Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

19 EKİM 2018

18 Ekim 2018 Perşembe 20:55
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dördü yerli, toplam dokuz filmin merhaba dediği yeni hafta, farklı beğenilere hitap ediyor! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.


AY’DA İLK İNSAN

-Belgesel tadında-

Tarihi biyografik dram, 20 Temmuz 1969 yılında, Ay’a adımını ilk kez atan insana, Neil Armstrong’a ve NASA’nın tarihi Ay seferine odaklanıyor! James R. Hansen’in kitabından Spotlight’ın senaristlerinden Josh Singer’ın perdeye uyarladığı öyküyü, ‘La La Land / Aşıklar Şehri’ ile ‘En İyi Yönetmen’ Oscar’ını kazanan Damien Chazelle yönetmiş. Otuz üç yaşındaki yönetmenin, popüler yapımlar ‘Whiplash’ ve ‘La La Land / Aşıklar Şehri’nin ardından yönettiği dördüncü uzun metrajı, altmış milyon dolarlık bütçesiyle büyük bir yapım ancak, içerdiği hissiyat ve belgeselden güç alan yapısıyla, adı geçen filmlerin oldukça uzağında bir yerde duruyor.

Astronot Neil Armstrong’un yaşamına duygusal ve samimi bir pencereden bakan film, ABD’nin ‘ay’a ayak basma hevesi üzerinden yapılan çalışmaları, içerinden ve neredeyse dokümanter sanılabilecek bir atmosferle sunuyor izleyiciye. Astronotların aileleri, iş arkadaşları, fedakarlıklar ve ödenen yüksek bedeller. Neil Armstrong ve Apollo 11 ekibinin uçuşunu odağa alan, aya yapılan ilk insanlı uçuşa ve aydaki ilk insanın ayak izine yakından bakan öykü, bu netameli ve bilinmeze gerçekleşen yolculuğun arkasındaki müthiş ayrıntıları yansıtıyor perdeye. Küçük kızını amansız bir hastalıktan dolayı kaybeden Neil Armstrong’un içine akıttığı gözyaşları, küçük kızının ona işaret ettiği ‘ay’da dökülüyor gözünden… Bu yalnız ve üzgün adamın hikayesi, insanın ‘ay’a ayak basış öyküsü, acılarla yüklü öte yandan.

İnsan için küçük fakat insanlık için büyük bir adım diyerek ‘ay’da ilk kez yürüyen insanı, efsane astronot Neil Armstrong’u, Damien Chazelle ile ‘La La Land / Aşıklar Şehri’nde de beraber çalışan yıldız oyuncu Ryan Gosling canlandırıyor. Armstrong’un ayakları yere sapasağlam basan güçlü eşi ‘Janet’ rolünde İngiliz aktris Claire Foy, filmin en iyi oyuncusu olarak parlıyor adeta! Jason Clarke, Kyle Chandler, Corey Stoll, Ciarán Hinds, Lukas Haas, Pablo Schreiber, Shea Whigham, Patrick Fugit, Christopher Abbott ve Ethan Embry, kadronun öne çıkan diğer önemli isimleri oluyorlar.

Orijinal film müziğini imzalayan ve ‘La La Land / Aşıklar Şehri’ ile iki Oscar ödülü kazanmış Justin Hurwitz, yine uzun süre zihinden çıkması zor bir çalışmaya imza atmış. Aynı methiyeyi, İsveçli görüntü yönetmeni Linus Sandgren için de sarf etmek gerek. Neredeyse bütün teknik ekibi uzun süredir çalıştığı ehil isimlerden oluşturan Chazelle, yönetmen olarak atmosfer yaratmada yine çok başarılı. İddialı bir film ‘First Man / Ay’da İlk İnsan’. Ay’a atılan o ilk adımın öyküsü, belgesel tadı ve dokusunda sunulmuş. Daha çok öncesiyle, o anla ve sonrasıyla insanın ‘ay’a ayak basışının hikayesi. Terrence Malick duyarlılığı ve hissiyatı, öykü boyunca eşlik ediyor size. Bir kaybın tetiklediği uzaklara, hedefe gitme isteği, bir ülkenin, bir düşün işaretlediği hedeflerle buluşuyor. Öte yandan ‘beyaz adam’ın ay yolculuğu, ABD’nin sosyo-ekonomik ve politik sesleriyle de harmanlanmış. Afro-Amerikalıların ay itirazı, Vietnam Savaşı, Kennedy ve hemen her detayıyla altmışlar… Sadece yarattığı duygu durumunun ve bilerek öyküye yaftalanmış mesafenin yol açtığı, bir ‘benim filmim’ veya değil tartışması hemen her şeyin ardından… Çok çalışılmış, titiz yapımı izleyin! (3,5 / 5)


BİR YILDIZ DOĞUYOR

-Popüler bir mamul ama yanıyor!-

Kişisel sorunlarıyla boğuşan olan ünlü müzisyen Jackson Maine, ileride bir gün sıkı bir müzisyen olma hayalleri kuran Ally’i tesadüfen keşfeder! İkilinin büyük aşkı arasına, değişen kariyer hedefleri, düşler, gerçekler, yani hayat girer!

İlki 1937 de olmak üzere sırasıyla 1954 ve 1976’da perdeye yansıyan öykü, dördüncü uyarlamasıyla yeniden beyazperdede. Wiliam A. Wellman ve Robert Carson’un her daim sevilen şahane öykülerinden 1937’de William A. Wellman’ın yönettiği orijinal filmin başrollerinde Janet Gaynor ve Fredric March yer alıyorlardı. Film, ‘En İyi Orijinal Senaryo’ Oscar’ını kazandı. 1954 yılında bu kez George Cukor yönetti yeni uyarlamayı. Başrollerini Judy Garland ve James Mason’un paylaştıkları romantik ve müzikal dram, altı dalda aday oluyordu Akademi Ödülleri’ne! Nihayet 1976 yılında Frank Pierson’un yönettiği ve başrolleri Barbra Streisand ve Kris Kristofferson’un paylaştıkları uyarlamayı izledik. Dört dalda Oscar adayı olan film, ‘En İyi Orijinal Şarkı’ dalında sahibi oluyordu prestijli heykelciğin.

Yeni versiyonu, aynı zamanda başrolü Lady Gaga ile paylaşan Bradley Cooper yönetmiş. Karizmatik yıldız oyuncunun ilk yönetmenlik denemesinde ‘kısmen’ başarılı olduğunu söylemeliyiz. Popüler, formül sinemasının hemen her detayına sahip, dinamik, öykünün duygusal kodlarına haiz, hoş bir seyirlik yaratmış Cooper. Lady Gaga ile olan kimyaları da gayet iyi tutmuş. İkili yanıyor! Sırasıyla 1937, 1954 ve çokça 1976 uyarlamalarına bağlı kalmaya çalışmış hikaye. Yeni senaryoda Bradley Cooper’a eşlik eden isimler Eric Roth ve Will Fetters. Usta karizma Sam Elliott, ‘bir zamanlar kartal’ olduğunun atını çizerek oynuyor yine! Lady Gaga’nın kaliteli bir müzisyen-şarkıcı olarak zenginlik kattığı filmde oyunculuk performansı da hiç fena değil hani! Bradley Cooper ise, şarkılar da dahi var. Elinde, yüreğinde ne varsa projeye koymuş yakışıklı yetenek!

Şimdi, kendini baştan sona izleten, ‘yeni nesil için bir yıldız doğduran’ filmin eksi yönlerine gelelim. Bir kere, orijinal öykünün genlerinde olan hissiyat yeni filmde yok! Şöhretin dayanılması ve başa çıkılması güç acısıyla boğuşan karakter rolünde mesela, geçmişte kalan üç filmin üç ana karakteri daha inandırıcı ve etkileyiciydi! Hatta 1976 versiyonunda Kris Kristofferson’un ‘varoluş’ acısı, hemen her detayına sinmişti öykünün. Yeni filmde sebep-sonuç ilişkisi kurulmaya çalışılıyor sürekli. Hep bir sebep, hep bir anlam arama söz konusu. Bu durum da, asıl meselenin altında yatan yüreği ve his dünyasını, yani ‘gerçek aşkı’ zedeliyor! Hakiki değil yeni film, sadece iyi ve şık bir mamul! Fakat fena bir durum değil bu! Edebiyatla, sanatla, özellikle şiirle ve içsellikle sorunlu olan yeni nesil için, son derece iyi, şık ve yerinde bir uyarlama duruyor perdede. Hikayeyi bilip sevenler de, kıyaslama için salonları doldurmalı! (3 / 5)


ANONS

-Bir anons uğruna!-

Mahmut Fazıl Coşkun, ‘Uzak İhtimal’ ve ‘Yozgat Blues’un ardından üçüncü uzun metraj kurmacasında absürt bir kara komediye imza atmış. Senaryosunu, Mahmut Fazıl ile Ercan Kesal’in birlikte kaleme aldıkları film, aynı zamanda yönetmenin ağabeyi olan gazeteci Ahmet Hakan’ın ‘fikrinden’ ve ‘çıkış öyküsünden’ hız almış.

1963 yılında Mayıs ayının son günlerinde İstanbul’dayız. Ordudan tasfiye edilmiş dört eski asker, aynı gece Ankara’da başlayacak olan darbe girişiminin İstanbul ayağında, darbeyi İstanbul Radyosu’ndan anons etmek için harekete geçerler. Darbenin gerçekleşeceğinden emin olan darbeciler, sivil hayatın ve tesadüflerin gücünü hesaba katmamışlardır!

22 Şubat’ta Talat Aydemir komutasındaki ilk başarısız darbe girişiminin ardından, Aydemir 20 Mayıs 1963 yılında bir darbe girişiminde daha bulundu. -Şükür ki- Başarısız olan bu darbe girişimi, ‘Anons’un öyküsünün esin kaynağını oluşturdu. Ciddi ve ağır mesele, absürt bir kara mizahla düzgün biçimde dengelenmiş. Tek gece boyunca geçen öykü, galasının yapıldığı Venedik Film Festivali’nden ‘Ufuklar Bölümü Jüri Özel Ödülü’ ve ‘En İyi Akdeniz Filmi’ ödülleri ile ayrılmayı başarmıştı. Ülkemizde ise Adana Film Festivali’nde Ulusal Yarışma’da ‘Yılmaz Güney Ödülü’, ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’ ödülü ve ‘FİLMYÖN En İyi Yönetmen’ Ödülü’nü kazanan yapım, Uluslararası yarışmadan ise ‘Jüri Özel Ödülü’ ile döndü.

Türkiye-Bulgaristan ortak yapımı, görüntü yönetmeni Krum Rodriguez’in şahane kamerası ile ivme kazanıyor. Başlıca rollerini, Ali Seçkiner Alıcı, Murat Kılıç, Tarhan Karagöz ve Şencan Güleryüz’ün paylaştıkları kara komediyle dramı harmanlamış öyküde; Serkan Ercan, Erdem Şenocak, Nazmi Kırık ve Sanem Öge de rol alıyorlar.

Plastik, biçim olarak tertemiz bir çalışma ‘Anons’. Öyküsünü, avcunun içine iyi alıp, kendini baştan sona dek ilgiyle izlettiren, iyi bir yönetmenlik örneği. Aki Kaurismäki, Bent Hamer ve Roy Andersson orijinli kuzey mizahına yakın. İşlin aslı bu yapıyı asıl esinlendiği yer, Romanya Yeni Dalga sineması. Bu özgün sinemanın mimarlarından Corneliu Porumboiu’nın adını duyurduğu 2006 tarihli ‘A fost sau n-a fost? / Bükreş’in Doğusu’ ile akraba bir film olmuş Mahmut Fazıl Coşkun’un yeni filmi. Porumboiu’nun filminin politik mizaha yaklaşımı ve absürt anlardan güç alan sabit kameralı müthiş anları, ‘Anons’u izlerken zihne takılıp kalıyor! O filmdeki incelikli, yüreği bir sızı halinde acıtan dram-duygu ise ‘Anons’ta yok.

Bir de ufak da olsa, bazı itirazlarım var tabii… Konjonktürel bir yanı var ister istemez ‘Anons’un! Ülkemizde gerçekleşmiş birden fazla askeri darbe varken, üstelik demokrasiyi yaralayan, insani iradeyi yok eden, ülkeyi upuzun yıllar boyunca çağın gerisinde bırakan bu acılı ve hain darbeler üzerine film çekmeden, 1963 yılında ‘çok şükür’ gerçekleşmemiş bir darbe girişimini film yapmak fazla lüks geliyor bana! Tarihi hesaplaşmalar, hain girişimler ve sayısız acılar geçmişte ve yakın geçmişte dururken, coğrafyanın ve toplumbilimin kıyısında öylesine bir tur atmak anlamı taşıyor, perdeye yansıyanlar. Bir de cuntacı askerlerin Ruhi Su dinleyip, bildikleri nerede görülmüş? Filmde frigidaire bayisi olmak isteyen eski askerler ve Martini’den anlayıp içen, yarı cumhuriyet aydınlarına olan eleştirel ve mizahi yaklaşıma, Ruhi Su gibi bir değeri iliştirmek, pek sevimli gelmedi doğrusu. Öyküde yer alan bu ve buna benzer satır başlarına takılmazsanız, keyifle izlenen, bazı anlarda gülümseten, sinemamızda karşımıza sıklıkla çıkmayan bir kara film bulacaksınız perdede. (3 / 5)

Başrolünü Maggie Gyllenhaal’ün üstlendiği, yönetmeni Sara Colangelo’ya bağımsız filmlerin ana yurdu Sundance’ta en iyi yönetmen ödülü kazandıran dram ‘The Kindergarten Teacher / Anaokulu Öğretmeni’, Gregory Plotkin’in yönettiği korku türündeki ‘Hell Fest / Cehennem Festivali’, Kanada yapımı animasyon ‘Elliot the Littlest Reindeer / Karlar Prensi Elliot’ ile birlikte üç yerli yapım; senaryosunda Onur Ünlü’nün de katkısı olan A. Taner Elhan imzalı ‘Sevgili Komşum’, A. Volkan Kocatürk’ün yönettiği fantastik öykü ‘Keşif’ ve yönetmen koltuğunda Tuncer Gürbüz’ün oturduğu korku-gerilim türündeki ‘El-Ummar’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN








Diğer Yazılar