Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

20 AĞUSTOS 2021

19 Ağustos 2021 Perşembe 20:04
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 

Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!  

Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık! 

Her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!

 

ÖNCE TAVSİYELER…

 

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

 

Taxi Driver / Taksi Şoförü

(Yönetmen: Martin Scorsese / 1976)

 

The Deer Hunter / Avcı

(Yönetmen: Michael Cimino / 1978)

 

Coming Home / Eve Dönüş

(Yönetmen: Hal Ashby / 1978)

 

Badlands / Kanlı Toprak

(Yönetmen: Terrence Malick / 1973)

 

The Last Picture Show / Son Gösteri

(Yönetmen: Peter Bogdanovich / 1971)

 

 

 

Vizyonda bu hafta (20 Ağustos 2021)

 

Beraberinde biri yerli, sekiz yeni film getiriyor 20 Ağustos vizyonu! Vinterberg film, ‘Drunk, Another Round / Körkütük’ notlarımız arasında. 

 

KÖRKÜTÜK

-Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir, tutar insana yaşamayı sevdirir-

Metin Eloğlu

 

Dogma 95 kardeşliğinin önemli isimlerinden, usta Danimarkalı sinemacı Thomas Vinterberg’in on ikinci uzun metraj kurmacası, ‘En İyi Yabancı Film’ Oscar’ı ve BAFTA dahil toplam 43 ödül elde etmiş bir kara mizah öyküsü. Metin Eloğlu’nun hayati dizeleri gibi Vinterberg’in algısı: ‘Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir, tutar insana yaşamayı sevdirir’. 

Yıllardan beri arkadaş olan ve hayatlarından pek memnun olmayan dört öğretmen, bir psikiyatristin alkolle ilgili teorisinden hareketle tuhaf bir deneyin içinde bulurlar kendilerini. Teoriye göre insanların kanlarında %0,05 oranında alkol eksiktir ve bu eksiklik gün boyunca kontrollü alkol tüketimiyle kapatılırsa, insanoğlu mutluluğa ulaşabilir! Hayatlarının kontrolünü kaybettiklerini düşünen dört arkadaş, içine düştükleri tekdüzelik çukurundan çıkabilmek adına, bu alkol teorisini uygulamaya karar verirler fakat…

Zaferlere, mutluluk anlarına, hüzünlere ve yenilgilere bakarak alkole yönelik etik bir bakış içermiyor Vinterberg’in anlatısı. İnsanın yaşam arzusunun, yetişkinlikle birlikte ve hayatın zorluklarıyla yüzleşirken azalmaya, hatta sıfırlanmaya başladığını düşünüyor öykü. Aynı çakırkeyif olan bir kişinin tükettiği miktarın artmasına denk düşen bir atmosferle, hayat, insan, düşler, neşe, hüzün, özgürlük anları, hayal kırıklıkları, yaralayıcı gerçekler üzerinden bir bakış atıyor ironi dolu yapım. Bilinçli olarak, entelektüel olmanın uzağında durarak, alkolün kanda yayılırken bünyeye verdiği rahatlıkla çekmiş filmini yönetmen. Saklı ve sarhoş bir derinliği, uçucu olmayı seçmiş!

Dev aktör Mads Mikkelsen, kalemin yazmaya ezber ettiği gibi yine çok çok iyi. Usta isim Thomas Bo Larsen ile birlikte Magnus Millang, Lars Ranthe vw Maria Bonnevie, Mikkelsen’e başarıyla eşlik etmişler. Vinterberg ve Thomas Lindholm’un ölçülü senaryosunu görselleştiren Norveçli görüntü yönetmeni Sturla Brandth Grøvlen’in sallanan kamerası, anlatının ruhuna denk düşmeyi başarmış. İzleyicisinin elini hiç bırakmayan seyirci dostu yapım, yüksek perdeleri yıkıp, yüzeyden, samimi cümleler kuruyor. (3,5 / 5)  

 

Haftanın diğer yenilerini gelirsek… Yapımcı ve senarist kimlikleriyle tanınan Lisa Joy’un ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi olan ‘Reminiscence / Zihin Gezgini’, romantik öğeler içeren gizemli bir bilimkurgu! İnsanın zihnine bağlanarak geçmişi tekrar yaşatabilen bir sistemle bir anda ortadan kaybolan sevdiği kadını bulmaya çalışan bir dedektifin hikâyesi. Başrolü üstlenen Hugh Jackman’a, Rebecca Ferguson ve Thandiwe Newton eşlik ediyorlar. 

‘Paw Patrol: The Movie / Paw Patrol Filmi’, popüler TV çizgi dizisinin beyazperde versiyonu! Avantür animasyonu Cal Brunker imzalamış. Kahraman ve korkusuz köpekler Ryder ve arkadaşlarının, Macera Şehri’ni kaosa sürükleyen belediye başkanı Humdinger’a karşı verdikleri amansız mücadeleye tanık olacağız!

Üç kuşak kadının, kendilerinden hayatlarını çalan organizasyona karşı duruşları! Aksiyonu yüksek macera ‘Gunpowder Milkshake / Barut Kokteyli’nde başrolleri Karen Gillan ve Lena Headey üstleniyorlar. Carla Gugino, Michelle Yeoh, Angela Bassett ve Paul Giamatti, zengin kadronun diğer ünlü isimleri. Yapımın yönetmen koltuğunda ise 2013 tarihli karanlık anlatı ‘Big Bad Wolves / Büyük Kötü Kurtlar’ ile dikkatleri üzerinde toplayan İsrailli sinemacı Navot Papushado oturuyor.

Samuel L. Jackson ve Chris Rock’ın başrolleri üstlendikleri ‘Spiral: From the Book of Saw / Spiral: Testere Devam Ediyor’, ünlü popüler korku–gerilim serisinin yeni nesil öyküsü. Jigsaw efsanesine dönüş yapacağımız hikayede, kurbanlarını oyunbaz tuzakların içerisinde bulmacalar çözmeye zorlayan Jigsaw’unkine benzer cinayetlerin, bu kez polis teşkilatı üyelerini hedef almasına tanıklık ediyoruz. Serinin yaratıcılarından Darren Lynn Bousman’ın yönettiği kanlı canlı suç öyküsünde Max Minghella da rol alıyor.

Kimetsu no yaiba adlı mangadan ünlü bir TV serisine dönüşen aksiyonu yüksek animasyon ‘Kimetsu no Yaiba: Mugen Ressha-Hen / Demon Slayer: Mugen Treni’ beyazperdede. Haruo Sotozaki imzalı yapımda, ailesi katledilen ve kız kardeşi bir iblise dönüştürülen Tanjiro Komado’nun bir iblis avcısı olarak süren macerasına tanık oluyoruz. Popüler yapım, orijinal serinin hayranlarına özellikle önerilir.

Romanya-Lüksemburg-Almanya ortak yapımı belgesel ‘Colectiv / Collective’, Alexander Nanau imzalı. 2015 yılında Bükreş’te Colectiv adlı bir mekânda gerçekleşen bir konser sırasında çıkan ve onlarca insanın ölümüyle sonuçlanan yangın sonrası hastaneye kaldırılan fakat durumu hayati olmayan yaralıların da ilerleyen dönemde ölüm haberlerinin gelmesi üzerine yapılan araştırmanın, sağlık sektöründe palazlanmış büyük yolsuzlukları ortaya çıkarmasını taşımış perdeye. Toplam otuz iki ödül kazanmış ve iki dalda Oscar adayı olmuş, sarsıcı bir dokümanter! 

Sermiyan Midyat ve Ruhi Sarı’nın baş rolleri paylaştıkları haftanın tek yerli filmi ‘Şeflerin Şefi’nin yönetmeni Ahmet Kapucu.  Mizah yüklü öykü, kendi restoranlarını işleten ve çocukluklarından beri aralarındaki rekabet hiç dinmeyen Adanalı Halil ile Karadenizli Cemal’in, bir yemek yarışmasında kozlarını paylaşmasını konu alıyor. 

 

 

TARİHTE BU HAFTA

 

Sırasıyla 2009,  2015 ve 2020 yıllarına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!

 

Vizyonda bu hafta (21 Ağustos 2009)

 

O’HORTEN

Melankolik ve büyülü bir öykü... Norveçli usta Bent Hamer, unutulmaz filmleri ‘Yumurtalar’ ve ‘Mutfak Hikâyeleri’nden sonra, son filmiyle yine büyülüyor. Emekli tren makinisti Bay O’Horten’in öyküsü, kapkaranlık ama sıcacık… 67 yaşındaki Odd Horten, bütün hayatını Bergen hattında çalışan bir trende makinist olarak geçirmiştir. Bütün kuzey insanlarının öyküsü gibidir onunki de: dertsiz, sade ama koca bir rutin… Emekliye ayrılmadan önce son seferine çıkacaktır. Fakat Horten, upuzun yıllar sonra ilk kez bir sefere, üstelik son seferine yetişemez. Zaman çizelgeleri ve tanıdık istasyonlar sadece anılarında yaşayacaktır artık. İstasyon, huzurlu bir mekân değildir o gün Horten’e göre… O da, hayatın tam içinde, ortalık yerinde bulur kendini. Farklı insanlar, farklı öyküler ve bir ömür ertelediği, özlem duyduğu hasletleriyle bir başına kalarak… Bazı anlar kahkaha attıracak denli komik, bazı anlarsa ağlatacak derecede hüzünlü bir film çekmiş Hamer. Yönetmenin bildik dertleri ve anlatımı, melankolinin koynunda sıcacık kıvrılıp kalmış gibi. Çekingen, dürüst, güvenilir, doğru ve yalnız bir insanın, bir kuzeylinin, bir dünya vatandaşının absürd bir hayatın ortasında kala kalışı… Baard Owe’nin fazlalıksız, muhteşem performansı, filme ayrı bir değer katıyor. ‘Hüzünlü bir şarkı gibi güzel’ görüntüler ise John Christian Rosenlund imzalı. Yalnızlık, iletişimsizlik ve harcanıp gitmiş bir ömrün ağızda bıraktığı o kekremsi tat… İnsanın yüreğine dokunan ama bunu sıcacık bir mizahla yapan az sayıdaki ustadan biri Bent Hamer. ‘O’Horten’, insanın öyküsü. İnsan yalnızlığı ve gerçekliği ise Hamer’in sineması.

 

GERİLİM HATTI

Bir grup arkadaş, tatillerini bir dağ tırmanışında geçirmek için yola çıkarlar. Tırmanış rotaları kapalı olsa da, doğanın tekin olmayan boşluğunda yollarına devam etmeye karar verirler. Ama onları bekleyen tehlike umduklarından daha büyüktür. Eğlenceli gezi kısa sürede bir kâbusa dönüşür. Abel Ferry’nin yönettiği Fransız yapımı, aksiyon yüklü bir gerilim. Fransız tarzı hayatta kalma mücadelesinin başrollerini, Justin Blanckaert ve Nicholas Giraud üstlenmişler. ‘Vertical Limit / Dikey Limit’ tarzında başlayıp slasher alt türüne geçiş yapan film, tür kırmasının hayranları ve dağcılık sporuna gönül vermiş izleyici için ilginç anlar içerebilir.

 

SOYSUZLAR ÇETESİ

Beyazperdede kendi adıyla anılan yeni bir anlayışın mimarı, Quentin Tarantino’nun yönetmen olarak sekizinci işi ‘Soysuzlar Çetesi / Inglourious Basterds’ bu hafta sinemalarda. Yönetmenin uzun yıllardır üzerinde çalıştığını söylediği yeni projesi; farklı bir ‘ikinci dünya savaşı’ öyküsü. Western motifleri içeren ve herhangi bir türe dahil edilemeyecek yapım, iki kutuplu bir öykü anlatıyor. Birbirinden bağımsız gözüken bölümlerin çakıştığı incelikli kurgu ve yönetmenin olgun anlatımı ilk bakışta göze çarpan noktalar. Nazi işgali altındaki Fransa’da, Nazileri avlayan ve kendilerine soysuzlar çetesi ismi takılmış bir grubun ve ailesi Nazilerce katledilmiş olup intikam peşinde koşan Yahudi bir kızın öyküleri, 153 dakikaya yayılmış. Bu yıl Cannes Film Festivali’nde ‘Altın Palmiye’ için yarışan ve Avusturyalı aktör Christoph Waltz ile ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü kazanan filmde Brad Pitt, Diane Kruger, Daniel Brühl, Til Schweiger, Mélanie Laurent ve oldukça kanlı korku denemesi “Hostel” ile tanınan aktör-yönetmen Eli Roth başlıca rolleri üstleniyorlar. Oyuncu performanslarının desteklediği Tarantino filminde Christoph Waltz, ‘acımasız nazi albayı Hans Landa’ rolüyle akıllara kazınıyor. Özellikle Cannes’de, eleştirmenleri ve izleyiciyi ikiye bölen Tarantino filmi; bildik dünya tarihini allak bullak ederek, alternatif bir tarih yazmanın yanı sıra, eleştirel yaklaşımıyla da dikkat çekiyor. Tarantino bilindik mizahı ve B sınıfı tür filmlerine olan aşkıyla kotardığı yeni projesinde, ‘On iki Belalı Adam / The Dirty Dozen’dan, filmin adını ufak ‘aksan’ değişiklikleriyle ödünç aldığı, 1978 tarihli ‘The Inglorious Bastards’a dek birçok yapıma saygı ve sevgisini gösteriyor. Filmin, bir western izliyormuşçasına gerçek bir ‘sinemayla’ açıldığı ilk bölüm çok kuvvetli. Sonraki bölümlerde film biraz sendeleyip düşer gibi olsa da, son tahlilde Tarantino açısından bakarsak belli bir bütünlük ve mantıktan söz edebiliriz. Fakat Tarantino sinemasının geneline bakıp, filmin tempo dengesizliğini de işin içine katarsak ortadaki ürünün vasat bir Tarantino filmi olduğunu söyleyebiliriz. Dağ fare doğurdu değil ama salondan ayrılırken umut edilen ve eldeki arasındaki ciddi fark, izlenileni anında unutturan ve işte öyle bir şey dedirten bir söyleme dönüşüyor. Tarantino ve yakın arkadaşları bir araya gelip eğlenmişler ve alabildiğine dalgalarını geçmişler. Christoph Waltz’un gerçekten muhteşem performansı ve tarihi gerçekleri alaşağı eden öyküsüyle, salondan dudağınızın kenarında beliren hafif bir tebessümle ayrılacağınız film, keyifli vakit geçirmek için birebir. Gerisi soru işareti…

 

 

Vizyonda bu hafta (21 Ağustos 2015)

Yedi filmlik yeni vizyon, hemen her zevke sesleniyor. Beş yeni filmin notlarımız arasında yer aldığı haftanın diğer iki yenisi ise, iki devam filmi: Scott Derrickson imzası taşıyan 2012 tarihli korku örneği ‘Sinister / Lanet’in ikinci bölümü ‘Sinister 2 / Lanet 2’ ve ilki 2007 yapımı ‘Hitman’in yeni macerası ‘Hitman: Agent 47 / Hitman: Ajan 47’. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.

 

İNSANLIKTAN UZAKTA

50’li yılların ortalarındayız. Cezayir’de karışıklık ve isyan var. Birbirlerinden çok farklı iki adam, Atlas dağlarını aşacakları yolculuklarında ‘özgürlükleri’ için mücadele edeceklerdir. Gözlerden ırak, ufak bir köyde öğretmenlik yapan, Endülüs asıllı münzevi adam Daru ile cinayetle suçlanan muhalif bir köylü olan Mohamed, kara kışla birlikte yola düşerler. Adalet isteyenler, intikam yemini edenler, askerler ve yollarına çıkan türlü engel, iki adamın zorlu mücadelesine fon oluşturur. Varoluşçuluğun babalarından Fransız yazar ve düşünür Albert Camus’nun (1913-1960) ‘Misafir’ adlı kısa öyküsünden perdeye uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda David Oelhoffen oturuyor. Camus’nun eserini Oelhoffen ile birlikte senaryolaştıran isimse, Antoine Lacomblez. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan dram, festivalden üç prestijli ödülle ayrılmayı başarmıştı. Western motifleriyle dolu hikayede başrolü, Viggo Mortensen üstleniyor. Jacques Audiard’ın ünlü filmi ‘Un prophète / Yeraltı Peygamberi’nden anımsayacağınız Cezayir asıllı aktör Reda Kateb, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer ismi. Cezayir’deki kanlı bağımsız savaşının ortasında, her tülü zulme ve haksızlığa karşın ‘insan’ kalabilme çabası, yaşam ve ölüm kavramlarıyla birlikte işlenmiş. Savaş etiği, insanlık, doğa, adalet, tarafsızlık ve sıfırlanan hayati şeyler üzerine, varoluşçu sorular ve suskun yanıtlar. Anlamsızlığın ortasında haykıran hiçlik ve önemsizlik. Asıl önemli olanın sıfıra indirgendiği yerde yaşananlar. Oelhoffen, Camus’nun içi dopdolu meselelerini, politik, sosyal ve tarihi perspektifi ihmal etmeden yansıtmış perdeye. Orijinal müziklerde Warren Ellis ve Nick Cave imzası bulunuyor. (4 / 5)

 

HAYALLERİMDEKİ KADIN

Bir çilingirin öyküsü. Kilitler ve anahtarlar arasında yaşamlara müdahale eden orta yaşını uzun zaman önce aşmış adamın, kendi kilidini açamamasının hikayesi özünde ‘Manglehorn’. Kırk yıl önce aşık olduğu ve kalbini kıran kadına, Clara’ya yeniden kavuşmak adına, onu hayatından bir an bile çıkaramayan, ‘mükemmel kadına’, adeta evinde bir kilise açan, ona mektuplar yazan yalnız adam. Başka bir adamın, onun kedisinin, oğlunun ve ondan ‘imkansızca’ karşılık bekleyen kırılgan kadının, belki de sıradan ‘insanın’ trajedisi. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan film, David Gordon Green imzası taşıyor. ‘Prince Avalanche / Yolların Prensi’ ile Berlin’de ‘en iyi yönetmen’ ödülünü kazanan yaman yönetmen Green’in filminin öyküsünü ise Paul Logan kaleme almış. ‘A.J.Manglehorn’ rolünde ‘döktüren’ dev oyuncu Al Pacino’ya, ‘her daim özel’ Holly Hunter ile Chris Messina eşlik ediyorlar. Varoluş, arayış, sevgi, takıntılar, düş kırıklıkları ve omuz başımızdan akıp giden ‘kilitli’ hayat. Kırılgan, gerçek, dürüst, samimi, son derece insancıl, ‘ana yalnızlar garındayım’ diyen incelikli dram, iç sesler, mektup satırları, itiraflar ve diğer her şey üzerine aslında! (3,5 / 5) 

 

PIXELS

Chris Columbus imzalı bilimkurgu aksiyon, mizah dozuyla dikkat çekiyor. Yazın iddialı komedisi, Patrick Jean’ın 2010 tarihli aynı adlı kısa filminden uyarlanmış. Başrolde Adam Sandler var. Kevin James, Michelle Monaghan, Peter Dinklage, Josh Gad, Brian Cox, Jane Krakowski, Tom McCarthy, Sean Bean ve misafir kontenjanından Dan Aykroyd, zengin oyuncu kadrosunu oluşturan diğer ünlü isimler. 80’li yıllara bir saygı duruşu, aksiyonu bol komedi. 80’lerin Atari şampiyonları, dünyaya, video oyunları aracılığıyla hücum eden uzaylıları durdurmak için kolları sıvarlar. 80’lerin popüler oyunları ve popüler kahramanları Pac-Man, Donkey Kong, Galaga, Centipede ve Space Invaders, kahramanlarımızı oldukça zorluyorlar. Pixels, esprileri, yerinde ‘gag’ları ve kadrosuyla ilgi çekici olsa da, öykünün gelişimi bakımından tekdüze bir çizgide yürüyor. Yine de özellikle 80’li yılları unutamayanlar ve atariciler için çok çok keyifli. (2,5 / 5)

 

13 GÜNAH

Genç bir satıcı olan Elliot Brindle, ekonomik açıdan zor günler geçirmektedir. Tanımadığı birinden gelen bir telefon, on üç farklı testten oluşan bi,r oyun oynayacaklarını ve testin sonunda milyon dolarlık bir ödülün sahibi olacağını söyler. Gizli kameralarla takip edilen Elliot, garip isteklerle devam eden testin her bir sonraki aşamasında, kabusu andıran dehşet dolu bir girdabın içine girdiğini fark edecektir. Yönetmenliğini Chookiat Sakveerakul’un yaptığı 2006 tarihli Tayland yapımı ‘13: Game of Death / 13 game sayawng’ adlı gerilimin yeniden çevirimini, 2010 tarihli korku ‘The Last Exorcism / Son Ayin’ ile tanıdığımız Daniel Stamm yönetmiş. Mark Webber’in başrolde yer aldığı gerilimde, Devon Graye, Tom Bower, Pruitt Taylor Vince ve usta aktör Ron Perlman da yer alıyor. Öyküsü ve ‘özü’ itibariyle, ‘Twilight Zone / Alacakaranlık Kuşağı’ formatında olup, bazı cin buluşlarıyla ilgiyi artırsa da, gidişat ve final itibariyle bir kolaycılığa teslim oluyor film bir yerden sonra. Türün hayranları ve karanlıkla flört halinde olanlar içinse seyri hoş bir film, bazı anları mizah da içeren korku-gerilim örneği. (2,5 / 5)  

 

MİNİK KUŞ

Fransa-Belçika ortak yapımı animasyon, WesAnderson filmi ‘The Grand Budapest Hotel / Büyük Budapeşte Oteli’nin storyboard ekibinden Christian De Vita’nın ilk uzun metraj çalışması. Bir ailenin özlemiyle yaşayan kimsesiz ve çirkin kuş Gus, kendini ve hayatı keşfedeceği macera dolu bir yolculuğa çıkar. Talihsiz bir şekilde sakatlanan lider kuş Darius’un yerine sürünün önderliğini üstlenen Gus, unutamayacağı bir macera yaşayacaktır. Avrupa çıkışlı animasyon, büyük stüdyoların görkemli yapımlarına mesafeli olsa da, illaki animasyon diyenler için yerinde bir seçenek. (2,5 / 5)

 

 

Vizyonda Bu Hafta (21 Ağustos 2020)

 

HAYALLERİN PEŞİNDE

-Doğum günü partisine sen de davetlisin!-

 

Tyler Nilson ve Michael Schwartz ikilisinin birlikte yazıp yönettikleri ilk uzun metrajları, yüreğe seslenen sevimli bir komedi-dram. Amerikan güreşçisi olmak isteyen Down sendromlu Zak, hayalini gerçekleştirmek için yaşadığı bakımevinden firar eder ve geçmişinden kaçan serseri ruhlu ve iyi yürekli Tyler ile karşılaşır. Bakımevinde Zak ile ilgilenen idealist Eleanor da onu geri getirmek için yola koyulunca ‘beklenmedik’ gelişmelerle dolu bir yol filmi yansır perdeye. 

Down sendromlu aktör Zack Gottsagen’e,  iki yıldız; Shia LaBeouf ile Dakota Johnson’ın eşlik ettikleri yürek ısıtan filmde, Thomas Haden Church, John Hawkes ve Bruce Dern gibi usta aktörler de rol alıyor. ‘Yok aslında birbirimizden farkımız, kromozom sayıları önemsiz, sevgi ve dostluktan gayrı ne gerçek ki’ diyen film, hemen her türlü ayrımcılığa karşı duran ‘samimi’ yapısıyla ilgiyi hak ediyor. Koca yürekli yapım, sosyal sorumluluk projelerine de mesafeli duruyor öte yandan. 

Öyküsü, tonu, ve özellikle ‘hasbelkader birlikte olmak değil, her türlü zorluğa karşın birlikte kalmanın’ önemini vurgulaması açısından, o denli güçlü olmasa da, Tom McCarthy’nin biricik filmi, 2003 yapımı ‘The Station Agent / Hayatın İçinden’i getiriyor akla. ‘The Staple Singers’, Sara Watkins ve ‘Yo La Tengo’ şarkılarıyla dikkat çeken soundtrack, üç kafadarın keyifli yolculuklarına fon oluşturuyor. Zak’ın doğum günün partisi davetlileri arasına girmek için izlemeniz tavsiye edilir. (3 / 5)

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar