Top Gun: Maverick çok ideal bir devam filmi olmuş. İlk Top Gun'un tarzını tüm film boyunca devam ettiriyor. Hikâye ve kimi sahnelerde çok belirgin paralellikler var. İlk filmi sevenler, o günlerde sinemada izlemiş olanlar kaçırmasın derim. Film, bir 80'ler filmi izliyoruz havasıyla başlıyor ve o hissi hiç bırakmıyor. Müziklerde bile Lady Gaga'nın şarkısı dışında ağırlıklı olarak 80'lerin şarkıları var (Take My Breath Away'i niye bir yere sıkıştırmadılar, anlaşılır gibi değil.). Teknik olarak ilk filmden kesinlikle iyi. Tom Cruise'un bilgisayar efektlerini minimumda tutacağım manyaklığı, etkisini hissettiriyor.
Yaz aylarına girmeden önce, son festivalimize hazırlanırken, vizyona da yine 9-10 filmle devam etmekteyiz. Son haftaların, bambaşka seyirci kitlelerine hitap etse de iyi seyirci çeken, başarılı filmleriyle başlayıp, kötülere doğru ilerleyelim ve son yılların en kötü filmiyle yazımızı bitirelim.
Vizyon takvimi, haftada 9-10 filmle devam ediyor. Doğrusu gerçekten izlenmeye değer filmlerin sayısı, son derece az. Bu hafta yine vizyonda yer alan filmlerden bir kısmı hakkında ufak görüşlerle devam edelim. Ankara’daki sinemaseverler için, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin biletlerinin satışa çıktığını da hatırlatmış olalım.
Son ayların en merak edilen, muhtemelen seyirci sayısı olarak, sinemaların yüzünü güldürecek filmi, bu hafta gösterime girdi. O halde, ondan başlayarak vizyondaki filmlerin bir kısmına bir göz atalım.
İstanbul Film Festivali’nden vizyona geri döndük. Sinemalardaki film sayısına bakarsak, vizyon çok bereketli. Nisan ayında toplam, 47 film gösterime girmiş. Her hafta 9-10 film anlamına geliyor. Ama filmlerin niteliklerine bakacak olursak, belli bir seviyenin üzerindeki filmler, iki elin parmaklarını geçmiyor. Seyircinin ilgisi de benzer şekilde, birkaç film etrafında yoğunlaşmış şekilde. Nisan ayında gösterime girmiş filmlerden 100 bin seyirciyi aşabilmiş sadece 4 film var: Morbius, Doru Macera Ormanı, Kirpi Sonic 2, Fantastik Canavarlar: Dumbledore'un Sırları. Son haftanın sayıları henüz elimizde yok ama bir ihtimal, çocuk filmi olarak Kim Demiş Kötüyüz Diye? filmi de bu sınırı aşabilir.
Geçen hafta, 41. İstanbul Film Festivali izlenimlerine başlamıştık. Bu hafta izlediğim geri kalan 10 filmle, bu yılki İstanbul Film Festivali izlenimlerini bitiriyoruz. Vakit kaybetmeden filmlere geçelim.
İstanbul Film Festivali’nin salonlara dönmesi ile sinema gündemimiz de bu yöne doğru kaydı. Doğrusunu söylemek gerekirse, vizyondaki iyi film sayısı da son derece az. O halde, festivalde izlediğim filmlere, iki bölüm halinde kısa bir bakış atayım. Öncelikle 5 gün boyunca takip etme şansım olan festival ile ilgili birkaç ufak not. Festivalin salonlara dönmesi heyecan verici ama bu heyecan seyirci kitlesine çok fazla yansımamış gibi duruyor. Gerçi, filmlerin bir kısmını basın gösterimlerinde izledim ama genel seyirci ile izlediğim filmler, şimdiye kadar İstanbul Film Festivali’nde gördüğüm en boş salonlara oynadı.
Bu haftanın sinema gündemi, İstanbul Film Festivali’nin salonlara dönmesi aslında. Ben de filmleri takip etmeye başladım ama henüz festivalin başındayız. Önümüzdeki haftalarda festival filmlerine daha detaylı bakmak üzere, bu hafta yine bir vizyon turu yapalım.
Bu hafta yazıya kısa bir Oscar değerlendirmesi ile başlamak istemiştim ama Will Smith-Chris Rock olayı tüm hafta o kadar konuşuldu ki, artık üzerine söyleyecek yeni bir şey kalmadı. Ödüller tarafında da çok daha iyi filmler dururken en iyi filmin CODA’ya gitmesi, The Power of the Dog’un en iyi yönetmen ödülü kazanırken başka hiçbir ödül alamaması gibi konular da çok konuşuldu. Eh, törene dair konuşulacak başka pek bir şey de yoktu zaten diyerek, bir süredir Oscar tahminleri nedeniyle değinemediğimiz, sinemaları seyirci açısından mutlu eden filmlere ve geçen haftalardan kalan birkaç farklı yapıma kısaca bir bakalım.
Geçtiğimiz hafta, bu yılki Oscar ödüllerinin tahminlerine başlamıştık. Lafı fazla uzatmadan, kalan kategorilere geçelim.
Yine bir ödül sezonunun daha sonuna yaklaşıyoruz. Geçtiğimiz yıl, bir önceki yıla göre, kısmen daha normalleşmiş bir şekilde geçti. En azından Akademi’nin pandemi dönemine özel koyduğu kurallar, bu yıl devam ettirilmedi. Ödül töreninin de daha normalleşmiş şekilde gerçekleştirileceği görülüyor. Yine de konukların aşılarını tamamlamış olması ve test yaptırması beklenecek... Genel Oscar gündemi sonrası gelelim bu senenin tahminlerine. Yine geçen sene olduğu gibi, tahminlerimi iki ayrı bölüm halinde yapacağım. Vakit kaybetmeden, başlayalım.
Bu haftaki yazımıza Murat Özer’in adını anmadan başlamak istemedim. Sinema camiasının bu önemli kaybını, şimdiye kadar mutlaka duymuşsunuzdur, Murat Özer’i daha önce az tanıyor olsanız da son birkaç gün içinde yazılanları takip etmişsinizdir. Yakın arkadaşları, “mözer” hakkında o kadar güzel şeyler yazdılar, onu o kadar içten, o kadar duygulu bir şekilde andılar ki, bana bir şey demek düşmez aslında. Yine de onu uzaktan takip eden, festivallerde karşılaştığımızda ufak sohbetler eden, bazen sosyal medyada paslaşan, bazen editörü olduğu dergide yazılar yazan bir sinemasever olarak (onun yanında kendime sinema yazarı diyemedim), kendisini anmasam olmazdı.
Bir süredir online ve fiziksel festivaller üst üste gelince, bu köşede vizyon filmleri hakkında yorum yapmamıştık. Her ne kadar haftanın öne çıkan filmleri Bergen ve The Batman olsa da, onları izlemeyi biraz erteleyip, vizyondaki eksiklerimi kapatmaya çalıştığım bir dönem oldu. Bu nedenle, onları ilerleyen yazılara bırakıp, vizyondaki diğer filmlere bir göz atalım.
Geçtiğimiz hafta, 72. Berlin Film Festivali’nin (Berlinale) ana yarışma bölümünde yer alan filmlere bir göz atmıştık. Bu hafta da diğer bölümlerden izlediğim filmlere bakalım.
Bu yıl Berlin Film Festivali, geçen yılki çevrimiçi gösterim arasından sonra, festivali yine fiziksel olarak yapmaya karar vermişti. Vaka sayılarının artması ile birlikte, festivalin marketi ilgilendiren bölümü yine online olsa da, normal seyirci ve basın için, fiziksel gösterimler düzenlendi, film ekipleri söyleşi ve basın toplantıları için Berlin’e geldi, seyirci ile beraber film izledi. Bir festival ortamı yaşanmış oldu kısacası.
Bu sene Rotterdam Film Festivali’nin fiziksel olarak yapılması planlanıyordu. Ancak pandemide vaka sayılarının artması sonucunda, Hollanda belli bir süre kapanmaya gidince, festivalin geçtiğimiz yıl olduğu gibi, bu yıl da çevrimiçi olarak yapılmasına karar verildi. Bu sayede hiç planlarımızda yokken, bu festivali de takip etme fırsatı bulduk. Sundance ve Berlin Film Festivalleri arasına sıkışınca ve o arada bir de vizyon filmlerini takip etmeye çalışınca umduğum kadar fazla film izleyemedim ancak yine de festivalde izlediğim az sayıdaki filmin üzerinden kısaca geçelim.
Geçen hafta başladığımız, Sundance Film Festivali izlenimlerini, bu hafta yarışmalı bölümlerdeki filmler ile bitirelim. Sundance’de kurmaca filmler ve belgesel filmler ayrı kategorilerde yarışıyorlar. Ayrıca Amerikan Filmleri ve Dünya Sineması da ayrı kategoriler oluşturuyor. Yani toplamda 4 farklı yarışma bölümü var. Belgesel kategorilerine biraz üvey evlat gibi davrandığımı itiraf ederek, izlediğim filmlere geçeyim:
Özellikle Amerikan bağımsız filmlerinin çıkış festivali olarak görünen Sundance Film Festivali, geçen sene gösterimlerini tümüyle çevrimiçi olarak gerçekleştirmişti. Bu sene hibrid bir yapı kurduklarını duyurmuşlardı ama artan vaka sayıları ile birlikte, son anda yine tümüyle çevrimiçine döndüler. Biz de festivali takip etme fırsatı bulduk. Bu filmlerin bir kısmı mutlaka Türkiye’de bazı festivallerde gösterilecek, vizyona da girecektir. Bu hafta yarışma dışı bölümlerde gösterilen filmlere bir göz atalım, haftaya da yarışmalı bölümlere döneriz.
Yılın ilk festivalleri yavaş yavaş yaklaşırken bize de vizyon turumuza devam ediyoruz. Sinemalarda aşı şartı da kalkmışken, kalabalık salonlarda daha bir tedirginiz belki ama izlemeye de devam ediyoruz. Kişisel sosyal medya hesabımda yaptığım küçük bir anket sonucunda, ankete katılanların %33 gibi önemli bir kısmının, bu karardan sonra sinemaya gitme eylemini sonlandıracağı yönünde fikir belirtmesi dikkat çekici idi. Kararın gişeye olumlu ya da olumsuz etkisini bir süre sonra fark ederiz diyerek, haftanın filmlerine geçelim.
Sinema gündeminin sakin olduğunu bu günlerde, bir kısmı vizyondan, bir kısmı dijital platformlardan, bir kısmı da özel gösterimler olmak üzere, film maratonuna devam ettim. Bunlar arasında öne çıkanlara bir göz atalım.
Nisan sürüyor… 43. İstanbul Film Festivali başladı… Festival tarafından sinemaya gönül ve emek veren isimlere takdim edilen Sinema Onur Ödülleri, 16 Nisan gecesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen açılış töreniyle sahiplerine sunuldu... On iki gün sürecek festivalde ‘haydi salonlara!’ diye bir uyarı yapmaya gerek bile yok sanırım. Festival önerilerimi yeniden anımsatayım o halde… Beşi yerli yapım olmak üzere toplam on iki yeni filmlik kalabalık bir hafta var karşımızda! Basın gösteriminde izlediğim Alex Garland’ın dördüncü uzun metraj kurmacası ‘Civil War / İç Savaş’, haftanın notlarımız arasında yer alan tek yenisi.
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
Ülkeyi harap eden bir iç savaştan sonra hâkimiyeti ele geçiren güçler Başkan’ı öldürmek ve son noktayı koymak ister. Bu ana tanıklık etme çabasındaki farklı kuşaktan dört gazeteci de New York’tan Washington’a yola çıkar. Garland’ın distopik filmi ‘İç Savaş’ Trump dönemiyle su yüzüne çıkan politik meselelere ama asıl olarak zor zamanlarda gazetecilik ve meslek etiğine odaklanıyor. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/20.04.2024)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Berlin Film Festivali izlenimlerinden sonra, yazılarımıza biraz ara vermek durumunda kalmıştık. Bu arada vizyona giren bir grup filmle yorumlarımıza devam edelim. Senenin şu ana kadar en çok ses getiren filmi olarak Dune’un ikinci bölümünü atlamayalım, onunla başlayalım. Vizyonda çok ses getirmese de Reha Erdem’in yeni filmine ve Demir Pençe’ye de bir göz atalım. Sonra da Köylüler’e, Hayalet Avcıları serisinin yeni filmine bakarak devam edelim. Menümüzde, birkaç yıldır vizyon sırasını bekleyen Eflatun ve enteresan bir yabancı korku filmi de var.
Tuğçe Pala ile akustik eserler, bugün 21.15'te TRT Müzik'te ekranlara gelecek Nazende programında.
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Burhan Şeşen’in kaleme aldığı “Nesinİ Söyleyim” kitabı yayınlandı. "Biz Kitap" etiketi taşıyan yapıtı Şeşen, kitabını, oğlu Serhan ile kızı Dilhan'a armağan etti. Okuma serüveninin başladığı mahalle kütüphanesinden bu günlere süreci okuyucularıyla paylaşan Şeşen'in kitabı 183 sayfa.
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.