MURAT ERŞAHİN´LE BU HAFTA (8 OCAK 2010)
Haftanın film sayısı beş. Almodóvar´ın yeni filmi ´´Kırık Kucaklaşmalar´´, İsveç´ten gelen kült adayı ´´Gir Kanıma´´, biyografik ´´Amelia´´, kanlı canlı aksiyon ´´Ninja´nın İntikamı´´ ve vizyona sessiz sedasız giren ´´Kuzey Yamacı´´, izleyiciyi salonlara çağırıyor.
KIRIK KUCAKLAŞMALAR
Pedro Almodóvar ustanın ilk gösterimi, ´Altın Palmiye´ için yarıştığı 62. Cannes Film Festivali´nde gerçekleşen yeni filmi, naif göndermelerle, sinema tarihine saygıyla, kendi iç dünyasının zenginlikleriyle dolu bir yapım. Almodóvar´ın kişisel filmi, mizah ve hüznün bir arada yürüdüğü duygusal bir dram. Usta, anlattığı öyküde, unutulmaz filmi ´´Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar´´a da değinerek, kendi filmografisini yeniden kurgulamış adeta. Mateo Blanco bir yönetmen. Yıllar önce geçirdiği trafik kazası sonucu, görme yetisini kaybediyor. Delice sevdiği kadını da. Artık adı; Harry Caine. Önce, gazeteden aldığı bir ölüm haberi, ardından kapısını çalan bir ziyaretçi, onu geçmişe götürüyor. Flashback´ler eşliğinde, sevdiği kadın Lena´yı, onunla birlikte çektikleri filmi, bütün bu gelişmelerin onun, yakınlarının ve çevresindekilerin hayatını nasıl derinden etkilediğini izliyoruz. Hüzünlenirken, acı bir şekilde gülümsüyoruz, sonra bu acı, kaçamak gülümsemeler, kahkahalara, hemen ardından derin bir mateme bırakıyor kendini. Tutku, aşk, saplantı, sanat, yaratım, aile, birey, yalnızlık, kader üzerine küçük, alçak sesli ama ´hayati´ şeyler söylüyor yine Almodóvar. Penélope Cruz, alışkın olduğumuz üzere, çok çekici. Usta aktörler Lluís Homar, José Luis Gómez ve Almodóvar´ın başucu oyuncusu Rossy de Palma, filmin akılda kalıcı renkleri. Yarım kalmış, yeri dolmamış, ölümcül bir tutkuyla sarmalanmış her kucaklaşma gibi buruk, yıllar öncesinden çıkıp gelmiş eski bir dost gibi sıcak, çok gülünen hoş bir şaka gibi komik ve insana hayatta olduğunu hatırlatan yedinci sanat gibi güçlü bir film usta İspanyol´un yeni işi. Ha, bir de Edip Cansever şiirleri kadar olgun ve özel: ´´Bilmem ki hangi yıldı. Karışık bir akşamüstüydü. Bir panayır ölüsünü andırıyordu kent. Kar yağıyordu sürekli. İçimize yağıyordu, dışımıza yağıyordu. Karşımda duruyordun, hemen karşımda. Çok uzun bir yolculuktan yeni dönmüştün. Yani kendinin bir o kadar uzağına düşmekten. Yüzün mü? Merdivenlerden bir iniş gibiydi yüzün. Ama sevgiyle doluydun her zamanki gibi; beni de aşan bir sevgiyle. Oysa sevmek belirsizlikti benim için. Anlamı baktığı yerde kalan bir çift göz imgesiydi. Öyleydi. Çok gerekli bir şeyi ararken dalıp gittiğimiz olur ya bazen bir buluta, duvardaki bir çatlağa, ne bileyim işte, bir güvercinin boşluğu bir cennet gibi oymasına. Tam böyle mi bulurdum seni? Bulamaz mıydım yoksa? Çok sevmek, sevmemenin içgüdüsel bir çılgınlığı mıydı acaba? Anımsıyorum da…´´
GİR KANIMA
28. Uluslararası İstanbul Film Festivali ve 20.Ankara Uluslararası Film Festivali programlarında da yer alan büyüleyici İsveç filmi ´´Gir Kanıma´´, tekin olmayan korku-gerilimin, duyarlı bir aşk-dostluk öyküsüne eşlik ettiği naif bir yapım. Özenle kurduğu atmosferine politik bir söylemi de ekleyen film, 80´li yılların başında, soğuk savaş döneminde İskandinavya´da geçiyor. Stockholm´ün karakteristik bir banliyösü. Vampir bir kız, ürkek ve sıkılgan bir erkek çocuğu, tutucu, ayrımcı kalabalık, kuzeyin ´insanı´ yok eden, yabancılaştıran, izole yalnızlığı, soğukluğu. John Ajvide Lindqvist´in kendi romanından senaryolaştırdığı öyküyü, Thomas Alfredson yönetmiş. En kanlı şiddetten bile korkutucu ve yok edici olan insan zalimliği. Kaçıp kurtulunması gereken bir sistem. Uygar, paylaşımcı, ilerici, aydın bir yer arayışı. Ütopik bir modele doğru yol alan iki dost. Hollywood versiyonu, ´´Cloverfield´´ın yönetmeni Matt Reeves tarafından çekilen ´´Gir Kanıma / Lat den rate komma in´´, başarılı öyküsü, egemen yönetimi yanında, kusursuz işçiliği ile de dikkat çekiyor. Özellikle renk paleti müthiş. ´Kimsin sen?´ diye sorar Oscar. ´Senin gibiyim, farklı değil´ diye cevap verir Eli… ´Çılgın kalabalıktan uzak´ta olma gayreti ve isteğini azdıran yaman bir film bu kuzey sürprizi.
