Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

26 ŞUBAT 2021

25 Şubat 2021 Perşembe 20:23
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yaklaşık beş ay önce yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının yılsonuna dek kapalı olacağı açıklandı. Umuyoruz sağlıkla açılır perdeler en kısa sürede. Şimdi kendimizi ve sevdiklerimizi pandemiden korumak, umutla beklemek zamanı.
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyorum. Mart-Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül-Ekim-Kasım-Aralık-Ocak derken şimdi Şubat aylarında, köşemde yazdığım eski yazıları… Bu hafta, 2013 yılının Şubat ayındayız! O yılın Şubat ayında sinema ve vizyon gündeminde, ‘yeni’, ‘düzgün’ ve ‘iyi’ olan ne varsa yazıda yer alıyor… 
Sinema salonlarına bir an evvel ‘temelli ve sağlıklı biçimde’ dönmeyi ümit ederek, koronavirüse karşı önlemlerinizi aksatmamaya ve içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmamaya devam edin. Herkese iyi seyirler, sağlıklı günler! 
Vizyon madem halen filmsiz, evlerdeyiz; her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önermek isterim sizlere… ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ öneriyor!

 

ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

The Go-Between / Arabulucu
(Yönetmen: Joseph Losey / 1971)

West Side Story / Batı Yakasının Hikâyesi
(Yönetmen: Robert Wise / 1961)

Rocco e i suoi fratelli  / Düşman Kardeşler
(Yönetmen: Luchino Visconti / 1960)

Deliverance / Kurtuluş
(Yönetmen: John Boorman / 1972)

La battaglia di Algeri / Cezayir Savaşı
(Yönetmen: Gillo Pontecorvo / 1966)

 

Güncel öneriler

Filmler:

I Care A Lot (Yönetmen: J Blakeson)

Mahkemece atanmış yasal vasi hizmeti veren bir kadın, yaşlı müşterilerini dolandırarak zorla huzurevine kapatır. Ancak hedefindeki son ismin sürpriz bağlantıları vardır. Mizah soslu ve gerilim katkılı suç öyküsünde Rosemund Pike’a eşlik eden isimler; Peter Dinklage, Dianne Wiest ve Chris Messina

 

The Photograph / Fotoğraf (Yönetmen: Stella Meghie)

Geçmişte ve günümüzde geçen bir dizi iç içe geçmiş aşk hikâyesi...’Insecure’ dizisiyle ‘Altın Küre’ye aday gösterilen başarılı oyuncu Issa Rae’ye, ‘Knives Out’, ‘Selma’ ve ‘Short Term 12,’ gibi filmlerde izlediğimiz Lakeith Stanfield’ın eşlik ettiği romantik bir yapım.

 

Baby Done / Bebek Tamam (Yönetmen: Curtis Vowell)

Maceraperest Zoe, uzun zamandır birlikte olduğu Tim’den hamile kalınca panik olur. Çünkü Tim baba olmak isterken, Zoe hayallerinden vazgeçmek istememektedir! ‘Harry Potter’ serisinin ‘Neville Longbottom’ı Matthew Lewis’i izlediğimiz yapımda, kendisine Rose Matafeo ve Emily Barclay eşlik ediyorlar. Yeni Zelanda’dan çıkagelmiş bir komedi.

 

Lost Holiday / Kayıp Tatil (Yönetmen: Michael Kerry Matthews, Thomas Matthews)

Noel için Washington’a dönen sosyal hizmetler görevlisi, dönüş yolunda yanlışlıkla bir kaçırılma olayına karışır. Eğlenceli yol filminde Kate Lyn Sheil, Thomas Matthews ve Keith Poulson rol alıyorlar. 

 

The Girl on the Train / Trendeki Kız (Yönetmen: Ribhu Dasgupta)

Uzaktan kusursuz görünen bir çifte kafayı takan yeni boşanmış sorunlu bir kadın, sarsıcı bir olaya tanık olunca kendini çetrefil bir cinayet vakasının içinde bulur. Hint yapımı gizemli suç hikâyesinin başrolünü, son dönemin popüler Hintli aktris ve şarkıcısı Parineeti Chopra üstlenmiş. 

 

Diziler:

Behind Her Eyes / Gözlerinin Ardında (Yönetmen: Steve Lightfood, Eric Richter Strand)

Bekâr bir anne, psikiyatrist patronuyla ilişki yaşarken onun gizemli karısıyla da gizlice arkadaşlık kurunca kendini aykırı zihin oyunlarının içinde bulur. İngiltere’den çıkagelen gizemli ve karanlık gerilimin başlıca rollerini Tyler Howitt, Tom Bateman ve Robert Aramayo üstleniyorlar. 

 

Tribes of Europe (Yönetmen: Philip Koch)

2074 yılındayız! Kıyamet sonrasında Avrupa, mikro devletler arasındaki savaşların pençesinde. Bu kapkara ortamda, daha büyük bir tehdit kıtaya yaklaşırken üç kardeş hayatta kalma savaşı verecekledir. Almanya yapımı aksiyon katkılı macera sürüklüyor.

 

Doshinamnyeoui Sarangbeob / Lovestruck in the City (Yönetmen: Park Shin Woo)

Yaz aşkı yaşadığı özgür ruhlu kadını unutamayan tutkulu bir mimar, onunla Seul sokaklarında tekrar bir araya gelebilmeyi ummaktadır. Güney Kore yapımı romantik dram, duygusal öykülerden hoşlananlar için birebir.

 

Spycraft / Casusluk Sanatı (Yönetmen: Maria Bery, Jan Spindler)

Casusluk oyunu, ciddi bir iştir. Bu amaçla geliştirilen aletler ve teknolojiler ise tarih boyunca casusların kendileri kadar önemli olagelmiştir. Meraklıları için sekiz bölümlük kaçırılmaz bir belgesel!

 

Warrior Nun (Yönetmen: Simon Barry)
Gözlerini morgda açan yetim bir genç, ‘hale taşıyıcısı’ olarak şeytan avcısı rahibelerin gizli tarikatına seçildiğini ve süper güçlere sahip olduğunu öğrenir. Fantastik aksiyonda genç aktris Alpa Baptista başrolde!

 

 

Sinemadan Çıkmış İnsan / Sinema Dergisi /  Şubat 2013


KIYAMET GÜNÜ

Ölmüşüz de haberimiz yok!

Gerçek hikâye, yalan dünya! ‘El Orfanato / Yetimhane’ ile tanıdığımız Katalan sinemacı Juan Antonio Bayona, orijinal adıyla ‘Lo imposible’da felaket filmi olarak bildiğimiz düzlemin ötesinde dramatik bir yapı kurmayı başarmış. 2004’te Hint Okyanusu’nda meydana gelen deprem ve Tsunami sonrası, aralarında yabancı turistlerin de yer aldığı 300 bin kişinin hayatını yitirmesi, son dönemin en büyük felaketlerinden, doğanın canavarlıklarından biriydi. Yaşanan felaket, Tayland’ın Puket adasını da derinden etkilemişti. Bu felaket sırasında geçen gerilimli öyküde, iyi çekilmiş, kotarılmış planlar, anlar mevcut. Sele kapılıp gitmenin ne demek olduğunu anlıyorsunuz. Üç çocuklu aile, Tsunamide birbirlerini yitiriyorlar. Korkuları ve cesaretleri sınanırken, ellerindekinin değerini ve sadece ‘yaşıyor olmanın’ ne demek olduğunu kavramak adına, doğanın ölümcül sınavından geçiyorlar. Hayatta kalma mücadelesi buraya kadar iyi. Fakat sonlara doğru başlıyor ‘ama’lar! Dev ‘gel-git’ler sonucu yaşanan felaketten mucize kabilinden kurtulup, birbirlerine ulaşmayı başaran ‘bizim aile’, hayat standartları, sosyoekonomik statüleri, paralı turistler olmaları yüzünden, devreye giren sigorta şirketi tarafından emniyete alınıyor. Aile reisi, ailesini bir araya toplayınca, hayat-sağlık sigortalarını devreye sokuyor ve felaket bölgesine gelen Zürih Sigorta yetkilisi, ‘artık merak edilecek bir şey olmadığını’, özel bir jetle, hastane uçakla daha doğrusu, Asya’nın en iyi sağlık hizmetini alabilecekleri Singapur’a uçacaklarını söylüyor. Ailemiz, özel jetlerine, yanlarındaki hemşire-hostesle birlikte biniyor ve kendilerini kapitalist özgüvenin emniyetli kollarına teslim ediyorlar. O sırada, jet havalanmışken, film boyunca, insanüstü bir direnç gösteren anne ağlamaya başlıyor! Ellerindekinin değerini kavrıyorlar ailecek ve kendileri kadar şanslı olmayan-olamayanlar için ‘samimi’ bir üzüntü duyuyorlar. 300.000 kişinin öldüğü felakette, çoğu yerli halk olmak üzere kayıplar ve çekilen acılar, üst sınıf bir ailenin kurtulmasıyla teselli buluyor. Bir sigorta şirketi ve sigortacılık müessesesi tarafından çektirilmiş ‘şık’ reklam filmine dönüşüyor, perdedeki etkileyici resim bir anda. Gerçeklik hissi yitiyor ve ‘tamamen duygusal’ başka bir gerçeklik beliriyor zihinde! Özel sağlık ve hayat sigortan yoksa ne yapacaksın? İster günlük hayatta olsun, ister felaket zamanında; para ve statü yine belirleyici faktör oluyor her şeyin sonunda. Can pazarında eşitlenen(!) mücadele hariç tabii. Bu mücadele sırasında, turistleri kurtaran, onlara hayatı yeniden hediye eden yerli halk, bir prodüksiyon şirinliği ve kıyağı olarak kullanılmış sanki. Birçok ‘ama’sı var, ‘temiz’ çekilmiş sigorta reklam filminin! 

Pİ’NİN YAŞAMI

3,14 bilirdik. Bu başka bir şeymiş!

Akademi ödüllerine 11 dalda aday oldu film. Alır mı alır; fakat tartışılır! ‘Brokeback Mountain / Brokeback Dağı’ ile haklı bir ‘en iyi yönetmen’ Oscar’ı kazanan yaman sinemacı Ang Lee imzalı yapım, Yann Martel’in çok satan aynı adlı romanından, ‘Finding Neverland / Düşler Ülkesi’nin Oscar adayı senaristi David Magee tarafından uyarlanmış. Bir deniz kazasından kurtulan genç adam, hayatın anlamı ve gücünü keşfedeceği bir ölüm kalım yolculuğu yaşar. Pasifik Okyanusunun ortasındaki filikada genç bir insan ile bir kaplan. Tim Burton imzalı ‘Big Fish / Büyük Balık’ ve Tarsem Singh filmi ‘Tha Fall / Düşüş’ çağrışımlarıyla yüklü epik anlatı, son derece gösterişli ve gösterişçi(!) bir yapım tasarımı içeriyor. Zebra, çakal ve orangutan. Anne, denizci ve kötü aşçı… Kimin ve neyin ‘ne olduğu’ hiçbir şeyi değiştirmez son tahlilde. Süregelen maceradır önemli olan. Bizi, kimliğimizi ve ne olduğumuzu belirleyen mücadele. Filmin inanç ve din üzerine fazla satırbaşı yapması, belki de özgün hikâyenin dinamikleri yönünden kaçınılmaz ama verilen referans fazlalığının, bir noktada sıkıcı hatta iç bayıltıcı olduğu kesin. Kötü bir film değil ‘Pi’nin Yaşamı’ büyük resme bakıldığında. Ang Lee’nin çok iyi işleri arasında sırıtan, epey soru işaretli, ‘tufeyli’ bir yanı olduğunu söylemek yanlış olmaz ayriyeten. Yarattığı hayal kırıklığı gerçek! Son tahlilde; kurda tuzak, evden uzak!

DÜŞLER DİYARI

‘Dünya ışığın aşama aşama kısılmasıdır’ 
Don / Thomas Bernhard

Güney Louisiana’nın bataklık bölgelerindeki zorlu hayat. Felaket sonrası şartlar altında yaşam savaşı veren bir grubun, baba ile minik kızının dokunaklı öyküsü, perdeye yazılmış yüreğe seslenen bir şiir adeta. Lirik bir büyüme hikâyesi de denilebilir ‘Cimcime / Hushpuppy’nin macerasına. Benh Zeitlin’in ilk uzun metrajı, ışıldıyor! Medeniyetin teğet geçtiği topraklarda, kendi medeniyetlerini oluşturma ve ayakta kalma çabası. Kendilerine sunulan ‘hiçbir şeyin’ farkında olanlar. Sistemin ikiyüzlü ilgisi ve şefkatinden kaçınmak, uzak durmak isteyen onurlu, ilkeli, koca yürekli kahramanlar. Dünyanın sonunda, korkusuz bir kafa tutuş! ‘Onların’ lütfettiklerini kabul etmektense, elde kalan son şeyle, tanıdık bir sıcaklık ve bozulmamış bir sevgiyle veda etmek dünyaya. Baba ve kızı canlandıran Dwight Henry ve Quvenzhané Wallis’in, ‘ilk oyunculuk gerçeğine’ ters düşen olgun performansları. Filmin ardında, Cimcime’yi eve götürmek ve bir ömür ona sarılıp kalmak geliyor insanın içinden. New Orleans’ın mistik ve folklorik yanlarını, eşsiz bir masal dünyasında, gezegenin can acıtan ayrıntıları ama devrimci bir umutla sarıp sarmalayan, iç cebinizde saklayacağınız bir aile fotoğrafı Zeitlin’in filmi. Gözden süzülen birkaç damla yaş.

KANUNSUZLAR

‘Yatağında ölenlerin sayısı çok değil. Burası yoksul bir yer.’ 
Domuz Toprak / John Berger

Gerçeklerden uyarlanmış film perdeye. Matt Bondurant’ın, ailesinin anılarını kaleme aldığı, ‘The Wettest County in the World’ adlı romandan. Avustralyalı rafine yönetmen John Hillcoat, vatandaşı Nick Cave ile çalışıyor. İlk ortaklıkları 88 tarihli ‘Ghosts… of the Civil Dead’. 2005’te ‘The Proposition / Kanlı Teklif’. Hillcoat’un beşinci uzun metrajında yine aktif Cave; senaryoyu imzalamış. O, sadece dev bir müzisyen değil. Aynı zamanda romancı, senarist ve aktör. Başka bir yerden dünyamıza gelenlerden! Hillcoat’da çok başka biri. Bu, ‘başka biri’liği, 2009 tarihli Cormac McCarthy uyarlaması ‘The Road / Yol’da hissedilmişti. Hillcoat ve Cave’in yeni ortaklığı, her şeyden önce son derece etkileyici atmosferiyle dikkat çekiyor. Sanat yönetimi, yapım tasarımı, ayrıntılara verilen önem cabası. Büyük buhran döneminde, Virginia, Franklin’deyiz. Kırsal burası. Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkıp, düşler kıtasını vuran büyük ekonomik kriz, şehirlerde mafyanın, gangsterlerin doğmasına neden olmuş durumda. İçki yasağının çok büyük rolü var, suç dalgasının gün be gün artmasında. Kırsal da nasibini alıyor tabii bu durumdan. Çünkü orada da Amerikan rüyasına bir yerden tutunmak isteyen insanlar var! Bondurant kardeşler de bu ‘girişimciler’ arasında. Franklin’de bir efsane onlar. Ölümsüz oldukları konuşuluyor. En büyük kardeş Howard, bütün arkadaşlarının öldüğü savaştan sağ dönmüş. Ortanca kardeş Forrest ise, kasabayı kırıp geçiren ve ailesinin ölümüne neden olan virüse direnip, güçlenerek çıkmış bu beladan. Ailenin reisi ve beyni de o zaten. Küçük kardeş Jack ise çok zeki ve girişken ama korkuyor; ürkek. Ağabeyleri gibi değil. Açılış sahnesinde, kendisinden bir domuzu vurmasını istediği ağabeylerinin dediğini yapamıyor; tetiği çekemiyor. Erkeklik gösterisi erteleniyor doğal olarak ve en küçük kardeş olarak hep sırtı kollanıyor. Üç kardeş kaçak içki olayına giriyor. Ama kasabaya, büyük şehirden, suçun başkenti Chicago’dan yeni bir bölge savcısı ve psikopat bir dedektif atanıyor. Bondurant’lar, yaşamak için aynı işi yapanların, sistemle girdiği işbirliğini ve teslimiyeti sergilemiyorlar. Polisin, rüşvet ve işbirliğine hayır diyorlar. Çakallara verecek parası olmadığını söylüyor Forrest. Böylece savaş başlıyor. Kimin kanunu temsil ettiği, kimin kanunsuz olduğu belli olmayan, acımasız bir savaş. Bu savaş sırasında aşkı da yaşıyor kardeşler. Dostluk ve dayanışma, zaten Bondurant kardeşlerin olmazsa olmazı. Ekip çok tehlikeli! Tom Hardy’den özel, nüanslı bir oyunculuk. Shia LaBeouf ve Jason Clarke, eksiksizler. Kötü adam Guy Pearce, bilinçli şekilde karikatür olarak yaratılmış hastalıklı şehirli dedektif ‘Charlie Rakes’ rolünde çok acayip! Jessica Chastain yine büyüleyici. Mia Wasikowska, son derece naif. Atmosfer filmi “Kanunsuz”. İncelikli dram, westernle buluşuyor. Gangster filmi, gerilim, romantizm, büyülü şeyler dönüyor ortalıkta. Gökyüzünden karların düştüğü plan; Forrest’in saldırıya uğrayıp, Maggie’nin ‘söylemek’ için geri döndüğü o sahne nedir öyle? Sinema büyüsü dediğimiz anlardan biri işte. Nick Cave, Warren Ellis imzalı müzik de eşlik etmez mi yağan kara… Bir dostluk, bir beraber olma hali, bir aşk, sevgi, dayanışma, naiflik, delilik, bir suç filmi var karşımızda. Mormonların içlerine, ritüellerine dek sokulan sahneler, sosyopolitik göndermeler, faturanın kesilişi, duygusal yoğunluk ve gösterişsiz, mütevazı bir görkem. Herkes için sadeleştirilmiş William Faulkner satırları gibi!

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar