BİZ SANA VURGUN BİZ SANA TUTKUN
“Büyük Aşkım” adlı albümü ile alışkın olduğu başarıyı yakalayamamış olan Nilüfer nihayet kendine geldi. Sanatçı, “Olur mu... Olur mu? / Gözünaydın” adlı son çalışmasının kısa bir zamanda her yana yayılması üzerine yeniden gündemde, bir kere daha çok popüler. Başta “Gözünaydın” olmak üzere epeyce şarkı bir anda dillere yerleşti. Tam 2000’li dalganın “emrettiği” bir albüm yapmış Nilüfer. Son derece süratli şarkılar, dinleyene nefes aldırmayacak bir şekilde arka arkaya dizilmiş. Son yılların çok popüler “genç isimler”i bu sefer Nilüfer için seferber olmuşlar. Onlar yazmış – çalmış, Nilüfer söylemiş. Türk popunun görüp göreceği en renkli, en sağlam üç – beş isminden biri olan Nilüfer ile, Sarıyer sırtlarındaki evinde görüştük. Bu eve, ilk defa 1998 yılında, GazetePazar için yaptığım bir röportaj sırasında girmiştim. Aradan beş yıl geçmiş ve evde değişen neredeyse bir şey olmamış. Beyaz koltuk ve kanepelerle döşeli salon hala aynıydı. Belki de tek fark, evin muhtelif köşelerine dağılmış her türden oyuncaktı. Ayşe Nazlı’nın bebekleri, kamyonları, ayıcıkları...gelişigüzel bir şekilde yayılmış olarak durmaktaydı. Nilüfer, kucağında Ayşe Nazlı ile girdi salona. Her ikisinin de yüzünde tarifsiz bir mutluluk. Ayşe Nazlı’nın, gazetecilerin yanına inmek gibi bir adeti yokmuş, ama bu sefer “Ben de soruları cevaplayacağım” demiş annesine, o da getirmiş... Ben de ilk sorumu ona sordum: “Beğendin mi annenin albümünü?..” Yüzüme bir parça şaşkın şaşkın baktıktıktan sonra gülmeye başladı ve annesinin kollarına gömdü yüzünü... Sonra da elinde balonu kalktı kanepeden, gitti... Ben de düğmeye basıp kaydı başlattım.
Memnun musunuz albümden?
- Evet, memnunum. Aldığım tepkiler çok olumlu, beklediğimden daha iyi tepkiler geliyor. Enerjik, dinamik bir albüm olduğunu zaten biliyordum... Bunu, şurdan da anlıyorum. Son konserlerime repertuvar yaparken düşünüp durdum, “Yeni şarkılardan ben bu konserlerde kaç tane söyleyebilirim?” diye, altı – yedi tane koydum. Hani, benim söylemekten keyif alacağım ve dinleyicilerin iyi reaksiyon göstereceğini tahmin ettiğim şarkılar bunlar, bayağı iyi bir rakam bu.
Albüm bana şunu düşündürdü. Nilüfer, sanki 70’lerin 45’lik çağındaymış gibi duruyor. O dönem, her bir 45’lik bir öncekine ya da bir sonrakine benzemezdi. Plaklar, birbirinden bağımsız yapılırdı. Bu albüm de böyle gibi. Çok fazla farklı şarkı, çok fazla farklı müzikal yapı var. Şarkılara tek tek baktığınızda fena durmuyor, çoğunu sevebiliyorsunuz, ama bir bütünlük yok albümde, karışık bir albüm gibi...
- Şundan kaynaklanıyor. Çok farklı aranjörlerle çalışıldı: Aykut Gürel, Altan Çetin, Murat Yeter, Ozan Çolakoğlu, Alper Erinç... Kayahan, İskender Paydaş ile birlikte kendi şarkısını yaptı... Bu sayıda aranjör ile çalışıldığında, böyle olabiliyor. Ama bu, hemen hemen her albümümde olan bir şeydir. Onno Tunç ile birlikte yaptığım albümleri hariç tutarsanız hep böyle oldu. Onno ile yaptığım çalışmalarda, şarkıların büyük bir kısmını Onno düzenlerdi, bu nedenle bu albümlerde “bütünlük” dediğiniz şey ortaya çıkmış olabilir. Ama diğer albümlerimin hepsi, bu sonuncusu gibidir... Bu altı aranjör ile çalışmanın getirdiği bir sonuç, ben albümü dinlediğim zaman bir tutarsızlık da görmüyorum zaten.
Haklısınız, bu farklı aranjör durumu çoğu albümünüzde var, ama mesela “Yeniden Yetmişe” albümünüzü ele alalım. Orada, çok farklı yılların şarkılarını, çok farklı isimler elden geçirmişti ama, o albümde bir “sound”tan söz edilebiliyordu... Şundan olabilir mi? Daha önceki albümleriniz üzerinde hep son sözü siz söylediniz... Mesela “Dünya Dönüyor”un düzenlemesini beğenmeyip birkaç sefer baştan yaptırdığınızı söylemiştiniz o dönem. Bu sefer öyle olmamış olabilir.
- Şimdi bakın şöyle bir şey var. Ben bu albümde, aslında en fazla iki aranjörle çalışmaktan yanaydım. Dediğiniz gibi, bu durum, bir sound bütünlüğü getiriyor beraberinde. Ama, çok aranjörle çalışmanın getirdiği avantajlar da var. Hem ortaya daha büyük bir renklilik çıkıyor, hem de iş çok süratleniyor. Biz bu albümde, bu kadar şarkıyı yalnızca iki aranjörle yapacağız deseydik, bu albüm ancak iki yıl sonra çıkardı ortaya. Buna inanın yani. Türkiye’de şöyle bir şey var; hiçbir aranjör tek bir şarkıcıya konsantre olabilecek zamanı bulamıyor. Aynı anda üç farklı kişinin şarkılarını yapıyorlar. Bu yüzden de, işler inanılmaz derecede ağırlaşıyor, gecikiyor. Bu Türkiye’de ciddi bir sorun... Tabii onlar da belki haklı, ne bileyim... Bir aranjör, tek bir albüm için altı ayını ayırdığında bunun karşılığını ona göre alması gerekir. Öyle olamıyor. Verdikleri bunca zamana değecek bir para kazanamayacaklarını biliyorlar. Ona bir şarkı, buna bir şarkı... bir başkası geliyor “Şunu da yapar mısın?” diye, onu araya alıyor... Böyle bir gerçek var yani.
Fakat yine de albümü dinlerken insanın aklına şu geliyor. Artık Altan Çetin sound’u dediğimiz bir şey var. Onun izinden giden ve bir çırpıda Altan Çetin olmaya niyetlenmiş Alper Narman – Fettah Can ikilisi de var. Nilüfer, bu isimleri tamamen serbest bırakmış gibi. Tamam, şarkılar tam günümüze göre ama, sanki biraz peşine düşülse, bu şarkılar biraz daha Nilüfer şarkısı olabilirmiş, bir parça daha “Nilüfer damgası” yiyebilirmiş gibi gözüküyor.
- Bence Altan Çetin’in şarkısı benim üstüme tam oturan bir şarkı oldu. İnsanların dinlemeden önce bir önyargıları vardı. “Altan Çetin’in alışılmış bir sound’u var, şarkı verdiği çok sanatçı var, yorumcu var ama Nilüfer’e uyar mı?...” gibi. Benim duyduklarım bunlardı. Ama hakikaten, şarkıyı dinledikten sonra fikrini değiştirdi herkes. Beğendiler, “Olmuş” dediler. Ben zaten inanmasam o şarkıyı söylemezdim. Biliyor musunuz, ben Altan Çetin ile, geçen albümde de çalışmak istemiştim. İstemiştim fakat olmamıştı.Yoğun çalışan bir çocuk, bazı plak şirketleriyle yoğun çalışıyordu, olamamıştı.
Çok sıkı bir mail grubunuz ([email protected]) var hayranlarınızın oluşturduğu, bilmiyorum bundan haberiniz var mı? Bu gruba üye hayranlarınız, yalnızca sizden konuşup duruyorlar. Ben de gruba üyeyim ve Altan Çetin ile çalışacağınızı ilk duyduğumuzda çoğumuz çok sevindik: “Vayy, Altan Çetin - Nilüfer ortaklığı çok şahane olacak” dedik. Altan Çetin zımba gibi şarkılar yapıyordu, ve bu sefer Nilüfer gibi bir ses bu şarkılara hayat verecekti... Fakat birlikte yaptığınız şarkının alt yapısı çok demode, bu da çoğu hayranın beklediğini bulamamasına sebep oldu. Çok basit bir club sound’u var “Gözünaydın”ın altında. Aranjör Altan Çetin hep aynı şeyi yapıp durmuyor mu sizce? Eurodisco denilen anlayışın en sığ hali...
- Ben böyle düşünmüyorum. Ben öyle çok gezen biri değilim ama, geçen hafta tatile gitmiştim. Orada, şu anda en popüler olan dans şarkılarını çalmaktaydılar, Altan Çetin’in yaptıklarına benzer şeyler duydum hep.
Ama bu yapılan, hadi adını koyalım, bir Hande Yener ya da İzel şarkısı gibi. Bu tür şarkılar, bu iki ismin sound’u olarak görülüyor artık. Bence Altan Çetin, “Nilüfer’e özel” bir şeyler üretmeliydi.
- Benzerlikler var tabii, sonuçta aynı beyinden çıkıyor bu şarkılar, şarkıların melodik yapısında da benzerlikler olabilir. Böyle olmasına rağmen, burada önemli olan, benim bu şarkıya imzamı atabiliyor olabilmem. Yani ben dinlediğim zaman çok keyif alıyorum, pek çok yerde şarkıya rastladığım zaman hoşuma gidiyor ve hala dinlemekten sıkılmadım. Düşünsenize, stüdyo aşamasında, bazı şarkılardan bayılacak duruma geliyoruz, bıkkınlık geliyor. Ama bu şarkıda böyle olmadı. Mesela, Selami Şahin’in şarkısı “Hey... Bakar mısın?” da öyle, bu da albümün en sevdiğim şarkılarından biri.
Selami Şahin her zaman iyidir de, şarkının sözleri biraz çocukça değil mi? Bir evvelki albümünüzdeki “Anlat Arkadaşım” gibi...
- Doğru olabilir, ama benim hoşuma gidiyor. Her şarkıda felsefe yapacağız diye bir kural yok ki! Dünyada da yok böyle bir şey. Ben stüdyoda “Hey... Bakar mısın?”ı söylerken çok keyif aldım. Şu anda ortalıkta da bu iki şarkı dönüyor. Altan Çetin ve Selami Şahin’in bu iki şarkısı. Zaten, ben albümdeki şarkıların % 80’nini severek ve inanarak söyledim.
Ya geri kalan % 20?
- Vardır bir şeyler ama oralara hiç girmeyelim. İş bittikten sonra çok içime sinmeyen şeyler oldu. Kendi yorumumla ilgili bazı şeyler var. Olmadı, bana yakışmadı, bundan farklı bir şey yapılabilir miydi gibi şeyler...
Peki bu konuyla ilgili son bir şey soracağım. Hande Yener’in geçen sene çıkardığı albüm çok fazla sattı, hem de piyasanın en berbat olduğu dönemde sattı. Nilüfer olarak değil, genel olarak soruyorum. Piyasanın geneli üzerinde bir baskı unsuru oluşturmuş olabilir mi bu albüm, hani, madem bu tür müzik satıyor, biz de böyle yapalım gibi...
- Şimdi böyle bir trend var Türkiye’de; yaz geldi, insanlar zıplayacaklar, dans edecekler, bağıra çağıra şarkı söyleyecekler, böyle bir trend var. Bu böyleyken, mırıl mırıl şarkılar söyleyen bir Nilüfer olarak çıkmak istemezdim. Trend böyle devam ederken, mırıl mırıl bir albümle çıkamazdım.
Bir dinleyici olarak Hande Yener sever misiniz?
- Hande Yener’i çok sağlam bir şarkıcı olarak görüyorum. Çok sağlam şarkı söylüyor. Bence starlığa oynaması için bar çalışmalarından vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü bu insanı aşağıya çeken bir şey.
Peki kim var başka genç nesilden sevdiğiniz?
- Ses olarak mesela Burcu Güneş bence olağanüstü. Çok da genç.
Ben Funda Arar’ı Nilüfer’e benzetmişimdir.
- Bana benzetirler. Bir havası var. O da çok hoş, çok sağlam bir şarkıcı.
- “Dudu” hepimizi ikiye böldü. Ben dahil bir kısmımız çok sevdi. Bir kısmımız ise yerden yere vuruyor.
- Bu konuda yorum yapmalı mıyım bilmiyorum. Tarkan her yerde satıyor. Önemli olan sonuçtur bence. Şarkıda çok hoş yerler var ama daha önceki şarkılarla kıyaslayacak olursak insanın düşünmesi lazım. Ama Tarkan her zamanki gibi çok iyi yorumluyor. Medya çok üstüne gidiyor ama. Birkaç gün önce televizyonda rastladım ona, çok gergin gördüm onu, üzüldüm. Aslında böyle olmamalı. Tarkan’ın bence hiç öyle hissetmemesi lazım, önemli olan sonuçtur.
Peki, albümü neden “Bir Garip Yolcu” gibi çok fazla çalınmış – söylenmiş bir şarkı ile açtınız?
- Neden olmasın ki?
Albümü dinlemeye başlayanı yanlış yönlendiriyor diye düşünüyorum. Gipsy Kingsvari vokaller filan... İspanyol esintili bir albüm dinleyecekmiş hissine kapılıyor insan.
- O vokaller Aykut Gürel’in fikriydi. Başlangıçta ben de sevmedim. Ama Aykut diretti; “Her türlü alet sesi katabiliyoruz da, neden insan sesi katmayalım” dedi, ben de ikna oldum.
Ya Kayahan, bir yol ayırımında mısınız? Bu albümde de bir Kayahan şarkısı var ama bana şeklen var gibi geldi. Çok üretken biri Kayahan, dört tane yap deseydiniz yapardı bence.
- Bir kere, benim sürekli olarak Kayahan şarkısı söylemem gerektiğine inanmıyorum. Ama Kayahan o kadar çok şarkı da yapmaz. Kayahan, senede on tane şarkı üreten biri değildir. Bir şarkıyla çok uğraşır. Ama işte... yani sonuçta bu işler anlaşmalara bağlı olan şeyler. Yani benim bağlı olduğum plak şirketinin onunla yaptığı görüşmelere bağlı olan şeyler. Kayahan’ın oturup, “Ben Nilüfer’e şarkı yapayım” diyecek hali yok. Dolayısıyla biraz geç bir bağlantı kuruldu. Ben sürekli görüşüyorum ama iş anlamında biraz geç bağlantı kuruldu. Yine de iki ayı buldu Kayahan’ın bu şarkıyı tamamlaması.
Kayahan’ın hiç etkisi olmamış gibi bu albümün üzerinde. Bildiğim kadarıyla önceki albümlerde daha sıkı bir işbirliğine girerdiniz onunla. Hazırlıklar sırasında hep yanınızda olurdu. Fikir alış verişi, ne yapalım ne edelim gibi.
- Kayahan hep böyle bir şeyler söylüyor ama böyle bir şey yok, bunu söylemek zorundayım... Eski yıllarda, evet ne bileyim, ben dört beş tane Kayahan şarkısı söylerdim; ama yani, Kayahan baştan sona benim albümümle ilgileniyor diye bir şey yok... Şunu da eklemeliyim: Ben hala Kayahan şarkıları söylemekten büyük keyif alıyorum, her zaman da aldım. Şu bir gerçek ki, Türkiye’de en iyi söz yazan, en iyi şarkı yazan adamdır Kayahan.
İşin görsellik yanına gelelim. Bundan önceki albümlerinizin kapakları çok özenliydi...
- Bunu beğenmediniz mi? Fotoğrafları ilk gördüğümüzde, ben dahil herkes şok geçirdi, çok güzel fotoğraflar...
Fotoğraflar çok güzel. Ama grafik çok iyi değil, bir de şu iki şarkılı albüm ismi, nerden geldi aklınıza bu?
- Evet. Bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyorum. Erol Köse’nin Kayahan ile olan anlaşmasına bağlı olarak böyle oldu.
Yani Kayahan, “Olur mu Olur mu?”yu, albüm adı olması şartı ile mi verdi?
-Evet.
Başka bir konuya geçelim. Herhalde farkındasınızdır. Türk popunun en büyük üç ismi aynı anda yeni çalışmalarını sundular piyasaya. Ajda Pekkan, siz ve sezen Aksu. Hiç böyle olmamıştı.
- Evet, benim Sezen’le aynı dönemde çakışan hiçbir şeyim olmadı. Bakın şöyle oldu. Benim albümüm gecikti aslında, Mayıs sonu gibi çıkaracaktım. Fakat bir ameliyat geçirdim ve bu bana zaman kaybettirdi. İş gecikti. Mayıs ayında biter dediğimiz albüm ancak çıkabildi... Aslında bu çakışma hiç de fena bir şey değil. Yani işte İbrahim Tatlıses’in çıkması, Tarkan'ın çıkması, benim albümüm... Sezen çıkıyor, Ebru Gündeş çıkıyor... Bayağı bir canlılık, hareketlilik demek bu. İşin tek can sıkıcı yanı korsan konusu. Korsan diskler 1,5 milyona satılıyor. Çok acı.
Ajda Pekkan sevdiğinizi biliyoruz, bunu her zaman söylediniz. “Sen İste”yi nasıl buldunuz?
-Çok güzel bir şarkı.
Son soru: Reha Muhtar’la barıştığınız yazıldı.
-Bununla ilgili gerekli açıklamalar yapıldı. Aslında bu konuda hiç konuşmak istemiyorum ama şu kadarını söylemem gerekir diye düşünüyorum. Ayrılıktan sonra geçen zaman içinde, Ayşe Nazlı’nın bu konudaki hassasiyetini gördüm. Birkaç gün önce, Reha, Ayşe Nazlı’yla bağlantı kurmak için benimle temasa geçti. Bu konuda duyarsız kalmam imkansızdı. Benim bir anne olarak, onun bu ihtiyacını göre göre, bile bile... Neyse. Geçtiğimiz Pazartesi günü Ayşe Nazlı’yı aldırdı, bütün günlerini beraber geçirdiler. O akşam da Ayşe Nazlı yemek yemek istemiş, o gün de Park Orman’da bir konser varmış filan... İyi de oldu... Ben de Reha’yla yemek yiyebilirim aslında. Ayşe Nazlı’nın “Baba” dediği biri o. Ama barışmak gibi bir şey söz konusu değil.
NAİM DİLMENER




.jpg)


.jpg)

.jpg)