AMELIA
Atlantik´i tek başına geçen ilk kadın pilot olan Amelia Earhart´ın hayat öyküsü. Henüz 40 yaşındayken çıktığı dünya turu sırasında Büyük Okyanus üzerinde kaybolmuş ve hiç bulunamamış olan Earhart rolünü, ona fiziksel olarak bir hayli benzeyen (dokümanter görüntülerden belli oluyor) Hilary Swank üstlenmiş. Filmin yönetmeni ise Mira Nair. Hint asıllı yönetmeni, ´´Salaam Bombay!´´, ´´Mississippi Masala´´, ´´Kama Sutra´´ ve en çok da, ´´Monsoon Wedding´´ filmlerinden tanıyoruz. Amerikan tarihinin güçlü-dominant kadın kişiliği filmde Amerikan rüyasının, kadın hareketinin ve özgürlük anlayışının simgesine dönüşüyor. Richard Gere, Earhart´ın kocası ünlü yayıncı ve yapımcı George Putnam rolünde. Kansas´lı cesur ve ´özgür kızın´ sevgilisi Gene Vidal´i ise İskoç aktör Ewan McGregor canlandırmış. Christopher Eccleston ise, son 1937´deki son uçuşunda Earhart´a eşlik eden seyir sorumlusu ´Fred Noonan´ rolünde. Oldukça emek harcanmış ve iyi oynanmış dram, son tahlilde damakta ´olgun´ bir seyir zevki bırakmıyor. Yavan biçimde gelişen ve eldeki malzemeyi, bildik öykülere ve Amerikan mitine çeviren genel yapı içinde sıkılıyor, düşülen tekrarlardan bıkıyorsunuz bir süre sonra. Herkes görevini yapmış ama filme o en önemli şey, büyü ve ruh katılmamış gibi.
NİNJA´NIN İNTİKAMI
Her intikam acımasızdır ama ninja´larınki bir başka acımasız… Kan ve gövde ilişkisi en üst raddede. Bir klan tarafından suikastçı olarak yetiştirilen öksüz bir çocuğun, yıllar sonra intikam almak için ortaya çıkışını öyküleyen aksiyon, Wachowski kardeşlerin projesi. Wachowski´lerin ´´Matrix´´de yardımcılıklarını yapan, daha sonra ´´V for Vendetta´´ ile herkesi kendine hayran bırakan James McTeigue´nin yönettiği kanlı-canlı yapımın senaryosunda imzası olan isimlerden biri de, Clint Eastwood´un ´´Changeling / Sahtekâr´´ını da yazmış J. Michael Straczynski. Şiddetin, estetik bir koreografi ile sunulduğu film, sıkılmadan izleniyor. Ama ötesi yok. Bu arada, ne kadar çok insanın kalbi sağ taraftaymış da, benim haberim yokmuş…
KUZEY YAMACI
1936 yazında Almanya… Çocukluklarından beri çok iyi arkadaş olan iki dostun ortak sevdası dağcılık. Ölü taraf olarak bilinen kuzey tarafı henüz fethedilmemiş Eiger Dağı´na tırmanmak ise en büyük düşleri. Toplumsal takdirin yanı sıra, olimpiyat madalyası, bu tırmanışın sonucunda ele geçirecekleri en değerli şey. Ama hayal ettikleri tırmanış sırasında yolunda gitmeyen şeyler oluyor ve dağcılar, doğanın gücüne karşı zorlu bir ölüm-kalım savaşına giriyorlar. Vizyona gireceği son anda belli olan ve basın gösterimi yapılamayan macera, gerçek olaylara dayanıyor. Orijinal adı ´´Nordwand´´ olan Almanya-Avusturya-İsviçre ortak yapımının yönetmenliğini üstlenen isim, Philipp Stölzl. Benno Fürmann ve Florian Lukas´a eşlik eden isimse usta Alman aktör Ulrich Tukur. ´Doğayla savaşan insan´ temalı filmleri sevenlerle, dağcılık ve tırmanış tutkunlarına özel olarak duyurulur.
MURAT ERŞAHİN