar da az değildi ve bu pek de ilgi çekmedi anlaşılan.
Bunun yanında, filmin bir "What If" hikayesi olduğunu bilerek gidenlerin de beklentisini karşılamadı bence. En azından kendi açımdan öyle oldu. Ben müzik odaklı bir film izleyeceğimi, Gökhan'ın tüm zorluklara karşı, kendi müziğini yapma çabasını göreceğimi düşünüyordum. Evet, filmin müzik üzerinden ilerleyen bir damarı var ama ana hikâyenin bu olduğunu söylemek, filmin doğrudan müzikle ilgili bir film olduğunu düşünmek çok zor. Ki bu tarafta da bence asıl sorunun cevabı yok. Gökhan, nasıl oldu da o ortamda, bu müziğe ilgi duydu? Bazı ipuçlarından, kimi çıkarımlar yapmak mümkün ama onlar da fazla zorlama.
Filmin esas hikayesi ise, bolca Adanalılık esprisi içeren (ki bir kısmına güldüm, yalan yok), bir mafya hikayesi. Hatta bir de, biraz da duygulandıralım diye bir aile hikayesi de eklemlenmiş.
Açıkçası filmi izlerken, bende uyandırdığı duygu, yapımcıların elinde çok standart bir mafyatik komedi hikayesi varmış. Her nedense, Gökhan bu hikâyeyi sevmiş ve projeye dahil olmuş. O girince, senaryoyu da ona göre değiştirmişler oldu.
Uzun lafın kısası, bence kaçırılmış bir fırsat. İlginç bir alternatif müzik hikayesi çıkabilirdi. Son dönemdeki hayal kırıklığı yaratan işlerine rağmen, Ömer Faruk Sorak da bu iş için uygun bir yönetmendi.
Ha, unutmadan son bir şey daha. En başlardaki, hiçbir şeye hizmet etmeyen Şebnem Bozoklu cameo'su neydi, Allah aşkına?

Hosts (Şeytanın Laneti):
Bir Noel yemeğinde, içlerine doğaüstü varlıklar giren misafirlerin, ev sahiplerini teker teker öldürmesini anlatan gayet kötü bir korku filmi. Aslında hakkında hiçbir şey yazmayacaktım ama tek bir konuyu, özellikle vurgulamak istedim. İnanılmaz kötü dublajı.
Mümkünse animasyonlar hariç, dublajlı film izlememeye çalışıyorum. Animasyonlar da dublaj hiç fena değil aslında. Bu filmin, Ankara'da altyazılı kopyası yoktu. Dublajlı izlemek zorunda kaldım. Aman Allahım. Böyle bir şey olamaz. Hobi olarak dublaj yapan, para almayız abi, sesimiz duyulsun diyen insanlarla çalışmışlar adeta.
Dublajın kötülüğü bir yana, karakterlere en uyumsuz olacak sesleri nasıl buluruz diye özel olarak düşünmüş olmalılar! Bir adım ötesi, erkekleri kadınların, kadınları erkeklerin konuşması olurdu herhalde! Filmlere puan vermiyorum genelde ama şöyle diyeyim. Filmin hak ettiği puan, 10 üzerinden 3 ise, yapılan dublaj, o puanı 1’e düşürüyor.
Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar