SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

50 YIL ÖNCESİNDEN GELEN İSVEÇ EROTİK FİLMLERİ

21 Ağustos 2022 Pazar 18:11
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Bu hafta, burada pek konu etmediğimiz, farklı temada filmlerden bir seçki ile notlarımıza başlayalım. Geçtiğimiz hafta MUBİ’den ayrılacak filmler listesinde, 60’ların sonu, 70’lerin başından bir grup İsveç erotik filmi yer alıyordu. Dijital platformlardaki izleme deneyimim, çoğunlukla, platformdan ayrılacak filmleri izlemek şeklinde geliştiği için radarıma girdiler ve sonrasında bu filmlerden birkaçını izledim. Genelde çok iyi filmler oldukları söylenemez ama farklı açılardan ilginç yönleri vardı. Bu filmlerden söze başlayıp, sinemada izlediğim birkaç filme de göz atayım.

Ur kärlekens språk (Language of Love):
Bu filmin ilginç tarafı şu: Taxi Driver'da Travis'in, ilk buluşmalarında Betsy'yi götürdüğü, Betsy’nin pornoyu andıran sahnelerinden rahatsız olup çıktığı film, bu filmmiş. Elbette ilk buluşma için uygun bir film değil ama Travis'e de bir parça hak verdim izleyince. Film bayağı güzel bir şekilde, cinsellik eğitim filmi olarak paketlenmiş ama araya parçalar atılmış adeta. Filmde, bazı bilim insanları, erkek ve kadın cinsel organları, mastürbasyon, doğum kontrol yöntemleri vs. gibi konularda, gayet ciddi ve bilimsel konuşmalar yapıyorlar. Sonra da konuştukları konularda, detaylı(!) sahneler izliyoruz. Aradan 50 yıl kadar geçmişken, konuşulan konulardan bazıları demode ve sıkıcı kalmış. Açıkçası, araya konan sahneler de öyle. Ama Amerika’da bile sinemalarda gösterildiğine göre belli ki, zamanında büyük olay yaratan bir filmmiş. Hatta sonradan, iki de devam filmi çekmişler. Onlar da MUBİ’de yer alıyordu aslında ama bir film, yetti de arttı. Diğerlerini izlemedim. Sadece birinin başına baktım. Orada, eşcinsellik nedir sorusu ile başlamışlar. Neyse ki, hastalık değildir diye konuya girmişlerdi ama yukarıda da dediğim gibi, yer İsveç olsa bile, 50 yıl öncenin bakış açısı, bugüne göre farklıymış.

 

Anita:
Bu film de bambaşka bir tarafıyla ilginç bir filmdi. Film, nemfoman bir genç kızın, başlarından geçenleri, çevresindeki insanların aksine onu yargılamayan, yardımcı olmaya çalışan bir adama anlatması ile flashback'ler üzerinden gidiyor. Konu tanıdık geldi mi? Evet, Lars von Trier'in Nemfomanyak'ı, resmen bu filmin remake'i imiş. Trier, hikâyeyi geliştirmiş, filmin yapısını kendi tarzına uydurmuş ama hikâyenin benzerliğini boş verin, Stellan Skarsgård'ın, final hariç, her iki filmde de neredeyse aynı rolde oynaması tesadüf olamaz. Belli ki, Trier çıkış noktası olarak bu filmi almış.
Yalnız Stellan Skarsgård, çakı gibi delikanlıymış burada. Bu kadar genç halini hiç izlememiştim. Ama gençliğinde, onun da yakışıklı olduğu, oğullarından belliydi zaten. Zamanında, çok kısa bir süre de olsa, epey popüler olan başroldeki Christina Lindberg de çok güzel bir kadınmış gerçekten. Filmin pek iyi olduğu söylenemez ama. Hikâyeyi Lindberg'in vücudunu bol bol göstermek için bahane olarak kullanmışlar açıkçası.

 

Exponerad (Exposed):
Christina Lindberg’e o ünü kazandıran film de bu filmmiş. Christina Lindberg, burada bir partide çıplak fotoğrafları çekildikten sonra, bu fotoğraflar ile kendisine şantaj yapılan ve bu durumdan kurtulmaya çalışan bir genç kız rolünde. Zamanında, filmin non-lineer anlatımı övülmüş aslında. Ama burada da benzer şekilde, hatta yukardaki filmden daha baskın bir şekilde, hikayenin cinsellik sahneleri için bahane haline geldiğini söylemek lazım.

 

Eva - den utstötta (Eva, the First Stone):
İzlediğim İsveç erotik filmleri grubu içinde, hikayesi açısından en farklı açılımları olabilecek ama etik olarak da bir o kadar tartışmalı olan film de buydu. Film 14 yaşındaki Eva’nın, vücudunu evsiz bir adama teşhir etmesi ile başlıyor. Bunu gören başka kişiler de olunca olay polise kadar gidiyor ve yapılan soruşturmada Eva’nın bazen para, bazen küçük hediyeler karşılığı kasabadaki pek çok erkekle cinsel birliktelik kurduğu anlaşılıyor. Soruşturma büyüyor, büyüyor ve en sonunda kasabanın en nüfuzlu kişisine kadar ulaşıyor. Üstelik Eva’nın en uzun süredir devam eden ilişkisinin de onunla olduğu ortaya çıkıyor. Ama ne oluyor, bu konuda açılan davanın büyük bölümünde ayıplanan yine Eva oluyor. Bir kasabanın iki yüzlülüğünü, herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı sırlarını ele alması açısından ilginç bir film. Konuyu ele alışı da fena değil.
Fakat iş, Eva’nın cinsel birlikteliklerinin perdeye/ekrana yansıtılma şekline gelince iş değişiyor. Orada, yukardaki örneklerde de olduğu gibi, olay soft-porno sınırlarında bir sömürü sinemasına dönüyor. Üstelik, her ne kadar başroldeki Solveig Andersson, bu film çekildiğinde 22 yaşında olsa da, hikaye gereği 14 yaşındaki, hatta flashback sahnelerini de düşünürsek, daha da küçük yaştaki bir genç kızın yaşadığı cinsel birliktelikleri izleyen bir röntgenci konumunda buluyoruz kendimizi. Etik olarak epey sorunlu bir durum.

 

Kattorna (The Cats):
Bu film de İsveç erotik filmleri seçkisinde yer alıyordu ama diğerlerinden çok farklı bir yerde duran bir yapımdı. Sanırım aynı pakette kiralanmış ama 1-2 çıplaklık sahnesi dışında erotizm ile alakası olmayan, hatta Bergman filmleri ile akrabalık kurulabilecek bir yapımdı. Ki, başroldeki Eva Dahlbeck’e de bir Bergman oyuncusu diyebiliriz zaten. Bir çamaşırhanede çalışan kadınlar arasında, bir günde geçen filmde, bir dedikodu üzerine gelişen olayları izliyoruz. Filmde sadece bir erkek oyuncu var, o da birkaç sahnede girip çıkıyor zaten. Hikaye, bir süredir ortadan kaybolan çalışanlardan birinin, şeflerini lezbiyenlikle ve kendisini taciz etmekle suçlaması üzerine kurulu. Evet, o yıllarda (filmin yapım yılı, 1965) sadece lezbiyenlik bile bir suçlama olabiliyor. Bunun üzerine, neredeyse tüm çalışanlar, şefe tavır almaya başlıyor. Film ilerledikçe, için pek de görüldüğü gibi olmadığı anlaşılmaya başlıyor.
Tek bir mekân ve kısıtlı oyuncu kadrosu ile kurulmuş olan film, bariz bir şekilde bir tiyatro oyunu uyarlaması izlenimi veriyordu. Nitekim, senaryo yazarı Walentin Chorell, filmi, kendi tiyatro oyunundan uyarlamış. Filmin ana konusu dışında, kadınlar arasındaki ilişkiler, kocaları, sevgilileri hakkındaki konuşmaları vs. de gayet iyi kurulmuş. Oyunculuklar da başarılı. Bugün pek adını anmasak da, zamanında büyük festivallerde ana yarışmalarda filmleri yarışmış olan Henning Carlsen’in yönetmenliği de çok ışıltılı olmasa da yeterli. Tüm bu İsveç filmleri arasında, en iyisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Behind You (Korku Evi):
Vizyondan yabancı bir korku filmi ile devam edelim. Yeterince kötü yerli korku filmi vizyona girmiyormuş gibi, kötü yabancı korku filmleri de sinemalarımıza gelmeye devam ediyor. Burada da bir eve musallat olan kötücül bir ruh ve onun aynalar vasıtasıyla, dünyamıza geçme çabasını izliyoruz. Benzerlerini çok gördüğümüz bir hikâye ama bundan iyi film çıkar mıydı? Aslında çıkardı. Seyirciyi diken üstünde tutacak iyi bir atmosfer ve inandırıcı oyunculuklar olsa, klişe bir korku filmi ama zevkle izledim diyebilirdim. Burada filmin tüm unsurları, vasatın etrafında dolaşıyor. Hadi, yine de görüntü yönetimini biraz ön plana çıkarayım. Karanlığı ve ayna ve parlak yüzeylerdeki yansımaları fena kullanmıyor. En azından, bir şekilde filmi finale kadar getirmemizi sağlıyor. Onun dışında, korku filmi olsun da çamurdan olsun diyecekler dışında, pek kimseye öneremiyorum. Yine de bütün yıl gösterime giren yerli korkuların, neredeyse hepsinden iyi maalesef.

 

Blood Simple (Kansız):
Önce bir itiraf. Coen'lerin bu ilk filmini, üstelik 2004'de DVD'sini almış olmama rağmen, halen izlememiştim. Başka Sinema'nın toplu gösterileri vesile oldu da nihayet, üstelik sinemada izlemiş oldum. Çok da keyif aldım doğrusu. Diğer filmleri yanında daha karanlık ve mizah seviyesi de daha az duruyor. Ya da belki, çok daha karanlık bir mizah demeliyiz. Ama ikilinin tür filmlerine ne kadar hâkim olduklarını da gösteriyor. İlerideki filmlerinden en çok, No Country for Old Men ile akrabalık kurabiliriz. Gerçekten kara film atmosferini çok güzel kurarken, seyirciyi diken üstünde tutmayı da başarmışlar. Karakterlerin yaptığı saçma hatalar ya da basit yanlış anlamalar da aslında, yine ilerideki Coen filmlerinin sinyallerini veriyor. Benim gibi, henüz izlemediyseniz, izleyiniz.
Frances McDormand'ın da ilk filmi bu arada. Kendisinin müthiş bir oyuncu olduğu konusunda hemfikiriz herhalde. Ama güzelliği ile pek ön plana çıkmazdı. Valla bu filmde çok güzelmiş. Klasik anlamda bir femme fatale olmasa da, bir anlamda o boşluğu dolduruyor. Joel Coen'in filmin çekimi sırasında Frances'a âşık olmasına, hemen sonrasında da evlenmelerine hak verdim doğrusu.

 

Ankara’dan Etkinlikler:
Ankara’da vizyon dışı sinema etkinlikleri yine, Cermodern ve Mülkiyeliler Birliği’nin açık hava gösterimleri ile devam ediyor.

 

CerModern:
21 Ağustos Pazar: Birdman
22 Ağustos Pazartesi: Buz Devri (Ice Ace)
23 Ağustos Salı: Paralel Anneler (Parallel Mothers)

Mülkiyeliler Birliği:
28 Ağustos Pazar: Adults in the Room
Haftaya görüşmek üzere.
 

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar