Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

16 ŞUBAT 2024

15 Şubat 2024 Perşembe 18:33
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Şubat ortası… En kısa ay da sona eriyor… Merakla beklenen tarihi dram, Harington Kupası şampiyonu Fenerbahçe’nin milli mücadele yıllarındaki müthiş mücadelesini perdeye taşıyan, gerçek olaylar ve karakterlere dayalı ‘Zaferin Rengi’ bu hafta vizyonda!
Biri belgesel ve biri animasyon olmak üzere toplam sekiz filmlik haftada herkese iyi seyirler şimdiden!


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Voyna i mir / Harp ve Sulh
(Yönetmen: Sergey Bondarchuk / 1965)

Operatsiya 'Y' i drugie priklyucheniya Shurika / Pırlanta El
(Yönetmen: Leonid Gaidai / 1965)

Andrei Rublev 
(Yönetmen: Andrei Tarkovsky / 1966

Sluzhebnyy roman / Ofis Romantizmi
(Yönetmen: Elder Ryazanov / 1977)

Idi i smotri / Gel ve Gör
(Yönetmen: Elem Klimov / 1985)

 


Beşi yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni filme ev sahipliği yapıyor 16 Şubat haftası!
Abdullah Oğuz’un yönettiği tarihi dram ‘Zaferin Rengi’, haftanın notlarımız arasında yer alan tek yeni yapımı!


ZAFERİN RENGİ
-Sarı, Lacivert, En Büyük, Fener!-

Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasının öncesinde, işgal altında olan İstanbul’da Harington Kupası kapsamında karşı karşıya geldiği Birleşik Krallık işgal kuvvetleri karma futbol takımına karşı tarihi bir zafer elde eden Fenerbahçe’nin bu galibiyetini ve milli mücadelede yaptığı katkıyı, istiklâl mücadelesinde yer alan dönemin önemli isimleri eşliğinde taşıyor perdeye tarihi dram… Biyografik de denilebilir çünkü öyküde yer alan çoğu tarihi karakter gerçek!
İşgal altındaki İstanbul’un, Milli Mücadelenin, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün, Mustafa Kemal’in, Mim Mim Grubu’nun ve tarihi kahramanlıkların öyküsü ‘Zaferin Rengi’! Abdullah Oğuz’un yönettiği tarihi yapımın senaryosu yine Abdullah Oğuz, Evren Oğuz, Safran Banu Erdoğan ve İsa Yıldız imzası taşıyor… 
Milli Mücadele’nin kahramanları çıkıyor karşımıza. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Halide Edip Adıvar, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün onuncu başkanı olan, bürokrat ve Tarım Bakanı Mehmet Sabri Toprak, 1889 yılında Kadıköy’de dünyaya gelen, ilk ve orta öğrenimini Saint-Joseph Fransız Lisesi’nde tamamlayan, Saint-Joseph Fransız Lisesi’nden mezun olduğu 1906 yazında; Kadıköy'ün gençleri Nurizade Ziya Songülen, Ayetullah Bey ve Necip Okaner tarafından oluşturulmaya çalışılan Fenerbahçe futbol takımının, 1907 yılı baharında tamamlanan 11 kişilik kadrosuna sonradan dahil edilen, Fenerbahçe’nin ilk kadrolarında yer alıp futbolculuk, teknik direktörlük ve başkanlık yapan Galip Kulaksızoğlu, Şevkati Hulusi Bey, Nasuhi Baydar, aynı zamanda hekim olan İsmet Uluğ, efsane kalecilerden Şekip Kulaksızoğlu, şehit edilmiş futbolcu ve başkan Arif Emirzade, Türkiye futbol tarihinde ilk altyapı sistemini oluşturan teknik direktör ve spor yöneticisi Mustafa Elkatipzade, Sait Selahattin, efsane futbolcu, asker, veteriner hekim, siyasetçi ve 1955-58 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlığı yapmış Zeki Rıza Sporel. Zeki Rıza, Türk milli futbol takımının ilk golünü atmış, Fenerbahçe’de oynadığı 18 yılda 352 maçta 473 gol atarak, maç başına 1.34’lük gol oranı sağlamış ve Türk futbolunda en fazla gol atan oyunculardan birisi olarak Türk futbolunda tarihe geçmiştir. Soyadı kanunu sonrası kendisine bizatihi Atatürk tarafından Sporel soyadı verilmiştir. Zeki Rıza’nın ağabeyi, eski millî futbolcu ve Fenerbahçe Spor Kulübü’nün yirmi birinci başkanı olan Hasan Kamil Sporel. Hasan Kamil, ayrıca Türkiye millî futbol takımının da ilk kaptanıdır. 1916’da yükseköğrenim için gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde, üniversitenin Phoenix lakâplı takımında geçilmez bir defans oyuncusu olduğu için kendisine Çanakkale’nin İngilizce karşılığı olan Dardanel lakabı verilmiştir! Sporel ülkemizde ise dalgakıran lakabıyla anılmıştır. Türk tulumbacı, asker ve kabadayı olan,  Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’ya bağlı olarak çalışan istihbarat Teşkilatı Mim Mim Grubu Başkanı Topkapılı Cambaz Mehmet Bey, Galatasaray Spor Kulübü’nün kurucularından futbolcu, teknik direktör ve yönetici Ali Sami Yen, Gazeteci Ali Naci Karacan ve daha birçok yaşamış, gerçek kahraman… Ve karşı taraf… İşgal güçlerinden, İstanbul’daki İngiliz Askeri İstihbaratının başında bulunan Yüzbaşı John G. Bennet ile işgal kuvvetleri komutanı, İstanbul’dan ayrılırken kendi adına düzenlediği futbol maçı ile anımsanan General Charles Harington.
Milli mücadelenin önemli köşe taşlarından olan Erzurum Kongresi’nin belki de en önemli bildirisi vatan topraklarının bölünmez bütünlüğünün ilanıydı! Mustafa Kemal kürsüden sesleniyordu: ‘Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz!’ Bu karar doğrultusunda kurtuluş mücadelesi veren Türk halkına, spor faaliyetleri yanında cepheye yaptıkları her türlü yardımla destek veren ve milli mücadele günlerinde dayanışma ruhuna büyük katkı yapan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün öyküsü, bu bakımdan da çok önemli! ‘Attığınız her gol kurşun olacak. Tuttuğunuz her top vatan müdafaası!’ diyen kaptanları, başkanları ve futbolcularıyla milli mücadelenin kahraman takımı Fenerbahçe beyazperdede! 
Kubilay Aka, Nejat İşler, Timuçin Esen, Gülpe Özdemir, Gonca Vuslateri, Birce Akalay, Yılmaz Bayraktar ve Yiğit Özşener, oyuncu kadrosunun öne çıkan isimleri… Oyuncu kadrosunda herkes gayet iyi… Sadece Yiğit Özşener’in Atatürk makyajını pek başarılı bulmadım. O dönem olduğundan daha yaşlı göstermiş bu makyaj ulu önderi. Ghasem Ebrahimian’ın görüntü yönetimi birinci sınıf. Filmin iki saat otuz yedi dakikalık süresi ise bir hayli uzun. Epey kısalıp, sadeleşebilirmiş. Öyküye direkt ve dolaylı olarak hizmet etmeyen kimi karakterler birçok planda karşımıza çıkıyor örneğin… Milli mücadelede fedakarca sergilenen kahramanlıklar ve bir futbol kulübünün tarihte çok az hatta belki de benzeri olmayan mücadelesi! Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kuruluşundan bu yana taraflı tarafsız herkes için neden gerçekten ‘en büyük’ olduğunu yeniden anımsamak için önemli bir fırsat öte yandan. (3 / 5)
 
Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
Will Smith’in başrolü üstlendiği ve Venus ile Serena Williams’ın öykülerini perdeye taşıyan biyografi ‘King Richard / King Richard: Yükselen Şampiyonlar’ ile tanıdığımız Reinaldo Marcus Green imzası taşıyan müzikal biyografi ‘Bob Marley: One Love’, efsane müzisyen Bob Marley’in hayatını ve müziğini yansıtıyor perdeye. Sevgi, özgürlük ve birlik mesajlarıyla bütün dünyayı etkilemiş Jamaikalı Reggae ikonunu Kingsley Ben-Adir canlandırmış. 
‘Madame Web’, S. J. Clarkson’un yönettiği bir bilimkurgu aksiyon. Paramedik olarak çalışırken gelecekte olacakları görmeye başlayan Cassandra Webb’in, ilerleyen dönemde örümcek güçleriyle farklı süper kahramanlara evrilecek üç genç kadını, hayatlarını tehdit eden bir tehlikeden korumaya çalışmasını konu alıyor avantür yapım. Başrolü üstlenen Dakota Johnson’a eşlik eden isimlerse Sydney Sweeney, Isabela Merced, Celeste O’Connor ve Tahar Rahim. 
Tunuslu sinemacı Kaouther Ben Hania’nın yaman filmi ‘Four Daughters / Dört Kız Kardeş’, ‘En İyi Belgesel’ dalında Oscar adayı! Karanlıkla aydınlık arasında nefes alıp veren Tunuslu anne Olfa’nın filme adını veren dört kızından en büyük iki kızı evi terk edince ailenin yaşadığı acıyı hafifletmesi için yönetmen Kaouther Ben Hania’nın önerisiyle, iki oyuncu kayıp kızların rolünü üstleniyor. Olfa’nın geride kalan iki küçük kızı da kendilerini canlandırıyor.
‘Hatıran Yeter’, Ömer Faruk Yardımcı’nın yazıp yönettiği romantik bir dram. İki duyma ve konuşma engelli Baha ve Yeşim'in hayatın farklı engellerine çarpan aşkı. Kaçarak evlenen Adem ve Zehra’nın Baha adında bir oğulları olur. Baha, henüz bebekken geçirdiği menenjit hastalığı neticesinde işitme yetisini kaybeder. Yaşıtlarından çok daha zorlu ve yalnız bir çocukluk geçiren Baha’nın hayatı, kendisi gibi sağır ve dilsiz olan Leyla’yla tanışmasıyla değişir. İki aşığın mutluluklarının önüne büyük engeller çıkacak, Baha’nın bu aşkın meyvesi olan kızı Yeşim’e kavuşabilmek için büyük mücadeleler vermesi gerekecektir... Aytaç Şaşmaz, Belçim Bilgin, Sümeyye Aydoğan’a Burak Sevinç ve Ferit Aktuğ eşlik ediyorlar. 
Komedi türündeki ‘C Takımı’, 1990’lı yıllarda lisede arkadaş olan bir grubun otuz yıl sonra yaşadığı komik olayları taşıyor perdeye. Lise yıllarından beri arkadaş olan Yağmur, Murat 131, Süslü İbo, Ferdi Hoca ve Kuru Ahmet’ten oluşan C takımına eski mahalle kabadayısı hırsız Necmi de dahil olur. Ancak Necmi’yi intikam almak amacıyla gruba dahil edilen takımın planları düşündükleri gibi işlemez. Yolun sonunun nereye varacağından bihaber olan grup, kimi zaman engebeli kimi zamansa kolay geçen bu yolculukta kendilerini türlü maceranın içinde bulurlar. Bora Onur’un yönettiği yapımda oyuncu kadrosunda yer alan isimler Murat Akkoyunlu, Sera Tokdemir, Toygan Avanoğlu, Turgay Tanülkü ve Altan Erkekli.
Metin Kuru’nun yönettiği korku türündeki ‘Pigment’, insan kaçakçılığına bulaştığı Fransa’dan yirmi beş yıl sonra dönen ve tutkusu olan ressamlığa geri dönmek isteyen Ragıp’ın, pençesinde olduğu şizofreninin etkisiyle başından geçenleri konu alıyor. Muzaffer Uzunyılmaz, Hilmi Özçelik, Aslı Ayşenur Saygılı, Tuğba Duygu ve Yavuz Ketenci, oyuncu kadrosunu oluşturan isimler. 
Haluk Can Dizdaroğlu ve Berk Tokay’ın birlikte yönettikleri animasyon ‘Kral Şair Devler Uyandı’ özellikle küçük yaştaki izleyiciye sesleniyor. Ünlü bir teknoloji firması, elektronik cihazların mobil hale gelip, yapay zeka ile hareket edebildikleri bir sistem geliştirmiştir. Şakir ve ailesi de bu firmanın yaptığı ürünlere hayranlık beslemektedir. Şirket’in sahibi Harun adındaki yatırımcı, geçmişte Şakir’in babaannesi olan arkeolog Seniha’nın önderliğinde keşif gezileri düzenlemiş ve tarihler öncesine ait bir taşı ortaya çıkarmıştır. Bu taşın içine hapsolmuş kötü savaşçı ise, yüzyıllardır kilitli kaldığı bu taştan dışarı çıkar ve Harun’un içine girer. Harun, yarattığı teknolojik orduyu dünyayı ele geçirmek üzere harekete geçirir. Şakir ve ailesi ise, hem kayıp olan babaanne Seniha’yı bulmaya, hem de dünyayı kötü niyetli savaşçıdan korumaya çalışacaklardır. 
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!

 

TARİHTE BU HAFTA

On yedi ve altı yıl öncesine, 2007 ve 2018 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!


Vizyonda bu hafta (16 Şubat 2007)
 

CESUR BALIK
‘Cesur Balık’, benzerleri ‘Finding Nemo’ ve ‘Shark Tale’ gibi Disney-Pixar ya da Dreamworks yapımı görkemli bir animasyon değil. Güney Kore ortaklığında gerçekleşmiş mütevazı bir çizgi film. Küçük balık Pi, halasının yanına gittiğinde hayallerinin balığı Cordelia’yı tanır ve aşık olur. Fakat mercan kayalığındaki balıklara korku salan köpekbalığı Troy’da, Cordelia’yı sevmektedir. Yarıyıl tatili bitip okullar yeniden açılsa da sinemalardaki sömestr sürüyor. Minik izleyicilerin keyifle izleyecekleri animasyonun dublaj ekibinde, Mehmet Ali Erbil, Okan Bayülgen, Özgü Namal ve Ali Poyrazoğlu yer almışlar.

 

POLİS
Musa Rami, mesleğinde başarılı bir polistir. Beynindeki tümör yüzünden yakından ölecek olması, kendinden kırk yaş küçük üniversite öğrencisi Funda’ya olan tutkulu aşkı ve oğullarını öldürdüğü ünlü mafya ailesinin tehditleri dışında, başka dertleri de vardır. Örneğin, kimse ona ‘seni seviyorum’ dememiştir ve Musa Rami’nin en çok duymak istediği kelimelerdir bunlar. Onur Ünlü’nün yazıp yönettiği absürd dram, yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi. Kara komediden aksiyona, melodramdan yoğun bir drama gezinen film, seyircinin alışık olmadığı tuhaf bir deney olarak da nitelenebilir. Ama gayet cesur ve orijinal bir deneme olduğu da gerçek. Haluk Bilginer’in gerçekten üstün performansına, başta Özgü Namal olmak üzere kadronun diğer isimleri de ayak uydurmuşlar. Takeshi Kitano sinemasından esintiler taşıyan filmi, yönetmen zaten Kitano’ya adamış. Farklı ve gerçeküstü bir öyküyü, alışılmadık bir stille izlemek isteyenler için kayda değer bir iş. Son dönemde ortalığı kasıp kavuran yerli ticari filmler arasında ayrı bir yerde duran yapım, ilgiyi fazlasıyla hak ediyor. 

 

HAYALET SÜRÜCÜ
Marvel Comics’in ürkütücü çizgi kahramanlarından ‘Ghost Rider’, görkemli efektlerle beyazperdede. Çizgi roman kahramanını Nicolas Cage’in canlandırdığı filmde, güzel aktris Eve Mendes’in yanı sıra usta aktörler Sam Elliott ve Peter Fonda’da rol alıyorlar. Tehlikeli motosiklet gösterileri yapan Johnny Blaze, babasının hayatı karşılığında ruhunu şeytana satmıştır. Bu yüzden gündüzleri motosiklet gösterilerini sürdürürken, geceleri alev saçan kurukafası ve motoruyla şeytanın emirlerini yerine getirmektedir. Bir süre sonra, üzerindeki bu laneti ve güçlerini masum insanları korumak için kullanmaya başlar. Yüksek bütçesi ve görselliğiyle, aksiyon ve fantastik sinema meraklıları için iyi bir seçim. 

 

DUVAK
1874-1965 yılları arasında yaşamış ünlü İngiliz yazar Somerset Maugham’ın 1925 tarihli aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan ‘The Painted Veil / Duvak’, hüzünlü ve etkileyici bir romantik dram. ‘Aşk Artık Burada Oturmuyor’ adlı filmiyle dikkat çeken John Curan’ın yönettiği filmin başrollerini iki yıldız oyuncu, Naomi Watts ve Edward Norton paylaşıyorlar. İki oyuncunun aynı zamanda yapımcıları arasında oldukları film, çoğunluğu Çinlilerden oluşan bir ekiple tamamen Çin’de çekilmiş. ‘En İyi Müzik’ dalında Altın Küre kazanan dram, yüreğe seslenen bir aşk öyküsü. Üst sınıfa mensup güzel bir kadın olan Kitty, yaşamından sıkılarak Şanghay’da bakteriyolog olarak çalışan doktor Walter Fane ile evlenir. Aşık olmadan evlenen Kitty, kocasını başka bir erkekle aldatmaya başlar. Walter, karısının sadakatsizliği karşısında intikam almak amacıyla, ölümcül kolera salgınının hüküm sürdüğü Çin’in ücra bir köyünden gelen iş teklifini kabul eder. Ölümün kol gezdiği yabancı topraklarda Kitty hayatın gerçekleriyle yüz yüze gelirken, Walter’a duyduğu his, aşka dönüşür. Görüntü yönetimi, müziği, oyuncu kadrosu ve etkileyici atmosferiyle dikkat çeken romantik yapım ‘Duvak’, aşkı yaşayanlar, yaşamış olanlar ve ısınanlar için izlenmesi gerekli iyi bir film.

 

KOKU: BİR KATİLİN HİKÂYESİ
Alman yazar Patrick Süskind’in sinemaya uyarlanması çok zor denilen, hatta Stanley Kubrick’in bile ‘olmaz’ dediği ünlü romanı ‘Koku’, ‘Koş Lola Koş’, ve ‘Cennet’ gibi filmlerinden anımsayacağınız vatandaşı, yönetmen, senarist ve besteci Tom Tykwer tarafından beyazperdede. İngiliz aktör Ben Whishaw’ın muhteşem performansına, Dustin Hoffman ve Alan Rickman gibi usta isimler eşlik ediyor. 18. yüzyılda Fransa’da geçen etkileyici dram, bütün insani duygulardan yoksun olan fakat kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı Jean-Baptiste Grenouille’in öyküsünü konu alıyor. İstediği ideal kokuyu üretebilmek için birçok cinayet işleyen genç adam, yalnızca kendi kokusunu alamamaktadır. Çünkü kendi kokusu yoktur ve bu yüzden başkalarının üzerinde kendisinin ‘insan’ olduğu izlenimi uyanmamaktadır. Acımasız ve sevgisiz bir dünyada insan olmak üzerine içi dolu şeyler söyleyen sarsıcı ve unutulmaz kitabın filmi de, bir o kadar zor bir film ‘Koku’! Mutlaka izleyin.


 

Vizyonda bu hafta (16 Şubat 2018)
Dördü yerli olmak üzere toplam sekiz yeni film merhaba diyor yeni haftaya! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese.


SUYUN SESİ
-Karanlık ve ‘tanıdık’ bir aşk masalı-

Altın Küre’de en iyi film seçilen, Akademi Ödülleri’nde ise tam on üç dalda Oscar adayı olan fantastik ve romantik serüven, Guillermo del Toro imzalı. Meksikalı yaratıcı sinemacı, öyküsünü de kaleme aldığı onuncu uzun metraj kurmacasında; 2006’da çektiği kült filmi ‘El labirento del fauno / Pan’ın Labirenti’ne sevgi ve özlemini göndermiş günümüzden adeta!
Venedik Film Festivali’nden de en iyi film dahil dört ödülle ayrılan yapım, atmosfer yaratımı ve genel yapım tasarımı açısından sahiden çok andırıyor yönetmenin 2006 tarihli kült filmini. Türe ait diğer ünlü yapım tasarımlarını andıran tarafları da yok değil. Jean-Pierre Jeunet ve Marc Caro ikilisinin kartvizit filmlerinden 1991 tarihli ‘Delicatessen / Şarküteri’ ve 1995 yapımı ‘La Cité des Enfants Perdus / Kayıp Çocuklar Şehri’ esintileri de taşıyor yılın ödül avcısı ‘The Shape of Water / Suyun Sesi’!
Soğuk savaşın zirvede olduğu 1960’lı yılların başlarında, gizli deneylerin yapıldığı bir devlet laboratuvarında geçiyor öykü. Çok gizli statüsünde, yüksek güvenlikli devlet ünitesinde görev yapan temizlikçi Elisa ile bir deneğin; su dolu havuzda hapsedilen insan benzeri tuhaf bir yaratığın aşkı izlediğimiz. Gerilimi tırmanan ABD-SSCB ilişkileri içinde aşırı milliyetçi ve militarist kötücül karakterler, kapkara, umutsuz günler, Elisa’nın destekçileri, sıradan, küçük, iyi insanlar ve her anlamda öteki düşmanlığının doruğa çıktığı bir ortamda barışçıl ve insancıl bir aşk öyküsü… Yeni bir şey yok özünde Guillermo del Toro’nun yeni masalının. Bildiğimiz anlatısı ve atmosfer yaratma becerisi, genel yönetmenlik vasıfları üst düzey yine fakat defalarca izlediğimiz bir hikayeyi yeniden izliyormuş hissi takılıp kalıyor bünyeye elde değil. Hatta Wes Craven’ın 1982 tarihli ünlü duygusal tonu yüksek bilimkurgu korkusu ‘Swamp Thing / Bataklık Canavarı’ zihinden çıkmıyor film süresince.
Başrolü üstlenen Sally Hawkins, alıştığımız üzere yine çok iyi. Bu kez tek başına gibi ama! Yan rollerde karşımıza çıkan birbirinden usta oyuncular, karikatür, hatta birer dolgu malzemesi olarak anılmaya mahkum edilmişler sanki. Kötü adam Michael Shannon, usta İspanyol Sergi López’in canlandırdığı ‘Pan’ın Labirenti’nin efsane kötüsü ‘Vidal’in tıpatıp aynısı sanki. Octavia Spencer, Richard Jenkins ve Michael Stuhlbarg’ın durumları da aynı. Öyküde birçok soru işareti, mantığa aykırı oluş ve meseleyle uyumsuz ayrıntılar var. Del Toro’nun başucu ismi Doug Jones’un yine yaratık rolünde karşımıza çıktığını söylemeye gerek yok herhalde.
İlgiyle izlenen ama içe çok sinmeyen, ‘miş gibi’ bir del Toro hikayesi perdede duran. Yılın bir çok ‘nitelikli’ filmi arasından sıyrılıp, on üç dalda Oscar için yarışması, büyülü bir ‘aura’ya ve etki alanına işaret ediyor gibi. Büyüsü, sağlam bir tekrar olmasından mı ileri geliyor, düşünmek gerek! (3,5 / 5)


BEN TONYA
-Amerikan rüyasını ıskalayanlar-

Varoşlardan çıkıp, buz pistlerinde yıldızı parlayan Amerika buz pateni şampiyonu Tonya Harding’in öyküsü! Üçlü Axel hareketi gibi zorlu bir figürü başaran tek Amerikalı kadın sporcu olmasına karşın, skandallar ve aykırı tavırları nedeniyle spor dünyası, Amerikan halkı ve medyasıyla yıldızı bir türlü barışmayan Tonya, bütün engellere karşın hırsla Olimpiyat Oyunları’na hazırlanmaktadır. Hayatı, rakibi Nancy Kerrigan’a yapılan bir saldırıya adının karışmasıyla alt üst olur. Açılan soruşturma sonucu Tonya Harding, hayattaki en büyük tutkusundan ömür boyu men edilmekle karşı karşıya kalacaktır. 
1994’te gerçekleşen skandal üzerinden, sınıfsal bir bakış atıyor biyografik dram; Amerikan rüyası meselesine! Yaşananın düpedüz bir kabus olduğunun altını çizerek, bazılarının mutluluktan ve düzenden artı değer elde etmesinin mümkün olmadığını acıyla hatırlatıyor, sisteme ait hemen her detaya uçan tekme saldıran film. Anne-kız ilişkisi başta olmak üzere perdeye yansıyan bütün ilişkiler, oldukça tufeyli ayrıyeten! En İyi Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ ve ‘En İyi Kurgu’ olmak üzere toplam üç dalda Oscar adayı olan yapım, Allison Janey ile ‘En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ dalında Altın Küre ödülüne ulaşmayı başarmıştı.
‘Lars and the Real Girl / Gerçek Sevgili’, yeni çevirim ‘Fright Night / Korku Gecesi’ ve ‘The Finest Hours / Zor Saatler’ gibi bambaşka türlerin altından başarıyla kalkmayı başaran Avustralyalı Craig Gillespie’nin yönettiği hüzünlü ve sosyo-politik değinide başrolü aynı zamanda yapımcılar arasında yer alan Margot Robbie üstlenmiş. ‘Anne’ rolünde Allison Joney, Oscar’ın en büyük adayı gibi. Sebastian Stan, Paul Walter Hauser ve Bobby Cannavale, kadronun öne çıkan isimleri.
Cliff Richard, Fleetwood Mac, En Vogue,  Heart, Chicago, Dire Straits, Lauar Branigan, ZZ Top ve Supertramp şarkılarıyla yüklü soundtrack, anlatıya ayrı bir ivme kazandırmış. İyi yazılmış, enfes oynanmış sistem eleştirisi, küçük, yoksun insan üzerinden, Amerikan hayat biçimine, değer yargılarına söyleyeceğini yekten söyleyip, sistemin kimleri kollayıp kimleri harcamaya karar verme mekanizmasını gözler önüne seriyor olanca çıplaklığıyla. Efsane Alman dünya ve olimpiyat şampiyonu Katarina Witt’i kendinden emin, vakur, cermen ve mağrur biçimde, buz pisti koridorlarında süzülürken gördüğümüz dokümanter sahne; Tonya Harding’in kaderini özetliyor zira. Bünyeye tanıdık gelse de; toplum ve sistem eleştirisi içeren politik dokundurmalı suç biyografisi, iyi bir film! (3,5 / 5)

 

BLACK PANTHER
-Yeni kral, Afrika’dan!-

Marvel evreninin yeni filmi, 2016 tarihli ‘Captain America: Civil War / Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı’ ile ekibe adım atan süper kahraman Black Panther’in solo macerası… Wakanda kralı babasının ölümünün ardından tahta geçmek için yuvasına dönen T’Challa, namı-ı diğer ‘Black Panther’, geçmişten gelen güçlü düşmanı ile amansız bir mücadele verecektir. Ülkesi Wakanda’nın ve neredeyse bütün dünyanın tehlikede olduğu zorlu zamanlarda kahramanımız, ihanet, güven, dostluk ve güç kavramlarının gerçek anlamlarını keşfedecektir.
Ezber ettiğimiz üzere iki efsanenin; Stan Lee ve Jack Kirby’nin yarattıkları Marvel kahramanını solo macerasında perdeye taşıyan isim; ‘Fruitvale Station / Son Durak’ ve ‘Creed / Creed: Efsanenin Doğuşu’ filmlerinden anımsayacağınız Ryan Coogler. ‘Black Panther’ karakterine; son yılların hızla yıldızı parlayan ismi Chadwick Boseman, başarıyla hayat vermiş. Michael B. Jordan, Lupito Nyong’o, Danai Gurira, Daniel Kaluuya ve Martin Freeman’ın yanı sıra, usta isimler; Angela Bassett, Forest Whitaker ve Andy Serkis kaliteli oyuncu kadrosunu oluşturanlar olarak öne çıkıyorlar. 
Kara kıta Afrika’dan çıkagelen Marvel kahramanı, sömürüden en fazla nasibini alan yoksun ve yoksul kıtası Afrika’nın miti, masalları ve gücüne vurgu yapan toplumsal bir halk kahramanı gibi konuşlandırılmış. Film boyunca tanık olduğumuz yerel motifler, finalde, özlü bir sosyal içerik de kazanıyor. Marvel dünyasına eklenmiş bu toplumsal yenilik de, perdedeki yapımı, bir ‘mamul’, düzenlenmiş bir ürün ve ultra her şey dahil bir eğlence olmaktan alıkoyamıyor fakat. Bütün diğer Marvel kahramanları gibi, ayrı bir karakteri ve kökü olan Black Panther’ın etnik yenilikçiliği ve toplumsal bilinci sivriltilmiş. Yapım tasarımıyla dikkat çeken bilimkurgu macera, tuhaf bir aynılığa ve kimlik kaosuna neden olsa da bünye üzerinde; keyifle iki saat on dört dakika boyunca koltuğa çiviliyor sizi öte yandan! (3 / 5)

 

SOFRA SIRLARI
-Mutfakta katil mi var?-

Ümit Ünal’ın yazıp yönettiği kara komedi, hayatını eşine ve evine adamış sıradan bir ev kadınının, bir seri katil olarak portresini taşıyor perdeye. Toplumda işlevsellik kazanmak isteyen, bastırılmış, düşlerine veda etmiş küçük, sıradan insanın içinde gizlenen potansiyel caniliğin öyküsü bir bakıma. İlk gösterimi, ‘ulusal yarışma’ da yer aldığı 24. Uluslararası Adana Film Festivali’nde gerçekleşen yapımın başrolünde Demet Evgar’ı izleyeceğiz. Filmin hemen her şeyi olan aktrisin başarılı performansına eşlik eden diğer önemli isimlerse, Alican Yücesoy ve Fatih Al.
İstanbul’da doğup büyüdüğü halde, eşinin işi dolayısıyla hayatı Anadolu kasabalarında geçen Neslihan, son derece lezzetli yemekler yapan, güzel sofralar kuran, hamarat bir ev kadınıdır. Onu tanımlayan tek kimlik bu olmuştur, geçip giden yıllar içinde. Bu ‘aynılıktan’ tek sıkılan o değildir; kocası da yaşadıkları bu tuhaf ‘evcilikten’ bunalmıştır ve ondan ayrılmak istediğini söyler Neslihan’a. Kocasının esrarengiz ölümünü, yakın çevredekiler de izleyince, hırslı ve genç bir komiserin şüpheleri artmaya başlar, mutfakta nefis yemeklerin piştiği fakat kötü kokular aldığı evden!
Teatral hatta, vodvil türü bir anlatı hakim filme. Evgar’ın etrafındaki oyuncuların hepsi, birer karikatür tipi gibi kalmış. Varını yoğunu odağındaki Neslihan’a bağlamış dört duvar arası film, ‘e tamam da bir sahne oyunu değil ki izlediğimiz’ duygusu çöktürüyor yüreğe fena halde. Hüzünlü, toplumsal sorunları ihsas eden yapımın direksiyonu, düzensiz salınımlarla zorlama bir mizah ve ‘fars’a, hatta entrika komedisine kırılıyor. Vodvil benzeri yapı, popüler sinema adına salonları ziyaret eden birbirinin aynı filmlerden ayırıyor yapımı ama yine de kaçan bir fırsatın kokusu geliyor buruna, açık kalmış mutfak kapısından. (2,5 / 5)

Almanya-İngiltere ortak yapımı aile animasyonu ‘Happy Family / Mutlu Canavar Ailesi’ ve üç yerli yapım; Başrolünü Kıvanç Tatlıtuğ’un üstlendiği dram ‘Hadi be Oğlum’, Mehmet Ali Zaim’in yönettiği korku-gerilim türündeki ‘Kapıdaki Sır’ ile yönetmenliğini Oğuz Yalçın’ın üstlenip, başrolde Ivana Sert’in yer aldığı ‘Antep Fıstığı’; haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar herkese iyi seyirler.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar