Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

15 EKİM 2021

14 Ekim 2021 Perşembe 19:39
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!  
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık! 
Her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Jeanne Dielman, 23, quai du commerce, 1080 Bruxelles
(Yönetmen: Chantal Akerman / 1975)

Scarecrow / Korkuluk
(Yönetmen: Jerry Schatzberg / 1973)

Serpico
(Yönetmen: Sidney Lumet / 1973)

The Conversation / Konuşma
(Yönetmen: Francis Ford Coppola / 1974)

Being There / Merhaba Dünya
(Yönetmen: Hal Ashby / 1979)

 


Vizyonda bu hafta (15 Ekim 2021)

İkisi yerli yapım olmak üzere toplam yedi yeni filmle merhaba diyor yeni hafta!

Yüz Yıl Savaşları’nın ortasında, erkeklerin her alanda var olan gücünü, adaletin kırılganlığını ve gerçeğin ışığında tek başına ayakta durmaya kararlı bir kadının gücünü ve cesaretini perdeye yansıtan ‘The Last Duel / Son Düello’, usta yönetmen Ridley Scott imzası taşıyor. Eric Jager’in kitabından uyarlanan aksiyonu yüksek tarihi dramın senaristleri arasında Ben Affleck ve Matt Damon’u da görüyoruz. Oyuncu kadrosunda ise; Matt Damon, Adam Driver, Jodie Comer ve Ben Affleck yer alıyorlar. Kral 6. Charles zamanında geçen gerçek hikâye, İrlanda’da çekilmiş. Arthur Max imzalı yapım tasarımı ve Polonyalı Dariusz Wolski’nin titiz  görüntü yönetimi, Ridley Scott ustanın yirmi altıncı uzun metraj kurmacasının artı değerleri.
‘Venom: Let There Be Carnage / Venom: Zehirli Öfke 2’, 2018 tarihli Venom’un devam filminde yönetmen koltuğunda, aktör kimliğiyle tanıdığımız usta isim Andy Serkis oturuyor. Tom Hardy’nin canlandırdığı gazeteci Eddie Brock’un Venom ile simbiyotik ilişkisini sürdürdüğü devam filminde ilk filmin jenerik sonrası bonus sahnesinde görülen Woody Harrelson’ın canlandırdığı Cletus Kasady, nam-ı diğer ‘Carnage’in, Venom ile mücadelesine tanık oluyoruz. Bilimkurgu aksiyonda, Tom Hardy’ye eşlik eden isimler Woody Harrelson, Michelle Williams, Naomie Harris, Stephen Graham, Reid Scott ve Peggy Lu.
John Carpenter’ın efsane klasiklerinden türün unutulmazı ‘Halloween / Cadılar Bayramı’, 2018’de David Gordon Green yönetmenliğinde perdeye yeniden yansımıştı. Michael Myers, amansız takipçisi Laurie Strode ile aralarındaki eski hesabı kapatma mücadelesi veriyorlardı. Yeni film ‘Halloween Kills / Cadılar Bayramı Öldürür’ de, kızı ve torunu ile birlikte maskeli canavar Michael Myers’ı bodrumunda kafese kapatıp ateşe vermelerinden dakikalar sonra Laurie Strode, kendisine ömür boyu eziyet eden kişiyi sonunda öldürdüğünü düşünerek hastaneye yatar. Ama Michael, Laurie’nin kapanından kurtulmayı başardığında kan dökme ritüeli devam edecektir. Laurie, kendini Myers’a karşı hazırlarken tüm Hadonfield’ın durdurulamaz canavarına karşı bir ayaklanma başlatır. Strode kadınları, Michael’ın ilk saldırısından kurtulanlardan oluşan bir gruba katılıp, Michael’ı sonsuza dek yakalamak üzere ava çıkan yasadışı bir çeteyi oluştururlar. Demirbaş Jamie Lee Curtis dışında, Will Patton ve Judy Greer, kadronun öne çıkan diğer yıldızları.
David ve Stéphane Foenkinos’un birlikte yazıp yönettikleri Fransız yapımı komedi ‘Les fantasmes / Fanteziler’, altı çiftin ilişkileri ve fantezileri etrafında dönüyor. Monica Bellucci, Ramzy Bedia, Nicolas Bedos, Suzanne Clément, Denis Podalydès, Carole Bouquet, filmin oyuncu kadrosunun öne çıkan isimleri.
‘Fate/Grand Order The Movie Divine Realm Of The Round Table: Camelot Paladin; Agateram’, Kazuto Arai’nin yönettiği bir Japon animasyonu. Gezgin şövalye Bedivere’nin öyküsü.
Haftanın iki yerli yapımına gelirsek… Özgür Bakar’ın yönettiği; Safak Sezer, Ulaş İnan Torun, Önder Açıkbaş ve Yıldırım Memişoğlu’nun rol aldıkları ‘Hep Yek 4: Bela Okuma’ adlı komedi türündeki devam filminde tanıdık kahramanlar Altan ve isim benzerliğiyle mevzuya tesadüfen dahil olan Gürkan, eski Gürkan’ı aratmayarak bela üstüne bela çekmeye devam ediyorlar. Serinin üçüncü filminde Bilal Baba’ya verdikleri zararı tazmin etme zorunda bırakılan ikili; bu sefer daha büyük bir bela olan Ali Kapan ile karşı karşıya geliyor. Buğra Kekik’in yönettiği ‘Ceberruh’ ise korku-gerilim türünde. Bir yıl önce vahşet içeren bir olayın yaşandığı bölgede kamp tatili yapan beş arkadaşın ürkütücü hikâyesini izliyoruz. 
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.

 

TARİHTE BU HAFTA

2015 ve 2016 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (16 Ekim 2015)

Yeni hafta, yedi yeni filme ev sahipliği yapıyor. 2001’de hayata veda eden ünlü şarkıcı Amy Winehouse’un öyküsünü perdeye taşıyan biyografik belgesel ‘Amy’, küçük izleyicilere seslenen animasyon ‘My Little Pony: Equestria Girls – Friendship Games / My Little Pony: Arkadaşlık Oyunları’ ve üç yerli yapım; Uğur Yücel’li kadrosuyla ‘Yaktın Beni’ ve ‘Öyle Ya Da Böyle’ adlı komedilerle, korku gerilim örneği ‘Kü’fa: Cin Kapanı’ haftanın notlarımız arasında yer alamayan filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.

KIZIL TEPE
Meksikalı usta sinemacı Guillermo del Toro, fantastiği, korku-gerilimle harmanladığı, içinde bolca politik ve sosyal oluşun yer aldığı dram ağırlıklı öykülerine, bir yenisini eklemiş. Bu kez ‘aşk’ öne çıkıyor. Matthew Robbins ile birlikte kalem aldıkları senaryoyu, yine son derece şık biçimde perdeye taşımış del Toro. Fakat ‘rahatsız eden’ ciddi bir mesele var bu kez ortada: orijinal değil, izlediğimiz resim. Estetik açıdan, atmosfer ve yapım tasarımı kusursuza yakın. Yönetmenlik anlamında olması gereken ‘seviyede’ her şey. Sorun, del Toro’nun kendini ‘tekrar’ etmesinden kaynaklanıyor büyük ölçüde. Birçok –hatta çok daha iyilerini- benzerini izlediğimiz ana öykü, del Toro’nun imzası haline gelen ‘süslemelerle’ izletiyor kendini pek tabii ki ama usta sinemacının o bildik, çapıldığımız filmleri arasına giremiyor; orijinal adıyla ‘Crimson Peak’. On dokuzuncu yüzyılda geçen öykü, genç bir kadının ‘aşk’ uğruna sürüklendiği tekinsiz konakta yaşadığı dehşeti ve karşılaştığı ürkütücü gerçeği öykülüyor. Mia Wasikowska, ‘Alis Harikalar Diyarı’ndan, del Toro’nun diyarlarına sürüklenmiş. Otuzlu yaşlarına merdiven dayayan yetenekli aktrise, tartışmasız manyetizmasıyla Jessica Chastain ile karizmatik İngiliz Tom Hiddleston eşlik ediyorlar. İçinde hayaletlerin raks ettiği, kar beyaz üzeri kan kırmızı renk paletinin hakim olduğu özel estetiğiyle, tutku ve aşkın delilik derecesinde yaşandığı öykü, bu mesele bağlamında; maalesef; Coppola’nın ‘Dracula’sının yanından geçemiyor bile. Guillermo del Toro’nun 2001 tarihli ‘özel’ klasiği ‘El espinazo del diablo / Şeytanın Bel Kemiği’nin farklı minvalde yeniden çekimi olmuş sanki ‘Kızıl Tepe’. Üstadın başyapıtı 2006 yapımı ‘El laberinto del fauno / Pan’ın Labirenti’nde unutulmaz karakterlere hayat veren, ustanın başucu oyuncusu Doug Jones’un bu kez hayaletlere hayat verdiğini, meraklısı için önemle belirtelim. Kamerayı, daha önce 1997’de ‘Mimic / Tehlikeli Yaratıklar’ adlı filminde birlikte çalıştığı Danimarkalı görüntü yönetmeni Dan Laustsen’e emanet eden del Toro, istediği verimi almış ama öykünün ‘kısır’ yanı, ciddi bir açmaz yaratıyor bu şık gösteri için. (3 / 5)

KARA DÜZEN
Biyografik suç dramı, 1970’li yılların Boston’unda yaşanan gerçek bir öyküyü taşıyor perdeye. İrlandalı gangster James ‘Whitey’ Bulgar ve çevresinin gerçek hikayesi, ‘elini korkak alıştırmayan’ bir suç öyküsünde vücut bulmuş. Dick Lehr ve Gerard O’Neill imzalı roman uyarlamasını yöneten isimse, aynı zamanda oyuncu olan ve usta aktör Jeff Bridges’a ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ Oscar’ını kazandıran, iki Akademi Ödüllü ‘Crazy Heart / Çılgın Kalp’ ile 2013 tarihli Christian Bale’in başrolü üstlendiği suç öyküsü ‘Out of the Furnace / Kardeşim İçin’ filmlerinde yönetmen koltuğuna oturan Scott Cooper. Cooper, üçüncü yönetmenlik denemesinde, anlattığı hikayeye ‘has’ bir atmosfer yaratmayı başarıyor doğrusu. Son derece titiz çalışılmış yapım tasarımı ve ‘seçkin’ oyuncu kadrosu sayesinde, Cooper’ın adını, ‘tür’ün elit isimleri arasına katabilecek bir yapım olsa da, suç sinemasının bugüne dek yapılmış birçok benzer ve ‘görkemli’ örnekleri arasında, yavan ve aynı kalıyor film, elde değil! İlk beş dakikada tanımakta çok zorlandığınız müthiş aktör Johnny Depp’e, Benedict Cumberbatch, Joel Edgerton, Kevin Bacon, Peter Sarsgaard, Rory Cochrane, David Harbour, Adam Scott, Dakota Johnson, Juno Temple, Julianne Nicholson gibi güçlü isimlerden kurulu zengin bir kadro eşlik ediyor. Türe ait izlediğimiz onlarca müthiş yapıma oranla, sürprizsiz tekdüzeliği ve etkisi düşük ‘aynılık’ yüklü gidişatı, zihninizden törpülerseniz, geride kalan; dönemin sosyo-politik ortamı, suç coğrafyasının acılı engebeleri, aile, dostluk kavramları ve tedirgin edici bir gerçeklik hissi oluyor. (3,5 / 5)

 

Vizyonda bu hafta (14 Ekim 2016)

Yeni haftada dördü yerli, yedi yeni film merhaba diyor salonlara. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

ANSIZIN
Orijinal adı ‘Auf Einmal’ olan Almanya-Hollanda ortak yapımı filmin yönetmen koltuğunda Aslı Özge oturuyor. Senaryosunu da Özge’nin kaleme aldığı filmin görüntü yönetmeni Emre Erkmen. İlk filmi ‘Köprüdekiler’le, İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale ‘En İyi Film Ödülü’nü kazanan Aslı Özge, 2013 tarihli ‘Hayatboyu’ ile de, ‘En İyi Yönetmen’ dalında Altın Lale kazanmayı başarmıştı. Filmini, Almanya’da, Almanca çeken yönetmen, Shakespeare’in ölümsüz eseri ‘Hamlet’ten bir alıntı ile başlıyor öyküsüne: ‘Zira iyi ya da kötü yoktur. Düşünce var eder ikisini de’. Varlıklı, burjuva bir ailenin oğlu olan Karsten’in evindeki parti bitmiş, Anna dışında kimse kalmamıştır evde. Karsten, aklından neler geçtiğini pek de anlayamadığı –aslında üzerinde durmadığı- gizemli ve çekici kadına yaklaşır. Bir anlık zaafı, yolunda gittiğini düşündüğü ‘kontrollü’ hayatını, kabusa çevirecektir! Almanya’nın küçük taşra kasabasında yaşanan acı olay, önce yerini müthiş bir hayal kırıklığına, hemen ardından, öfkeye ve hesaplaşmaya bırakır. İkiyüzlülük, adaletsizlik, ahlak ve etik tartışmaları ve iyi ile kötünün giderek yer değiştirip, belirsizleştiği gergin bir ‘insansızlık’ tablosu. Kötülük kontrolsüzce yayılan bir yaşam güdüsüdür özünde! Galasını yaptığı 35. İstanbul Film Festivali’nde FIPRESCI ödülünü kazanan yapım, Berlin’de, Avrupa Sinemaları Özel Mansiyon ödülünü elde etmişti.  Filmde hiç adı geçmese de; hayatını 2011’de genç yaşta yitiren oyuncu ve sunucu Defne Joy Foster’in trajik ve şüpheli ölümünü, Almanya fonuna taşımış yönetmen ve acı olayın maddi detayları dışında, toplumun ve onu etkileyen diğer dinamiklerin, bireyin üzerinde oluşturduğu baskı ve bireyin içinde, iyilikle kötülük arasında süren savaşla ilgilenmiş. Anlatım ve yakaladığı teknik standart, filmi belli bir seviyeye taşıyor ama ahlak/etik - iyi/kötü tartışması, bir miktar; Hollywood ruhu taşıyor özünde. Grafik bir içsellik barındırıyor içinde; bir dönem üstelik yaşanmış ve son derece trajik sonuçlarla kamuoyunu da etkilemiş olayın gerçek hesaplaşması. Film, ‘felaketin’ yaşandığı kendi sınırlarında ve kendi toplumu fon alınarak çekilseydi, bambaşka bir hesaplaşma yansırdı perdeye belki de. Almanya ve onun adalet-hukuk-toplum-birey anlayışı başka bir hakikat oluşturuyor zira. İnsan da toplum da, özellikle adalet anlayışı, her yerde aynı değil gerçekte. Yaratılan atmosfer ve Özge’nin sineması, örneklerini sıkça gördüğümüz tür örneklerinden başka bir yere gidemiyor ayrıca! Bu acı öykü, ‘burada’ yaşanmışsa neden Batı Avrupa fonunda inceleniyor? Örneğin Thomas Vinterberg, bu hassas mevzularla çok önceden, 1998’de ‘Festen / Şölen’de ve 2012’de ‘Jagten / Av’da sosyolojik bir laboratuvar ortamında ilgilenmemiş miydi sahi? (2,5 / 5)  

DEMİR YUMRUK
Boks tarihinin efsanevi isimlerinden, hafif sıklet ve orta sıklette dünya şampiyonu unvanı sahibi Panamalı Roberto Durán’ın gerçek öyküsü. Yoksul ve kargaşa yüklü Panama sokaklarından, son derece önemli bir boks kariyerine uzanan efsanenin ve yakın çevresinin hikayesinde, ünlü boksörü, Edgar Ramirez canlandırırken, onun efsanevi antrenörü Ray Arcel rolünde, dev aktör Robert De Niro’yu izliyoruz. Rubén Blades, manyetizması yüksek Kübalı aktris Ana de Armas ve Usher Raymond ile birlikte, iki usta isim daha, Ellen Barkin ile John Turturro, biyografik dramın oyuncu kadrosuna renk katıyorlar. 1960’ların son derece kaotik ve gergin, soğuk savaş ortamında ABD baskısı altındaki Orta Amerika ülkesinde, sokaklardan gelerek, kendini bir anda ringde bulan boksör, antrenörü ile birlikte, içsel bir değişime uğrayacaktır. Roberto Durán’ın büyük rakibi Sugar Ray Leoanard ile yaptığı unvan maçları, yükselişi, düşüşü, yeniden ayağa kalkışı ve Panamalı sokak çocuğunun, efsanevi bir boksöre dönüşme süreci, çok önemli tarihi, politik nüanslar ötelenerek, sıradan biçimde vücut bulmuş öyküde. Venezuelalı Jonathan Jakubowicz’in yazıp yönettiği, beyazperde için son derece elverişli öykü, maalesef etkisiz bir sinema olarak kalakalmış perdede. Politik, sosyal ve tarihi fonu sayesinde, nerelere gidebilecek hikaye, belli bir yerde takılıp kalıyor ve önemli bir şans kayıp gidiyor yönetmenin ellerinden özetle. (2,5 / 5)

CEHENNEM
Çok satan romanlarıyla tanıdığımız Dan Brown’un aynı adlı eserinden uyarlanan film, yazarın üçüncü beyazperde çıkarması. İlk iki film gibi, yönetmen koltuğunda usta isim Ron Howard’ın oturduğu, aksiyonu bol gerilim, 2006 tarihli ‘The Da Vinci Code / Da Vinci Şifresi’ ve 2009 yapımı ‘Angels & Demons / Melekler ve Şeytanlar’ın ana karakteri, Harvard Üniversitesi Simgebilim profesörü Robert Longdon’u çıkarıyor yine karşımıza. Dolayısıyla da, karakteri canlandıran usta aktör Tom Hanks’i. Robert Longdon, Floransa’da bir hastanede gözünü açtığında hafıza kaybı yaşamaktadır. Dante’’nin ölümsüz eserlerinden ‘Cehennem’in şifreleriyle çözmesi gereken gizem ve tehlike dolu macerada yolu İstanbul’a da uğrayacaktır. İlk iki uyarlama gibi, gizli örgütler, semboller, dini ve tarihi gizemlere dayanan öyküde Tom Hanks’s, Felicity Jones ve Sidse Babett Knudsen eşlik ediyorlar. Irfan Khan, Omar Sy ve Ben Foster, kadronun öne çıkan diğer isimleri. Yönetmen Ron Howard’ın yanı sıra, kitabı uyarlayan ismin, bir diğer usta sinemacı David Koepp olması, beklentileri bir miktar yukarıda tutmanıza sebep olsa da, gerçekler; hayal kırıklığına dönüştürüyor, film öncesi heyecanınızı. İnandırıcı olamayan büyük bir boşluk diyebiliriz ‘Cehennem’ için. Dante’nin ünlü eserinin sadece adı sinmiş filme. Ne ruhu ne zekası ne de yaratıcılığı söz konusu eserin. Ölümsüzlüğü geçelim zira. TV filmi ruh halinde çekilmiş ‘sözde’ geniş prodüksiyonlu sahneler, bir an olsun ikna edemiyor öykü üzerine izleyiciyi. İstanbul’un kullanımı üzerine de tartışılacak fazla bir şey yok kanısındayım zira bir an bile kalıcı olamıyor yapım zihinde! Oyuncu kadrosu ve çok satan kitabın meraklıları hatırına. (2 / 5)  

Osman Sonant ve Beyti Engin’in başrollerde olduğu ‘Yolsuzlar Çetesi’ adlı komedi, ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’ ve ‘Seni Seven Ölsün’ adlarındaki iki romantik komedi ile korku örneği ‘Berzah: Cin Alemi’, haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar