Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

26 EKİM 2018

25 Ekim 2018 Perşembe 18:37
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Korkudan, komediye, animasyondan, belgesele hemen her türü içeren dördü yerli, toplam dokuz yeni film merhaba diyor bu hafta! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.

CADILAR BAYRAMI

-Kırk yıl sonra-

1978’de Korku-gerilim sinemasının yapı taşlarından birini sundu izleyiciye, türün usta ismi John Carpenter. 2005’te hayata veda eden Debra Hill ve John Carpenter’ın birlikte kaleme aldıkları öykü, ilk cinayetini henüz bir çocukken, 1963’te işlemiş Michael Myers’ın, on beş yıl sonra, kapatıldığı akıl hastanesinden kaçıp, yine bir Cadılar Bayramı’nda cinayet mekanı olarak bildiği Haddonfield kasabasına geri dönüşünü ve saldığı dehşeti yansıtıyordu perdeye.

Beyazperde çok sevdi Carpenter’ın tür sinemasına armağanını. Kırk yıl önce ‘şeytani ruhlu’ Myers ile ölümüne bir mücadeleye giren Laurie Strode ve Myers’ın doktoru olan Psikiyatr Doktor Loomis, öykünün ana karakterleriydiler. Tam dokuz “Halloween” filmi çevrildi. Şimdilik sonuncu ve onuncu film, ilk filmde geçen olayların kırk yıl sonrasına, günümüze getiriyor bizi. Myers, kırk yıllık uzun bekleyişin ardından, kaldığı hapishaneden nakledilirken firar ediyor ve soluğu yine bildik mekanında alıyor. Laurie Strode ise kırk yıl boyunca onun gelişini beklerken haklı çıktığını kanıtlamış oluyor yakın çevresine. Strode, kızı ve torunu, yani aynı ailenin üç kadını, kırk yıl öncesinden çıkagelen bu şeytani cani ile son bir mücadeleye giriyorlar.

Başta 78 tarihli orijinal film olmak üzere, serinin çeşitli filmlerine saygılarını sunan yeni çevirimi David Gordon Green yönetmiş. ‘George Washington’, ‘All the Real Girls’, ‘Pineapple Express / Üşütük Kafalar’, ‘Prince Avalanche / Yolların Prensi’, ‘Joe’, ‘Manglehorn’ ve ‘Stronger / Pes Etme’ gibi küçük, bağımsız ve ödüllü öykülerle adını duyuran Green, orijinal öykünün hemen bütün dinamiklerine sahip çıkmış. Serinin ikon figürü ‘Laurie Strode’ rolünde Jamie Lee Curtis, tekrar bizimle! Doktor Loomis karakterini canlandıran beyazperdenin emektar aktörlerinden Donald Pleasence’in (1919-1995) hayata vedasından sonra, yeni filmde yine bir doktor kullanılmış. Bu kez bizden biri doktor! Cani ve suskun hastasından fena halde etkilenmiş dengesiz ‘Dr. Sartain’ rolünde Haluk Bilginer’i izliyoruz! Hollywood’un iddialı gişe filmlerinden birinde Bilginer’i hem de ‘sıkı’ bir rolde görmek, keyif verici. Judy Greer, Andi Matichak ve usta aktör Will Patton, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri.

Orijinal filme, hikayeye ve karakterlere saygı sunan ve o doğrultuda yol alan yeni film, şık bir açılışın ardından irtifa kaybederek, 80’lerin ‘teen slasher’larına benzer biçimde başlayıp, hiçbir açılım, yenilik ve derinlik olmadan finali görüyor. Maalesef Haluk Bilginer, filmin ruhuna uymayan bir performansla yer alıyor hikayede. Jamie Lee Curtis’in ve yeni neslik katılımı da kurtarmıyor boşlukta salınan öyküyü. İçi doldurulamamış, havada kalan senaryo aksaklıklarıyla süren yapım, mirasına ve müthiş bir hesaplaşma adına; karakterlerinin kırk yıl beklediğine değmeyecek ‘öylesine’ bir finalle sona eriyor. David Gordon Green’in parıltılı sinemasının en zayıf halkası kuşkusuz yeni Haloween! Ayrıca sezonun büyük hayal kırıklıklarından biri kanımca. Türün ve serinin hayranı biri olarak, orijinal filmin ardından sinema ve müziğin renkli ismi Rob Zombie’nin yönettiği 2007 tarihli yeni nesil “Halloween” çok ayrı bir yere koymak gerekiyor! Bu saptamayı bugün izlediğimiz son filmin ardından rahatlıkla yapabiliriz. Film hakkında vizyona girdiği 19 Ekim 2007’de şunları kaleme almışım: ‘Zeki bir politik eleştiri ve tespiti, kopkoyu ve etkileyici bir dramla birleştiren film, korku gerilimi de en ham biçimde kullanmayı ihmal etmiyor. Rob Zombie, Carpenter’ın baba mirası filmini bu kez günümüz sinemasının nimetlerini kullanarak çekmiş üstelik ilk filmin eksik kalmış noktalarını da mükemmel doldurmuş. Slasher türünün atalarından biri sayılan Michael Myers karakterinin çocukluğunu ve Myers’ı vahşi bir katil yapan süreci en ince ayrıntısıyla öyküsüne taşıyan Zombie, izleyeni ağlatacak kadar da dramatik bir yapı kurmayı başarmış. Yetenekli ve genç oyuncu kadrosuna, Malcolm McDowell, Brad Dourif ve William Forsythe gibi deneyimli ve usta aktörlerin eşlik ettiği filmi kesinlikle kaçırmayın. İzlediğiniz iyi bir korku denemesi, orijinal Halloween’in kapsamlı ve tamamlayıcı bir yenisi olmanın dışında son dönem sinemalarımıza uğrayan en kişilikli ve en iyi filmlerden biri’.

Evet, uzun süreli bekleyiş hüsranla sonuçlansa da, Michael Myers’ı yeniden perdede görmek ayrı bir heyecan pek tabii! Hayranları salonları doldurmalı. Orijinal maskenin ve John Carpenter’ın hatırına öncelikle! (2 / 5)


MÜZE

-Onca haksızlık varken!-

2014 tarihli ilk uzun metraj kurmacası ‘Güeros’ ile Berlin Film Festivali’nde ‘En İyi İlk Film’ ödülünü kazanan Meksikalı Alonso Ruizpalacios, ikinci uzun metrajıyla karşımızda! 1985 yılında Mexico City’de yaşanmış bir müze soygunundan uyarlanan dram, ‘Altın Ayı’ için yarıştığı Berlin’den ‘En İyi Senaryo’ ödülü ile ayrılmayı başarmıştı. Meksikalı yaman aktör Gael García Bernal’i başrolde izleyeceğimiz rafine öykü, türler arasında gezinen ve politik özü olan yenilikçi, dinamik bir yapım!

Otuzlu yaşlarını süren iki veterinerlik öğrencisi Juan Nuñez ve Benjamin Wilson, aileleriyle birlikte yaşamaktadırlar ve halen ‘bir baltaya sap olamamış’ muamelesi görmektedirler çevreden. Bir Noel akşamı, yıllardır titizlikle planladıkları eylem için harekete geçerler. Ülke tarihinin en büyük müze soygununu gerçekleştirmek üzere, Ulusal Antropoloji Müzesi’ne girerler. Çaldıkları çok değerli eserleri ellerinden çıkarmak üzere çıktıkları yolculukla birlikte başlar asıl hikaye!

80’lere selam duran bir soygun öyküsü, varoluşçu bir yol filmi, politik bir dünya hali sorgusu ve yerelden güç alan evrensel tespitler. Duygu dolu üstelik. Üstelik üşüten bir gerçekçilikle kotarılmış. Gerçeküstü oluşların omuz başında hüzünlü bir yaşanmışlık! Noel gecesi o hakiki aile yemeği, babanın gazete üzerinden bakışı, küçük insanın çaresiz kalmışlığı, sömürü, kapitalist ahlak, emperyalizm, hırsızlık, adalet, geçmiş, bugün, gelecek…

Damián García’nın titiz kamerası, müthiş incelikli senaryoyu hemen her detayıyla perdeye yansıtmış. Leonardo Ortizgris, Simon Russell Beale, Leticia Brédice ve Pablo Larrain filmlerinin kült aktörü müthiş Şilili Alfredo Castro, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer usta isimleri. Gerçeküstünün, gerçeklikle buluşup, sinemanın öğelerini en yalın fakat güçlü biçimde kullanıp, perdeye sade bir resital yansıtması fazla karşılaştığımız bir şey değil. Söyleyecekleri olan ve bunları söylemenin çeşitli yollarını ustaca kullanmış samimi hikayeyi çok seveceksiniz. (4,5 / 5)


MÜSLÜM

-Acıların büyüttüğü çocuk-

Türk halk müziği ve arabesk müziğin en baba isimlerinden, ‘Müslüm Baba’nın gerçek hayat öyküsü! Sanatçının çocukluğundan, hayatının sonuna dek, tanık olduğumuz büyük acılar… Müslüm babayı yaratan acılar bir başka deyişle! Müzikle haşır neşir olması, ilk öğretmeni, ailesi, çektiği çileler, Müslüm baba oluşu, büyük aşkı Muhterem Nur ile tanışması ve ilişkileri…

1953-2013 yılları arasında yaşayan sanatçının çocuk yaşta, babasından kaçtığı bir gün, tesadüfen girdiği Adana Halkevi’nde bağlama ustası Limoncu Ali’yle tanışması, kendisinden aldığı müzik bilgisi ve ilerleyen yaşlarında sık sık hatırlayacağı çok önemli hayat dersleri! Baba şefkati görmemiş Müslüm’e şefkat gösterip, bir nevi babalık yapan Limoncu Ali ile yolların ayrılması, yaşanan büyük acıların, faciaların, kazaların, belaların müsebbibi olan ‘babası’ gibi olmadığı gerçeğini kabulleniş süreci! Bu süreçte onun yanında olan efsane sinema ve ses sanatçısı Muhterem Nur! Müslüm’ün, Muhterem Nur’a kol kanat germesi. Birbirlerine tutunan iki insanın iyileşme öyküsü bir bakıma, perdede duran müzikal biyografi!

Ketche ve Can Ulkay’ın birlikte yönettikleri yapımın senaryosu, edebiyatçı Hakan Günday ve Gürhan Özçiftçi ikilisinin imzasını taşıyor. Müslüm Gürses’i büyük bir başarıyla ve kendi sesinden söylediği Müslüm şarkılarıyla Timuçin Esen canlandırmış. Muhterem Nur’a ise yine ‘nüanslı’ bir performansla Zerrin Tekindor hayat veriyor. Erkan Can, Turgut Tunçalp, Ayça Bingöl, Taner Ölmez, Erkan Avcı, Güven Kıraç, Erkan Kolçak Köstendil, Altan Erkekli, Goncagül Sunar ve Müslüm’ün çocukluğunu canlandıran ‘O Ses Türkiye’ çocuklar şampiyonu Şahin Kendirci, kalburüstü oyuncu kadrosunu oluşturan diğer isimler.

Çoğunlukla acının, çaresizliğin ve aşkın biçimlendirdiği bir halk sanatçısının ve yakın çevresinin portresi, daha az steril, yani daha kirli, daha kara, daha mat yansısaymış perdeye, acısını daha hakiki yansıtırmış Müslüm babanın! Bu da yeter diyelim, yerli biyografilerin, üstelik müzikal dramla buluşmuş diğer popüler örneklerin haline bakınca. Bir sanatçının ‘olma’ ve geçmişinin karanlığından kurtulma süreci, sahici işlenmiş. Türkü düzenlemeleri ve seçimler gayet iyi. Timuçin Esen, performansı ve kendi sesinden Müslüm Gürses şarkılarıyla bu sahiciliğe, gayet ‘sıkı’ biçimde eşlik ediyor. (3,5 / 5)


NAPOLİ’NİN SIRRI

-Ne sır, ne sır!-

Ferzan Özpetek’in yönettiği İtalyan filmi, bir cinayet etrafında gelişen geçmişin sırlarını, duygusal bir dramla yansıtıyor perdeye. Napoli’de yaşayan adli tıp uzmanı Adriana, teyzesinde katıldığı bir partide özgüvenli ve çekici bir adam olan Andrea ile karşılaşıp etkilenir. Geceyi birlikte geçirirler. Günlük rutinini değiştirecek tutkulu bir aşkın başladığını düşünen Adriana, ertesi gün kendisine söz veren genç adamın buluşmaya gelmemesiyle yıkılır. İşinin başındayken, otopsi masasında yatanın Andrea olduğunu fark eden Adriana, kendini gizemli bir cinayetin merkezinde bulur aniden!

Giovanna Mezzogiorno’nun başrolde olduğu yapımda diğer önemli rolleri, ‘yakışıklı’ aktör Alessandro Borghi, Anna Bonaiuto, Peppe Barra, Maira Pia Calzone ve Isabella Ferrari üstleniyorlar. İtalyan Oscar’ı olarak bilinen David di Donatello Ödülleri’ne on bir dalda aday olup, ‘En İyi Görüntü Yönetimi’ ve ‘En İyi Yapım Tasarımı’ ödüllerini kazanan yapım, batıl inanç, büyü, rasyonalite, delilik, düş, kader kavramları arasında vahşi bir suç ve ani gelişen bir aşk arasında gidip gelen gizemli bir öyküye soyunmuş. Senaryodaki ‘yaptım, oldu’ durumu, yapısal bir oldu-bitti havasını getiriyor beraberinde. Bir hezeyanın filmi olmuş daha çok ‘Napoli’nin Sırrı’. Bastırılmış, ötelenmiş, gizlenmiş hislerden, fantezilerden, düşlerden yola çıkıp, zorlama bir öyküye dönüşmüş perdede akanlar.

Sorrentino’nun 2013 tarihli enfes Roma güzellemesi ‘La Grande Bellezza / Muhteşem Güzellik’e, Özpetek etiketli Napoli tanıtım fonu katkısından yetersiz bir cevap adeta! Sıradan kullanılmış Napoli fonunda tutarsız, dengesiz, ruhsuz, hissiz bir şehvet ve geçmişin sırları öyküsü. Zorlama ve kaba erotik unsurların, kara film benzerine ‘yama’ olarak tutturulduğu yapım, salondan çıkıldığı anda zihinden ötelenip, uzaklara savruluyor. (1 / 5)


ÇİRKİN KRAL EFSANESİ

-Her haliyle Yılmaz Güney-

Almanya-Avusturya ortak yapımı biyografik belgesel, Yılmaz Güney üzerine. Yedinci sanatın efsane isimlerinden Yılmaz Güney, dünya görüşü, sanat anlayışı ve ayrıntılı hayat hikayesiyle perdeye yansımış. Antalya Altın Portakal’da en iyi film seçilen, yurt dışı ve yurt içi festivallerden toplam on yedi ödül kazanan 2012 tarihli ‘Güzelliğin On Par’ Etmez’ adlı dramla tanıdığımız Hüseyin Tabak’ın yazıp yönettiği belgesel, bir evlat, bir kardeş, bir baba, bir eş, bir dost, bir sinemacı, çok yönlü bir sanatçı, bir devrimci olarak Yılmaz Güney figürünü gözler önüne seriyor.

Hayatı acılar, hasretler içinde geçmiş fakat inandığı, bildiği gibi yaşamış gerçek bir devrimci ve efsane bir sinemacı olarak Yılmaz Güney’i, ailesinden, yakın dostlarından, çalışma arkadaşlarından ve onun hayatına değmiş, onu tanımış birçok ünlü isimden dinliyorsunuz. Yılmaz Güney’in kendi sesi ve görüntüleri de eşlik ediyor anlatıya. İncelikli röportajlarda karşımıza çıkan isimlerden biri de usta sinemacı Michael Haneke. Yedinci sanatın bir diğer usta ismi, 1982’de Cannes’de Altın Palmiye’yi Yılmaz Güney’in ‘Yol’u ile bölüşen ‘Missing’in yönetmeni Costa-Gavras’da, unutulmaz figür üzerine görüşlerini belirtiyor. Aynı Yılmaz Güney gibi sürgün hayatı yaşamış Arjantinli devrimci müzisyen Miguel Ángel Estrella’dan Nebahat Çehre’ye, Fatoş Güney’den, sanatçının kızı Elif Güney Pütün’e, kız kardeşi Leyla Demirezen’e ve nihayet Tuncel Kurtiz’den Tarık Akan’a dek, Güney’e yürüdüğü yolda eşlik etmiş ve hayatına girmiş hemen bütün isimler, Yılmaz Güney’i anlatıyorlar, Hüseyin Tabak’a!

Çekimleri yedi yılda tamamlanan, dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl Toronto Film Festivali’nde yapan ve önemli festivallerden çeşitli ödüller kazanan incelikli ve titiz belgesel, yaratıcısı Hüseyin Tabak’ın ‘Yılmaz Güney’ kimdir ve ‘neden Yılmaz Güney’ sorularından ivme alarak, Fransa’dan Adana’ya uzanan uzun, karmaşık ve yorucu bir yolculuk sonrası; ustanın izinden giderken, Tabak’ın kendi sinema, sanat ve hayat yolculuğunu da yeniden anlamlandırması manası taşıyor. İzlenmeli. (4 / 5)


İngiliz yapımı korku örneği ‘The Bad Nun / Kötülük İçinde’ ile birlikte üç yerli yapım; animasyon türündeki ‘Rafadan Tayfa Dehliz Macerası’ ve iki komedi; Esat Şekeroğlu’nun yönettiği ‘Acemi Hırsız’ ile başrollerini Başak Parlak ve Ali İl’in paylaştıkları, Cezmi Baskın, Melih Selçuk ve Feride Çetin’in de rol aldıkları ‘Bebek Geliyorum Demez’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar