MERHABA MÜZİK
19 Eylül 2021 Pazar 21:19
Artık her şey iyice ‘aleni’ durumda; kim neyi niye yapıyor artık çok belli. Şifre yok, anahtar yok! Birilerinin albümünüzü alması, filminizi görmesi, programınızı seyretmesi için yapmanız gerekenler artık belli. Siz bunu görmez ya da bilmezseniz bile birileri sizi uyarıyor, yol yordam gösteriyor: “Şöyle yapacak, böyle davranacaksınız; kavga edecek, saldıracaksınız, bağırıp çağıracaksınız da…” Sessiz sedasız oturup, albümünüzün-filminizin-programınızın başarısını tesadüflere bırakmayacaksınız. Bu formül (ya da bu çağın ultra-modern davranış biçimi) bazen tutuyor, bazen tutmuyor. Ama her geçen gün bu denilenlere uyan, dikte edilenleri yapan daha da fazla insan çıkıyor. Sebebi de, hiçbir şey yapılmadığı zaman hiçbir şey olmayacağının kesinliği.
Böyle olduk! Bağırmayan çağırmayanla, bir bardak suda fırtına(lar) koparmayanlarla ilgilenmiyoruz artık. Bir tek biz öyle değiliz. Almanya’sı, Fransa’sı, İtalya’sı da öyle; bütün dünya böyle. Artık peşinde olunan şey nüzik ya da film ya da buna benzer bir şey değil, başka şeyler, bambaşka şeyler. Biz başka şeyler arıyor-istiyoruz, onlar da bize bunu veriyor-sunuyor.
“Yolun Açık Olsun” (DMC) adlı ikinci albümünü çıkaran Ferhat Göçer mesela, kendisiyle aynı zamanda (üstelik aynı firmadan) bir albüm çıkarmış (“Biriciğim’e”) Kayahan’ı doladı diline. Kayahan’ın, albüm tanıtımı için kameraların karşısına ‘maaile’ çıkıyor olmasını (kendince) eleştirdi: “Ben evliyim ama eşimle tek kare fotoğrafım yok. Ama Kayahan modeli var mesela. Kayahan albüm çıkardığında hep bunu yapıyor. Neden albüm zamanı televizyona çıkıp da çocuğuyla şarkı söylüyor? Bana samimi gelmiyor…”
‘Samimiyet’ mi? Kaldı mı ki; artık bunu arıyor, soruyor ya da bekliyor mu kimse? Ve tabii Kayahan da anında bu oyuna katıldı: “Bizi sevenler bu tabloyu görmekten mutlu oluyorlar. Bir de bu telaş niye, dur bakalım, önce kendini bir ispat et…” Sonuç mu? Her iki albüm de listelerde, çok satanların arasında. Bu “aldım-verdim ben seni yendim…” oyunu olmasa böyle olabilir miydi? Hayır olamazdı, zor olurdu ya da. Çünkü her iki albüm de, müzik açısından yeni bir şey söylemiyor, kimseye söylemiyor.
Göçer’in albümü, tıpkı bir önceki gibi (“Dön Diyemedim”), olsa da olurdu, olmasa da. Göçer’in sesinden bize ulaşmadığında, eksikliğini hissedip peşine düşeceğimiz hiçbir şey barındırmıyor bu albüm. Tıpkı Göçer’in bizzat kendisi gibi. Hiç kimse Göçervari bir yorumcuyu hasretle beklememekteydi. Eğer ortaya kendisini zorla sürüp şarkı söylemeye niyetlenmemiş olsaydı, eksikliğini kimse hissetmezdi. Üç vakte kadar, beş vakte kadar üçüncü bir albüm yayınlamamış olsun mesela; durum değişmeyecek, yine aynı olacak. “Ah, nerelerde kaldı Ferhat Göçer?” demeyecek hiç kimse.
Kayahan’ın durumu farklı elbette. “Ve Melankoli”, “Gözlerinin Hapsindeyim” ya da (Nilüfer tarafından seslendirilmiş olması şartıyla) onlarca başka şarkısını sevdiğimiz, hayatımızın fon müziği yaptığımız bir şarkı yazarıdır Kayahan. Ama son üç beş yıldır bir ‘ilham krizi’ yaşadığı da çok belli. Ve zaten Nilüfer’in yolunu Kayahan ile ayırmasının birinci sebebi de buydu; artık iyi ya da güçlü şarkı çıkaramıyordu Kayahan. ‘İlham cephesi’nde değişen bir şey yokmuş meğer. “Biriciğim’e” adlı son albüm, daha önce onlarcasına kulak verdiğimiz Kayahan şarkılarının eşlerinden-benzerlerinden oluşuyor. Göçer için söylenenlerin aynısı bu albüm için de söylenebilir: Olsa da olurdu, olmasa da.
Ve Yalın. “Herşey Sensin” adlı yeni albüm, herkesten evvel ve her zaman olduğu gibi, eline gitarı henüz almış ergenlik yaşındaki çocukların ilgisini çekecek. Gitara merak sarmış herhangi bir çocuğa, kısa bir süre içinde sökülebildiği için “gitar çalabiliyorum!” duygusu yaşatan Yalın şarkıları, bir ‘eski 45’likçi’nin dediği gibi, gerçekten ilk öğrenim sınıflarının müzik öğretmenlerine havale edilmeli. Bu şarkılar, ‘mandolin’ ile huzur bulabilir, rahata erebilirler. Zarfın (yani kapak ve bukletin) şıklığı-güzelliği, bu şarkıların hüvviyetlerini değiştirmeye yetmemiş. Yalın’ın hala söyleyecek bir şeyi yok, şarkıları hala çocuk şarkısı.
GEL EY SEHER
Allahtan ki, söyleyecek sözü de olan, bu sözleri bize nasıl aktaracağını bilen de var müzik dünyamızda. Bin şükür ki hala var ve zaten umudumuzu tamamen kesmemiş olmayı da onlara borçluyuz. Bu isimlerin başında gelen Fatih Erkoç, “Kör Randevu-Collection” adlı albümünde resmen tarih yazmış. Sıra dışı bir sesi, kimselere benzemez bir vokal biçimi olan bu eşsiz yorumcu-müzisyen, bu son albümüyle bir ‘vokal el kitabı’ yazmış. Şarkıclığın, şarkı söylemenin ayağa düştüğü, dünyanın en zor işiyken (her nasıl olabildiyse) herkesin “Ben de yapabilirim, ben de söyleyebilirim!” yanılsamasına kapıldığı şu günlerde, bu albüm gözümüzü açabilir, bizi iyice rezil olmaktan kurtarabilir. Hayır beyler! Herkes şarkı söyleyemez! Herkes bir yana, ancak ‘seçilmiş’ insanların yapabileceği bir şeydir bu; Fatih Erkoç’a kulak verin ve bunun farkına varın. Sizi daha fazla rezil olmaktan, daha fazla yerlerde sürünmekten kurtarabilir bu albüm. “Bizim yaptığımız, şarkı söylemek filan değilmiş!” der, vakit varken vazgeçebilirsiniz.
Albümün açılış şarkısı olan “Mi Amor-Habibi-My Love” bile, ne çapta bir yorumcu ile karşı karşıya olduğumuzu gösterebiliyor. Ferdi Tayfur’un “Emmioğlu”su, Erkoç’un Louis Armstrongvari vokal biçimiyle tümden değişmiş, başka, çok başka bir şarkı olmuş. Herkesin kendisini göstermek, öne çıkmak için binbir takla attığı Okan Bayülgen’in programına da çıkan, ama kendisine söz verildiğinde konuşup, verilmediğinde sessiz sessiz dinlemesini de bilen Erkoç, aynı zamanda günümüzün şart koştuklarına da yüz vermeyen biri. O şarkılarını söylüyor, albümünü çıkarıyor ve sonrası için bizim çaba harcamamızı bekliyor. “Benim albümümü alın, ille de beni dinleyin!” diye taş üstünde taş bırakmayanlardan değil Erkoç.
Grup Zan ile birlikte “Toprak” adlı yeni bir albüm yayınlamış Cahit Berkay da öyle. “Toprak” adlı albüm, ‘söz’e bile ihtiyaç duymadan, yalnız ama yalnızca müziğin gücüne güvenerek bir şeyler anlatmaya çalışıyor bize. Üstümüzdeki ölü toprağını silkeleyebilme gücünü bulabileceğimiz bir albüm bu. Bu albüme kulak verdikten hemen sonra, “Yaprak Dökümü”müz üzerine kafa yorabilir, “Arda Kalan”ın hesabını yeniden yapmaya başlayabilirsiniz.
Berkay’ın bu albümü yapma nedeni, zaten de tam olarak bu; düşünmemizi istiyor, kendimiz ve etrafımız hakkında düşünmemizi. Kırk yıldan fazla bir zamandır, her şarkısı ile hayatımızı daha anlamlı kılma çabası içinde olmuş Berkay, Hürriyet’te, Serhan Yedig’in sorularını, sanki bu dünyaya (aslında ‘bu günlere’) ait biri değilmiş gibi, gayet sakin bir biçimde cevapladı kısa bir zaman önce: “Bugün! Bir yandan korsanlara, mp3 furyasına, diğer yandan topluma belirli isimleri, ‘işte sizin sanatçınız’ yaklaşımıyla empoze eden medyaya karşı hayatta kalma savaşı veriyorum. Eğlencelik müzik yapmamanın dezavantajını yaşıyorum. İzleyicinin göbek atmak için beklediği TV eğlence programında ‘Bir Şey Yapmalı’yı söylesem herkesin neşesi kaçar. Ne ben çıkarım, ne de onlar beni ister. Neyse ki geçmişten gelen saygı sayesinde kısmen sesimi duyurabiliyorum. Ama genç müzikçilerin durumu vahim.” Yani takıldığı noktalar-konular, aklı başında herkesin takıldıkları-kafasına taktıkları.
Evet durum ‘vahim’, belki de ötesi. Belki ‘makul’ ve ‘mantıklı’ olabilmenin yolu hiç kalmamıştır. Ama en azından bu olup bitenlerin dışında kalmak, hiçbir biçimde destek vermemek de bir çıkar yoldur; kişisel huzur için tek çıkar yol. O zaman da kimi dinlememiz gerektiğini iyi seçmemiz lazım. Arife tarif gerekir mi? Cahit Berkay, Fatih Erkoç ve benzeri sıkı müzisyenleri yalnız bırakmayarak atabiliriz ilk adımlarımızı.
BULURSANIZ KAÇIRMAYIN
Fatih Erkoç’un, başta “Kör Randevu”su (rec by Saatchi) olmak üzere her şeyi
Cahit Berkay’ın, başta “Toprak” (Voltaj) ve “Film Müzikleri” (Emre) olmak üzere her ‘solo’su
Moğollar’ın 60’ların ikinci, 70’lerin ilk yarısında yaptığı her şey
SAKIN YAKLAŞMAYIN
Kayahan’ın, kendisi tarafından söylenmiş çoğu şarkısı
Ferhat Göçer’in şarkıları-albümleri-söyledikleri-söyleyecekleri
(Gayet ‘yalın’ bir biçimde) Yalın
KEŞKE OLSA
Cahit Berkay-Fatih Erkoç’tan, birlikte yapılmış bir albüm
KEŞKE OLMASA
Yalın tarafından seslendirilmiş herhangi bir Kayahan şarkısı
(Beterin de beteri var hesabı:) Yalın tarafından seslendirilmiş ve vokallerde Suat Suna’nın yer aldığı herhangi bir Kayahan şarkısı
NAİM DİLMENER
Diğer Yazılar
05 Mayıs 2024 Pazar 18:27
Pop denilen müziğin yerlerde süründüğü bir zamanda, Tarkan gibi bir ultra star’ın ne yapacağı, yoluna nasıl devam edeceği, aklı eren ermeyen herkesin merak ettiği bir şeydi. Hele hele, elde “Metamorfoz” geçir(t)miş bir Tarkan da olunca, merak (hatta kaygı) daha da artıyordu. Yersiz de değildi bu merak ve kaygımız; “patlama” olarak adlandırılmış bir çağın, yani 90’ların en büyük star’ıydı o. Serdar Ortaç, Mustafa Sandal, Kenan Doğulu ve şürekasından başkaydı, çok başka. Ajda Pekkan sonrası görülebilmiş/ortaya çıkabilmiş en büyük pop yıldızımızdı. Seviyorduk onu; kimimiz şu şarkı, kimimiz bu albüm, bir başkamız filanca gelişme nedeniyle de olsa, hepimiz seviyorduk onu. Ve ihtimam gösteriyorduk; şu ya da bu ölçüde ihtimam.
28 Nisan 2024 Pazar 13:17
Bu (‘yabancı’ da değil, ‘yerli’, fazlasıyla yerli) kucaktan kaçabilmenin, ya da bu kucağa yapışıp kalmamanın yegane yolu da, dediğimiz gibi, rotası farklı müzisyenlerin-yorumcuların peşinden gitmek, onlara kulak vermekten geçiyor. Bunların başında da Mehmet Güreli geliyor hiç şüphesiz. Hayatı önce kendisi, ardından da (paylaşmayı, paylaşarak büyümeyi-zenginleşmeyi benimsediği için) bizim için bayram yerine çevirenlerden Güreli. Çok şey görmüş geçirmiş biri aynı zamanda; Sartre ve arkadaşlarının altını çizmiş olduğu sıkıntı ve bunalımın ne demek olduğunu da biliyor, postmodern çağın dayattığı “Bir hiçsin, sen bir hiçsin, hiçoğlu hiçsin!” dayatmasını da. Güreli, çok şey görmüş geçirmiş bir müzisyen, hayatı anlamaya çalışmaktan yorgun düşmemiş bir şair.
28 Ocak 2024 Pazar 10:38
Pakize Suda'ya ilk defa, 70'li yılların başında, yazlık bir gazinoda denk geldim. Çok emin değilim, Ataköy ya da Yeşilköy'de... O zamanlar öyleydi; yaz geldiğinde Ataköy ve Yeşilköy civarındaki yazlık gazinolar ve sinemalar hareketlenir, her gün epeyce sanatçıyı bir arada seyretme imkânımız olurdu. Hem de ne kadar ucuz bir fiyata. Cem Karaca'dan Nazan Şoray'a, Timur Selçuk'tan Gökben'e kadar herkes. Bu gecelerden birinde Pakize Suda sahnedeydi. O zamanlar herkesin yaptığı gibi, Ajda Pekkan şarkıları vardı repertuarında. 'Görürsün Sana Neler Edeceğim' adlı şarkıyı bangır bangır söylüyor, 'Seveceğim, Gezeceğim' diyor ve fazladan hiçbir şey yapmıyor olmasına rağmen, gerçekten söylediğini mutlaka yapacağına inandırıyordu bizi. O günden sonra, Pakize Suda'nın koyu bir hayranı oldum.