Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

'ALTIN PORTAKAL'A OKUL TIRAŞI

10 Ekim 2021 Pazar 11:44
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

YORGUN ELEŞTİRMENİN ALTIN PORTAKALI

‘Gelecek umutla yeşerecek…’ diyen 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde bir sinema yazarı olarak yirminci kez bulunduğum aklıma geldi uçaktan indiğimde. - Bu arada sadece festival konuklarını taşıyan özel uçağın bu kadar ego yüküyle sağ salim piste inmesi sevindiriciydi - Uzun zaman olmuş…Yirmi yıl… Verilen ödüller, verilmeyenler, iyi filmler, kötüleri, bir dönem Altın Portakal’a verdiğimiz zorunlu protesto arası, festivalin magazinel yanları, kötü ve iyi hatıralar, tanıştığımız ‘sıkı’ sinemacılar, gözleri ışıl ışıl parlayan sinema öğrencileri ve sinefillerle yaptığımız uzun sohbetler, lezzetli paneller, Birol Ünel’in Su Otel’i fazla beyaz bulup duvarları kırmızı şarapla renklendirme denemesi, Adrien Brody ve annesinin balonla Kapadokya gezisi isteği, Woody Harrelson-Michael Madsen kavgası, Franco Nero ile kovboyculuk, benzersiz Vanessa Redgrave, Maris Tomei ile rahmetli Cüneyt’imizin efsane fotosu, Mickey Rourke ve köpeği, Kim Ki-duk’u garson sanıp; cin tonik istedikleri unutulmaz gece, Francis Ford Coppola basın toplantısı, Adam & Eve otel yabancılaşması, otelin içinde kafamıza yağan yağmur, gece çorbaları, yanan tenekeler, gece denizleri, rekor denememizin ardından kullanım dışı kalan su kaydırağı olayı, otelleri çınlatan havuz oyunları, şoförsüz kalan servis hikâyesi, Uğur Vardan’la tantuni günleri, Kaleiçi kuzu tandır, zemin kat masa tenisi maçları, yönetmenlerle sinema eleştirmenlerini ‘harmanlayan’ sessiz sinemalar, basın odasındaki kahveli, çaylı, unutulmaz haber geçme anları, daha neler neler…

Ekibin eksikliği… Rahmetli Cüneyt, burada olmamasına rağmen hemen her yerinde festivalin… Mözer ve Uğur bu sene yanımda değiller… Tunca yok, Cumhur yok, Erkan yok, Ali Ulvi yok… Yoklar listesi uzadıkça uzuyor… Var olan şeyler biraz farklı bu sene… Pandemi koşulları gereği geçtiğimiz yıl olduğu gibi film gösterimleri açık havada! ‘Yıldızlar Altında’ durumu gayet hoş bir açık hava sineması nostaljisi yaşatsa da; 21:45 filmiyle birlikte başlayan soğuk, nemin de etkisiyle sıkı üşüttü… Ölümle yaşam arasında gidip geldiğim 21:45 filmlerinin son bir saatleri…

Gündüzün acımasız sıcağı, hunharca bir ısı düşmesine dönüşüveriyordu geceleri. ‘Olsun’du! Filmler harici yalandır bir sinema yazarı için… ‘Yıldızlar Altında’ izleme durumuna eşlik eden havada uçan ‘drone’un yarattığı anlık yabancılaşmaya eşlik eden yeni yüzler… Eskinin dost simalarına pek rastlanmadı bu yıl… Bazı sıkı dostlar ve meslektaşlarla, ayrı otellerin konukları olarak bizi ayıran mesafeleri pek dert etmesek de ortalıkta havalı havalı dolaşan ve ufak bir göz selamını bile çok gören kendinden fazlasıyla emin genç kuşak sinemacı-eleştirmen-youtuber-‘celebrity’ konuk tayfası, daha da özletti eskiyi… Bu anlamda filmi çok benimsemesem de ulusal yarışma da yer alan ‘Anadolu Leoparı’nın ana karakteri, hayvanat bahçesi müdürü Fikret bey gibi dolaşıp durdum etrafta festival boyunca. Tek fark sigarayı bırakmış olmamdı sanırım. Bir de benim varoluş dertlerimin çok daha ikna edici olduğunu söylemem gerek!

Eski dostları gördüğüm nadir anlarda yüzümün gülmesi… Ardından çöken yoğun hüzün. Kardeşlerim olmadan ‘buralarda’ bulunmanın tarifsiz yalnızlığı, anlam kaybı… Mözer’siz festival mi olur yahu! Olmuyor tabii… Festivalin teknik koordinatörü kadim dost Gürkan’la konuşmadan anlamamız birbirimizi… İlhan İrem şarkısı gibi hissiyat: ‘Giderken bıraktığım asmalar üzüm olmuş. Yerlerde bütün kollar, bütün bağlar bozulmuş. Ben mi geç kaldım yoksa mevsimler mi soğumuş? Görmeyeli buralara olanlar olmuş, olanlar olmuş…’

Pandemi meselesi sebebiyle ‘Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’ gösterimleri açık havada düzenlendi bahsettiğimiz üzere. 19:15 ve 21:45 matineleri adı gibi ‘yıldızların altında’ gerçekleşti. Mutlak bir seçime yöneltiyordu sinema yazarını bu durum. Bütün gösterimler (ulusal yarışma, uluslararası yarışma, ulusal belgesel yarışması, ulusal kısa metraj yarışması ve özel gösterimler) aynı saatte farklı mekânlarda olunca seçimler giriyordu devreye ve şahsen ulusal yarışmayı takip etmekti kararım. On film yer alıyordu ulusal uzun metraj yarışma seçkisinde. Gecede iki film gösterimi olmak üzere Pazar akşamı 19:15 de başladı maraton. (Yarışmada yer alan filmlerin ‘ayrıntılı’ eleştirilerini, vizyona girdikleri haftalarda paylaşacağım).

Gösterim sırasıyla ilerlersek; ilk film Selman Nacar’ın ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi olan ‘İki Şafak Arasında’ydı! İyi bir insan olarak kalmak isteyen ana karakter üzerinden, sınıf ilişkilerini, sömürüyü, adaleti, vicdanı ve insanın içini masaya yatırıyordu yapım. Dürüsttü. Kimi kaba oluşlara karşın son derece ‘ince görüşlerle’ dikkat çekiyordu öykü. Senaryosu, uzun planları, çalışılmış oyunculuklarıyla da! Kesinleşen sınırların neresinde duracaksın? Yaman işler çıkabilir bu yönetmenden diyerek bir not düştüm ilk gösterime. Festival seçkisinin bana göre en iyileri arasındaydı bu ilk film.

İlk 21:45 filmi olarak ulusal yarışmanın bir diğer filmi ‘Zuhal’i izledik. Yine bir ilk film. Nazlı Elif Durlu yönetmiş. Başrol oyuncusu Nihal Yalçın odaklı bir öykü. Olamamış… Miranda July’ın uzun yıllardır yaptığı şeyi, ‘burada’, ‘bu biçimde’ yapmak… Özellikle July’ın 2011 tarihli ‘Future / Gelecek’ filmini çok sevmiş yönetmen. Kendini çok ciddiye alan, prematüre, snop bir ‘deneme’ denilebilir. Asıl gücünü aldığını düşündüğü ‘mizah duygusu’, ‘üstten ve yetersiz’! Kalamış’ta, bizim sokakta geçmesi, yarışmanın tek kadın yönetmeninin ürünü olması ve katalog öyküsü itibariyle sevmek isteyip sevemediğim bana uzak ve tuzak filmlerden biriydi… Bizim sokakta çekilmiş bir de!

‘Kafes’, önceki ‘Eylül’ ve ‘Tarla’ filmlerini çok beğendiğim Cemil Ağacıkoğlu’nun dördüncü uzun metrajı… Arka sokaklarda, bozuk düzen kaldırımlarında geçen; düşmüşler, kaybetmişler öyküsü. Karanlık bir varoluş polisiyesi. Yoksunlukla örülü dram, uzun uzun ve gayet suskun sigara sekansları içermekle birlikte Bela Tarr’ın başyapıtlarından ‘Kárhozat / Lanet’e çok fazla öykünmüş fakat o atmosfer ve dile ulaşmak güç. Çok güç... Ulaşılamamış. Beklentimin fazla olduğu, beni hayal kırıklığına uğratan filmlerden oldu ‘Kafes’. Oyunculuklar ise yetkin tarafıydı fimin!

‘Bağlılık Hasan’, Semih Kaplanoğlu’nun yeni üçlemesinin ikinci filmi. Bir helalleşme öyküsü! Geçmişi ve kendi içiyle hesaplaşan, vicdanını onarmak isteyen bir çiftçinin ve ‘kardeşliğin’ hikâyesi, festivalin doğal olarak usta işi yapımlarından biriydi. Plastiği ve anlatımıyla gayet olgun bir ‘sinemaydı’ izlenen. Halen Dreyer, Bresson, Bergman, Tarkovski izliyorum dedi basın toplantısında genç birinin, ‘sevdiğiniz sinemacılar’ sorusuna Kaplanoğlu. Tanpınar’ın ‘Huzur’ romanını sinemaya aktarmak istediğinden söz etti. Hayata bakışı, algılayışı ve duruşu ‘başka’ olsa da, eski dost Semih Kaplanoğlu ‘Meleğin Düşüşü’ zamanlarında saatlerce ‘şiir’ konuştuğum biri olarak ‘helalleşme’ fikri doğurdu bünyede. Kalbimiz kırıktı oysa! Öte yandan hiçbir şeyi tınmayan hızıyla geçiyordu ‘kısa’ hayat. Uzun olan sanattı! Yine bir akşamüstü, bir öğlen saati, bir sabah bıraktığımız yerden devam etmeliyiz şiire. Geçip gidiyor hayat. Tamirat olanaklı! ‘Sadece inanmak yeterli değil. Çevremizde etkileşim içinde olduğumuz insanlarla aramızdaki bağ üzerine kafa yormamız gerek’ diyordu filmde Kaplanoğlu.

‘Okul Tıraşı’, festivalde herkesin ortak paydada birleştiği film oldu… Ben bir miktar mesafeli ve soru işaretli yaklaşsam da; ‘bu gerçekte böyle mi olur’ diye kendime sorular sorsam da seyirci odaklı bir film kesinlikle ‘Okul Tıraşı’! Dar kadraj tercihi, müziksiz anlatım, görsel titizlik, akılda kalıcı yanlarıydı, Doğu Anadolu’da yatılı bir erkek okulunda geçen elem yüklü öykünün. Karakterleri izleyen hareketli kamera, adım adım, gerilimli, kara bir mizahla örülü yapıyı besliyordu. Bir miktar fazlalık, tekrar ve benzerini çok izledim hissi eşlik ediyordu dakikalar geçtikçe… On bir yaşındaki Yusuf’un bakışıyla ettiğimiz tanıklıklar, yanlışlar, endişe, çaresizlik, çıkışsızlık ve bütün o yoksunluk hali; Yusuf’un annesiyle okul duvarları dışındaki kısa telefon konuşmasıyla çok yükseliyordu. Filmin yüreğimde yara açan sahnesiydi kuşkusuz. ‘400 Darbe’yi, ‘Kes’i, ‘Ratcatcher’ı, ‘İf’i, ‘Kırmızı Balon’u, ‘Arkadaşımın Evi Nerede?’yi, ‘The Loneliness of the Long Distance Runner’ı ve bizim Zilkif’li ‘İki Dil Bir Bavul’u düşünüp durdum filmin ardından…

‘Anadolu Leoparı’, yirmi iki yıldır Ankara Atatürk Orman Çiftliği hayvanat bahçesi müdürlüğü yapan, yeni Türkiye ile oldukça mesafeli, yalnız bir adamın öyküsüydü. Ülkedeki yeni oluşlar, kahramanımız Fikret beyi çok hırpalamış vaziyette... Araplara satılıyor bahçesi. Bir eğlence parkı olacak… Sonu tükenmenin eşiğinde olan yaşlı ve hasta bir Anadolu Leoparı ve Fikret beyin paralel durumları… Uruguay şaheseri ‘Whisky’nin loşta kalmış varoluş hali var Emre Kayiş’in ilk uzun metrajında. Fikret karakterinin vazgeçmişliği ve sıkılmışlığının altı biraz daha doldurulsaydı keşke. Bir de savcı karakterinin Narkissos tiradının gerek-liliği/sizliği). Gerçekle, arzulanan hakikat! Hayatın içinde olmak… Eyvallah denilmeyecek değişimlere direnmek, ıskalamak hayatı, vazgeçmek… Kimisine demode gelen yapımın, başarılı atmosferi, renk paleti, sinema duygusu ve elem dolu isyanıyla akılda kalıcı bir film olduğunu söylemek gerek kanımca.

Necip Çağan Özdemir’in yönettiği ‘Bembeyaz’, sinema duygusu en az olan filmiydi festivalin! Bir TV filmi, bir canlandırma öyküsü… İnanç, günah, doğru, yanlış, ahlak, etik, iyi, kötü… Fikir önemli ama meseleyi biçimlendiremezsen, sinema yapamazsan yani olmuyor…

‘Birlikte Öleceğiz’… Birlikte öldük gerçekten! 160 dakikalık süresince açık havada, çok soğuk bir gecede pür dikkat, Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş’un aşk öyküsünün içine girmeye çalıştık… Fonda İstanbul… Tutku ve aşk geçmiyor yalnız perdeden, bünyeye! Çok zorlandım dahil olmak için; olmadı! Süleyman Turan’lı sahnelerde bir miktar hüzün ve elem doldu yürek; o kadar… Oysaki, açılıştan kapanışa dek özenle tasarlanmış film mimarisi kendini belli ediyordu. Bergman, Wong Kar-Wai, Fassbinder referansları arasında; titiz bir tasarım. Fakat hissiyat eksik. En önemlisi… Bir de hikâyeye hizmet etmeyen, bir miktar kaba bölümler, diyaloglar… Ülkenin haline isyan eden, hayalleri örselenmiş genç insan öfkesi, eşlik ediyor aşk hikâyesine öte yandan. Yine de yenilikçi ve özgün bir yanı olduğu kesin. Zaman içinde tartışılacak, epey konuşulacak.

Genç yönetmen Ali Tansu Turhan’ın ‘Diyalog’u, sürpriziydi benim için yarışmanın. Sinemaya, hayata, oyuna ve gerçeğe ‘içeriden’ bakma denemesi! Biçimle oynanan özgün bir çalışma. Bir çekim süreci ve iki başrol oyuncusunun ‘ilişkileri’. Evde, provada, sette, barda ve sokakta; kadrajda hep iki kişi. Ekranı bölerek çoğaltan yönetmen, kurmaca ve gerçeği iç içe geçirerek bir duygu evreni yaratıyor. Yirmi dakikayı aşan ve çok iyi çekilmiş tek plan, artı değer katıyor filme. Bir de kişisel durumlar. Bütün çocukluğumun, gençliğimin geçtiği sokaklar, caddeler. Okul sokağı, tanıdık gece, gecede sessizlik; sevgiliyle yürüyorsun. Sessizlik, en güçlü diyaloga dönüşüyor. Sahicilik kalıyor geride. Mütevazı, yalın, sağlam, içten bir ‘ilk’ film. Tebrikler…

‘Kerr’, ne yapsa, ne çizse, ne yazsa sevdiğim Tayfun Piselimoğlu’nun kendi romanından uyarladığı kafkaesk dramı. Adam, yıllar sonra, babasının cenazesi için döndüğü kasabada hunharca bir cinayete tanıklık ediyor. Ondan sonra fena… Ayrılamıyor bir türlü oradan. Olağanüstü halin hüküm sürdüğü, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, itlaf ekiplerinin sokaklarda turladığı garip ve ürkütücü günlerde kapkara bir varoluş çılgınlığı… Tuhaf mekânlar arasında salınan ‘izole’ bir araf ruhu! Resmi devlet binaları, virane bir pansiyon, gerçeküstünün sahici bir anlamsızlıkla yoğrulduğu pavyon; çaresizlik, yoksunluk, çıkışsızlık ve sessiz çığlıklar… Bilinçli bir donukluk haliyle sona geldiğimiz yerden, karanlık ve zarif bir memleket alegorisi. Bilge bir çılgınlıkla buluşan insan zavallılığı… Yapım tasarımı, görüntü yönetimi ve kurgu; sıkı senaryo ve usta yönetmenliğe eşlik ediyor. Rıza Akın’ın katil tiplemesi ‘müthiş’! Seçkinin en olgun, bilinçli ve sinema vaat eden filmiydi Pirselimoğlu’nun yedinci uzun metraj kurmacası. Asap bozucu kara bir mizahın yüze yayılan gülümsemesi, avcunun içi terleyen insan acemiliği ve umutsuzluğuyla izliyorsunuz yine perdedekileri. Varoluş, gerçeküstü, karanlık, sınırsız ve tekrarlanan bir muamma hali değilse nedir ki? Filmin, Cüneyt Cebenoyan’ın anısına ithaf edilmesi ise son derece incelikli ve kadirşinas bir nüanstı bu arada.

Filmlere, sinema dersleri ve söyleşileri de eşlik etti… Türkiye’deki üniversitelerin radyo, televizyon, sinema, medya, iletişim ve görsel sanatlar bölümlerine eğitim gören 250 öğrenci, 3-8 Ekim tarihleri arasında alanlarında uzman isimlerin verdiği çevrimiçi derslere katıldılar. Film Okuma Atölyesi, Senaryoda Karakter Tasarımı, Yeniden Keşfedilen Tarih: Kadın Sinemacılar, Sinemada Kurgu, Pandemide Yönetmenlik, Yaratıcı Yapım Süreçlerini Anlamak, sinema derslerini oluşturan başlıklardı…

Sinema söyleşilerine bakacak olursak, Altın Portakal sinema okulu; seçilmiş öğrencilere özel derslerin yanı sıra festivalin sosyal medya hesaplarından takip edilebilecek söyleşi videoları ile Türkiye’nin dört bir yanından sinemasevere de ulaştı. ‘İlk Filmimi Nasıl Çektim?’ başlığı altında Azra Deniz Okyay, ‘Oyunculuk Üzerine’de Hazal Kaya ile Nisan Dağ, ‘Belgeselde Yeni Arayışlar’da Deniz Tortum, Ruken Tekeş, Serdar Kökçeoğlu ve Zeynep Dadak, ‘Sinematek ve Seyir Kültürü’ bölümünde Emin Alper ile Senem Erdine ve nihayet ‘Video Sanatı ve Buluntu Film’ kapsamında Köken Ergun ile Zeyno Pekünlü, söyleşilerin konukları oldular.

Antalya Altın Portakal Film Festivali, bu yıl ‘Kültür İçin Alan’ projesi ile işbirliği içindeydi. Proje, görsel sanatlar ve gösteri sanatları alanındaki kültürel projelere ortam, mekân ve kaynak sağlamanın yanı sıra, yerel kurumlar ve sanat alanında üretim yapan profesyonellere farklı eğitim ve gelişim olanakları sunan bir kapsam içermekte. Proje kapsamında Gaziantep, Diyarbakır, İzmir ve bu kentlere komşu şehirlerden seçilen on beş katılımcı festival süresinde çeşitli derslere katılıp, festivaldeki sanatçılar ve endüstri profesyonelleri ile tanışma fırsatı buldular.

Yarışma bölümleri dışında; Mia Hansen-Løve’ın ‘Bergman Adası’, Ryûsuke Hamaguchi imzalı ‘Drive My Car’, Asghar Farhadi’nin ‘Kahraman’ı ve Audrey Dıwan’ın yönettiği ‘Kürtaj’, ‘özel gösterimler’ adı altında Antalya izleyicisi ile buluşan yaman filmler oldular.

Evet, 58. Altın Portakal da bitiverdi… Bütün festival ekibine, fedakârca çalışan emekçilere, festivale emeği geçen her bireye çok teşekkürler. Yeşeren gelecek günlerde, Antalya’da bol bol sinema konuşmak ve paylaşmak ümidiyle…

NOT: Yazı yazıldığında, ödüller henüz sahiplerini bulmamıştı!

 

58. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ödülleri

 

Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması:

En İyi Film: Okul Tıraşı (Yön: Ferit Karahan)

Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: İki Şafak Arasında (Yön: Selman Nacar)

Behlül Dal En İyi İlk Film: Anadolu Leoparı (Yön: Emre Kayiş)

En İyi Yönetmen: Tayfun Pirselimoğlu (Kerr)

En İyi Kadın Oyuncu: Nihal Yalçın (Zuhal)

En İyi Erkek Oyuncu: Tarhan Karagöz (Kafes)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Nezaket Erden (İki Şafak Arasında) ve Özay Fecht (Kafes)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Erdem Şenocak (İki Şafak Arasında)

En İyi Senaryo: Ferit Karahan, Gülistan Acet (Okul Tıraşı)

Cahide Sonku Ödülü: Ezgi Baltaş, Feride Çiçekoğlu (İki Şafak Arasında)

En İyi Görüntü Yönetmeni: Özgür Eken (Bağlılık Hasan)

En İyi Kurgu: Ferit Karahan, Hayedeh Safiyari, Sercan Sezgin (Okul Tıraşı)

En İyi Sanat Yönetmeni: Billur Turan (Anadolu Leoparı)

En İyi Müzik: Nikos Kypourgos (Kerr)

SİYAD En İyi Film Ödülü: Bembeyaz (Yön: Necip Çağhan Özdemir)

Film-Yön Derneği En İyi Yönetmen Ödülü: Tayfun Pirselimoğlu (Kerr)

 

Ulusal Belgesel Film Yarışması:

En İyi Belgesel Ödülü: Her Şey Dahil (Yön: Volkan Üce)

Jüri Özel Ödülü: Bekleyiş (Yön: Aslı Akdağ)

 

Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması:

En İyi Kısa Film: Siz Biraz Uzak Kaldınız (Yön: Elif Refiğ)

Jüri Özel Ödülü: İkinci Gece (Yön: Ali Tansu Turhan)

 

Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması:

En İyi Film Ödülü: Libertad (Yön: Clara Roquet)

En İyi Yönetmen: Paz Fabrega (Aurora)

En İyi Kadın Oyuncu: Claudia Grob (Aile)

En İyi Erkek Oyuncu: Petri Poikolainen (Titanik’i Seyretmek İstemeyen Kör Adam)

 

 

 

 

 



Diğer Yazılar