Hushpuppy’yi izlerken, o kocaman gözlerindeki hüznü, vahşiliği, mücadeleyi, çaresizliği, hırçınlığı, ama en çok küçücük ellerinde yeşertmeye çalıştığı umudu görebilirsiniz. Altı yaşındaki Wallis’ı başrole koymak zaten başlı başına bir iş. Ancak, ortaya çıkan tablo gösteriyor ki, oyunculuk geçmişi olmayan topluluk, böylesi bir ilk film için riskli olduğu kadar doğru bir seçim.
90’ların başında, tam da Körfez Savaşı döneminde, Kuzey Irak’taki Kürt köyünde yaşayan iki kardeşin, sinemanın arka penceresinden ‘Süpermen’ filmini izlemeye çalışmalarıyla başlıyor görünürde her şey. Belki evleri, paraları hatta ana babaları yok ama kurtarıcıya, Süpermen’e ulaşmak için yaptıkları planları ve kendi küçük dünyalarında Amerika hayalleri var. Üstelik yola çıkmak için büyük emek harcayarak buldukları ve Michael Jackson adını verdikleri bir de eşekleri…
Kelime anlamının hakkını veren ‘Sığınak’, süresi uzun da olsa, paranoyak felaket filmi gerilim ve belirsizliğinin altını çize çize, tavizsiz ilerliyor ve çok etkileyici bir denge kuruyor. Felaket ögesini karakter(ler)inin üzerinden veren ve sadece motif olarak bırakan filmlere (Magnolia, A Serious Man gibi belki de) alışığız aslında. Ancak bu kez motif filmin ta kendisi… ‘Sığınak’, herkese göre değil… Ama hipnotize eden anlatımı, merak uyandıran etkileyici finali ve karakterini gittikçe derinleştiren Michael Shannon’ın müthiş performansı ilgiyi hak ediyor.
Günlerin Köpüğü’de (L’écume des jours) Boris Vian’ın düşlerle kurduğu dünya, Michel Gondry’nin serbestçe dolaşan yaklaşımıyla geliyor karşımıza… Bitkilerin, hayvanların, objelerin gerçek dünyayla örtüşmediği; balıkların musluklardan akıp sırdaş farenin evin içinde cirit attığı, odaların müziğe göre şekil değiştirip hareket halindeki yemeklerin bir türlü yenemediği masalsı bir evren bu...
Mutlulukla mutsuzluk arasındaki çizgiyi hiç acımadan çizmesine ve iki saati geçen süresine rağmen, Tom (Tom Broadbent) ve Gerri (Ruth Sheen) ikilisinin ortamına, o nefis diyaloglarına dalıp, koydukları mesafenin sınırlarına saygı gösterip, tıpkı ‘Sideways’de olduğu gibi şaraba ve doğaya doyuyoruz adeta.
Toskana’nın güzelliklerini, geleneklerini, sanatını kendine zemin yapan Aslı Gibidir, şehrin dokusunu, kokusunu, taş evlerini ve muhteşem dar sokaklarında salınan teatral aşkı öylesine güzel ele alıyor ki, izledikten sonra ortaya tek sonuç çıkıyor; ‘Onca yıl, bir güne başka nasıl sığabilirdi ki?’
Potter’ın küçük kadınları Ginger ve Rosa yönetmenin filmografisinde en iyisi değil belki, ama eski fotoğraflara bakmak gibi; etkileyici ve hüzünlü ‘Geçmişin çocukları, şimdinin ergenleri, geleceğin kadınları’nın dengesi bozuk, boylarından büyük hayallere, sınırsızlığa doğru gittikleri yol engelli, engebeli ama nefis müzik durakları dolu...
Bıkmadan ve yine öfkeye kapılmadan, sertleşmeden, dayanışma ruhunu, haksızlığı anlatmıştı. Filmin adını da ‘I, Daniel Blake / Ben, Daniel Blake’ koymuştu. Bir kez daha kahramanın ismini yazmıştı afişe; Carla’s Song, My Names Joe, Jimmy’s Hall, Looking For Eric gibi. Aklı fikri hep bireyi, kişiliği yok etmekte olan sisteme inat...
‘Karamel’, kendi kültürüyle evrensel problemleri harmanlayan ve bunlara yöresel çözümler üreten bir filmdi. ‘Peki Şimdi Nereye? (Et Maintenant, On Va Ou?)’, genel hatlarıyla çok da farklı değil aslında. Ancak daha keskin; mizahının yanında dokundurmayı es geçmeyen, dramı yoğun hissettiren… Nadine Labaki, hikayesinde yine kadınları merkeze çekiyor ve evrensel sorunları, din, dil, ırk farkını kendi uslubunda ortadan kaldırmayı istiyor.
Tenebaum Ailesi’nden yıllar sonra, Büyük Budapeşte Oteli’nden hemen önce çektiği ‘Moonrise Kingdom’la (2012), masalsı örgüyü, gediklisi Bill Murray’i saymazsak, birbirinden farklı ve popüler isimlere teslim ederken, hiç yabana atılmayacak tuhaflıkta karakterler bırakıyor sinema dünyasına.
Hala ilgi çeken fotoğrafları, hakkında çıkan kitaplarıyla adı her daim taze Marilyn Monroe, ölümünden yıllar sonra, Michelle Williams’ın adeta devleştiği ‘My Week with Marilyn’ filmiyle tekrar göz önündeydi. Böylesi efsane bir ismi canlandırmak kolay iş değil ve Williams, Oscar’ı ıskalasa da, kusursuz performansıyla Monreo’yu yeniden ete kemiğe büründürmüştü.
‘Arakçılar / Shoplifters (2018)’, Altın Palmiyeli bir film. Japon yönetmen Hirokazu Koreeda ‘Benim Babam, Benim Oğlum’da (Like Father Like Son, 2013) ya da ‘Kimse Farketmiyor’da (Nobody Knows, 2004) olduğu gibi, yaşadıklarının da etkisiyle belki, aile meselesine kafa yoruyor ve az çok benzer kulvarda, yine çok iyi bir hikaye anlatıyor.
Ukraynalı yönetmen Vadim Parelman’ın ilk filmi Sisler Evi. Aynı isimli çok satan uyarlaması. En iyi erkek oyuncu (Ben Kingsley), en iyi yardımcı kadın oyuncu (Shohreh Aghdashloo) ve film müziği (James Horner) olmak üzere üç dalda oscar adaylığı var. Kimlik ve kültür karmaşası yaşayan Albay Behrani rolünde Ben Kingsley -yine- çok iyi. Kırılgan, hayal kırıklıkları yaşayan, manevi değerleri güçlü ve duyarlı eş Nadi de iyi yazılmış bir karakter ve Shohreh Aghdashloo hakkını veriyor.
Renkleriyle, zamansızlığıyla, sıkışmışlığı sindirmek için sanki tiyatro dekorunun içindeymişcesine özgürce dolaşan anlatımıyla klasik aşk üçgeninin dışına taşıyor ‘Bu Dans Senin’. Sakin ritmine inat kıra döke hayatın içinden geçen hikayesile belki daha çok kadın izleyenini (cinsiyetçilik gibi oldu) yakalayacak olsa da, ilgiyi hak ediyor...
Tarihe yazılmış ünlü bir sanatçıyı sadece hastaneye kapatıldığı ve hiçbir şey yap(a)madığı günleriyle resmetmek riskli bir iş. Bana göre, iyi ki... Ama filmin sevmeyeni çok. Açıkça söylemek gerekirse, alıştığımız tarzda biyografilerden, öyle herkesin seveceği, herkese önerilecek filmlerden değil... Camille Claude ve tabii Juliette Binoche hayranlarına diyelim daha çok...
İtalyan yönetmen Saverio Costanzo tarafından, İtalyan yazar Franzoso’nun ‘Il Bambino Indaco’ romanından uyarlanan hikaye, bebeğini ‘genelgeçer’den sakınan, alternatif yöntemlerle büyütmeye çalışan anneyle, ortaya çıkan sonuçtan rahatsız babanın ilişkisini anlatıyor.
Frances Ha, siyah beyaz görüntüleri, Greta Gerwig’in akıldan çıkmayacak doğaçlama anları ve hiçbir şey anlatmıyormuş gibi yapıp hayatı yaşayan senaryosuyla, gösterime girdiği yılın en gösterişsiz harikası oluvermişti.
Fin, konuşkan dünya vatandaşı Joe, evliliğinde sorunlar yaşayan, çocuğunu yitirmiş Olivia arasında yalnızlığı taçlandıran bir iletişim kurulur böylece. Bazen akıp giden diyaloglarıyla, çoğu zaman hiç akmayan diyalogsuzluğuyla sıcacık bir iletişim…
‘Smoke’ tam anlamıyla ‘iyi insanların’ öyküsü. Filmde Paul Auster, senarist olma hakkını uzun ve derin diyaloglarla sonuna kadar kullanıyor, öne çıkıyor. New York Times’ta yayımlanan noel ruhuna yaraşır asıl hikaye ise son beş dakikada hem duygusal hem sinemasal şölen yaşatıyor; Tom Waits’in ‘Tom Innocent When You Dream’i eşliğinde...
2009 tarihli aynı isimli (Türkçe ismi Boz Bahçeler) filmde anne kızı Jessaica Lange ile Drew Barrymore canlandırıyor. ‘Grey Gardens’, aslında bir televizyon filmi. Henüz ikisini de izlemediyseniz, belgesel sonrası kurgu filmi izlemenizi öneririm (ben tersini yapmıştım). İkilinin neredeyse gerçeğine yaklaşan oyunculuklarını görebiliriz bu sayede.
Kasım’ın ortasındayız. Birçok şeyin ortasını çoktan geride bıraktık oysa… 35. Ankara Film Festivali’ni takip ediyorum. Neredeyse tümünde ben de vardım! Önce sinefil bir izleyici, ardından çok meraklı ve gönüllü bir takipçi ve nihayet profesyonel bir sinema yazarı olarak. Evim, ailem bu festival… Annemizi, ablamızı, festival başkanı İnci Demirkol’u, geçtiğimiz hafta festivalin açılışından bir gün önce yitirmiştik. Yürekte yer eden tarifi güç bir acı ile sürüyor hemen her şey… İnci’ye layık, son derece titiz ve iyi bir festival sürüyor... Dördü yerli yapım olmak üzere toplam beş yeni film merhaba diyor 15 Kasım vizyonuna!
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
Üstün teknoloji ürünü bir robot ıssız adaya düşer ve burada himayesine aldığı yavru kazı anne tavrıyla büyütmeye ve hayata hazırlamaya çabalar. ‘Lilo&Stitch’ ve ‘Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?’ gibi yapıtlarıyla hatırladığımız Chris Sanders imzalı ‘Vahşi Robot’ görselliği ve yüreklere seslenen hikâyesiyle son dönemlerin en güzel animasyon çalışması olmuş. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/09.11.2024)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Bir önceki yazımızda, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Uzun ve Kısa film yarışmalarındaki filmlerden bahsetmiştik. Bu hafta, Uluslararası Yarışma bölümündeki filmler ağırlıklı olmak üzere, festivaldeki diğer filmlere bakalım ve Altın Portakal izlenimlerimizi bitirelim. Festival izlenimlerimiz, biraz gecikmeli de olsa, Filmekimi ve Ankara Film Festivali ile devam edecek.
TRT İstanbul Radyosu ses sanatçısı Ayşen Birgör, gökteki yıldızlar misali ışıl ışıl şarkıları bugün 19.00'da TRT Müzik'te ekranlara gelecek Yıldızlar Altında programında seslendiriyor.
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Sinema yazarı ve eleştirmen Olcay Bağır'ın 'Sinesözlük-Sinemaya Giriş' kitabı Kara Karya yayınları etiketiyle satışa çıktı. 344 sayfalık yapıt basın bülteninde şöyle özetleniyor:
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.