10 KASIM 2023
Kasım ayının ikinci vizyon haftasındayız… Atamızı kaybettiğimiz kapkara tarih... 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü ve Atatürk Haftası! Geçtiğimiz hafta vizyona giren ‘Atatürk’ filmini izlemediyseniz, bu hafta kesinlikle kaçırmayın!
10 Kasım haftasına tarih yapraklarını karıştırıp baktığımızda sanat bölümünde karşımıza çıkanlar… 11 Kasım, dev roman yazarı Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin doğum tarihi. Rus yazar 1821’de Moskova’da dünyaya gelmiş. Fransız felsefeci, göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve toplum teorisyeni Roland Barthes’in doğum tarihi ise 12 Kasım 1915. 14 Kasım 1950 ise dilimizin en önemli şairlerinden, yenilikçi Garip akımının kurucusu Orhan Veli Kanık’ı kaybettiğimiz gün. Beyazperdeye baktığımızda 11 Kasım doğumlu ünlüler arasında Kemal Sunal, Leonardo DiCaprio, Stanley Tucci ve Demi Moore’u görüyoruz. 15 Kasım usta Fransız yönetmen François Ozon’un doğum günü!
34. Ankara Film Festivali’ndeyim bir kez daha… Bizlere Mahmut Tali Öngören ve Aziz Nesin’den miras o değerli festivalde. Bir kez daha… Neredeyse kuruluşundan bu yana sırasıyla önce izleyici, ardından festival gönüllüsü ve profesyonel bir sinema yazarı olarak katıldığım ve takip ettiğim, özellikle kısa metraj ve belgesel sinemanın kalesi olan can festivalde… Bu yıl Ulusal Uzun Film Yarışması Ön Seçici Kurulu’nda bulunduğum için yarışma filmleri hakkında söz söylemem etik olarak doğru olmaz. Bu sebeple izlediğim diğer filmlerden söz edeyim. Jonathan Glazer’ın Cannes’den ‘Jüri Büyük Ödülü’ ve mensubu bulunduğum FIPRESCI ödülü, Festival Teknik Sanatçı Ödülü ve Soundtrack (Besteci) Ödülü ile dönen şaheseri ‘The Zone of Interest’ üzerine sayfalarca yazılabilir. Vizyona gireceği haftaya bırakalım bunları. Şu kadarını söyleyeyim; Martin Amis’in aynı adlı romanından uyarlanan bu kapkara, sarsıcı ve kötülüğün doğasına bakıp çıkan kan dondurucu filmi hiçbir sinemasever kaçırmamalı! Kısa filmler ve Belgesellere de değinmek gerek… Birçoğunu izledim. Ulusal Kısa Film Yarışması’nda yer alan Aziz Alaca imzalı ‘Kruvasan’ ve Vehbi Bozdağ’ın Yusuf Atılgan’ın ‘Evdeki’ adlı öyküsünden uyarladığı ‘Kurbağalar’ iyiydi! Belgeseller arasında ise Ahmet Karanfil ve Yusuf Anavatan’ın birlikte yönettikleri ‘Dinamo Mesken’ favorim oldu. Nerelisin diye sorsalar film çıkışı cevabım net olacaktı: Meskenliyim… Fırat Özeler’in ‘Kavur’, Ezgi Koman ve A. Selçuk Atalay imzası taşıyan ‘Dal Değdi Gözüme’ dikkat çekiciydiler. Benim de Ankara’da öğrenci olduğum yıllara, 1990’lı yılların Ankara’sının toplumsal, politik ve kültürel ortamına odaklanan; festivalin ‘Ankara Filmleri’ bölümünde izleyiciyle buluşan ‘Laf Aramızda Engürü Kahve’ hoş bir sürpriz oldu! Festival emekçilerine, İrfan ve İnci Demirkol’a, Büyülü Fener personeline, Ankara izleyicisine, Ankara’daki evim olan ‘Orta Dünya’ ahalisine çok teşekkürler… Denizlere çıksa da sokaklar, Ankara bozkırı vazgeçilmez bizler için… Mütevazı, dost, sıcak bir öğrenci evi Ankara halen… 35. Festivalde buluşmak üzere…
Sevgili kardeşim, meslektaşım ve sinemamuzik’ten yol arkadaşım Cumhur Canbazoğlu’nun upuzun yıllardan beri hazırladığı, binlerce emek içeren titiz çalışması 1923-2022 tarihlerini içeren 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi ‘Günleri İçinden Canım’, kolaylıkla herkesin ulaşabilmesi için orkestralargruplartarihi.com adlı internet sitesinde yayında! Bu çalışmanın en yakın tanıklardan biriyim… Büyük emek var… Titiz bir başvuru kaynağı, vazgeçilmez bir başucu arşivi. Çok değerli!
Evet, Kasım… Kışın habercisi bir ay… Kara kış kapıda… Fakat küresel ısınma meselesi, doğayı alt üst etti. Artık ‘kış’ tarihte ve sanatta, çokça edebiyat ve sinemada kalacak bir mevsim olmaya aday sanki. Mevsimlerin bile dengesini bozdu insanoğlu!
Sarı, kızıl yapraklar, kuru dallar, oyunbozan güneş ve bize en çok yakışan hüzünle sarmalar Kasım ayı bizi her şey rağmen!
Oktay Rifat’ın ‘Sonbaharda Buluşma’ şiiriyle koyalım noktayı…
‘Bulut urbalar toprak galoşlar giydim;
Sevdalıydım, deliydim; yapraklı yollar
Geçerek geliyordum sana. İstanbul
Mevsim sonu ihtiyarlıyor; o sarı
Kuş ötüyordu bir yerde, hiç biryerde
Sofada minderde oturuyorduk;
Eski güneşe doğru oturuyorduk;
Bizdik pencerede, bizdik gelen geçen ;
Bizdik akşamla çıtırdayan ve susan
Susmak rüzgâr çığlığı gibiydi bende;
Konuştukça bir yaprak dökümü sende.’
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
M - Eine Stadt sucht einen Mörder / Bir Şehir Katilini Arıyor
(Yönetmen: Fritz Lang / 1931)
Citizen Kane / Yurttaş Kane
(Yönetmen: Orson Welles / 1941)
All About Eve / Perde Açılıyor
(Yönetmen: Joseph L. Mankiewicz / 1950)
North by Northwest / Gizli Teşkilat
(Yönetmen: Alfred Hitchcock / 1959)
Some Like It Hot / Bazıları Sıcak Sever
(Yönetmen: Billy Wilder / 1959)
Vizyonda bu hafta (10 Kasım 2023)
Üçü yerli yapım olmak üzere 10 Kasım vizyonuna merhaba diyen yeni film sayısı beş!
Ankara Film Festivali için İstanbul dışında bulunduğumdan, haftanın notlarımız arasında yer alan tek yeni yapımı Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan tarihi biyografik dram ‘Jeanne du Barry’nin vizyon tarihi ertelenince haftanın filmlerine tanıtım notları halinde değiniyoruz bu hafta!
Nia Da Costa imzası taşıyan aksiyon katkılı üç boyutlu fantastik avantür ‘The Marvels’, 2019 yapımı Captain Marvel’dan sonra ilk kez bir Marvel evreni merkezinde göreceğimiz Carol Danvers, yani Captain Marvel, evreni tehdit eden bir tehlikeye karşı Ms. Marvel dizisinin ana karakteri Kamala Khan ve WandaVision ile MCU'ya adım atan Monica Rambeau ile güçlerini birleştiriyor. Carol Danvers yani Captain Marvel, despot Kree tarafından çalınan kimliğini geri kazanır ve Yüce Zeka’dan intikam alır. Ancak her şey yeni başlamaktadır!
Walt Dohrn ve Tim Heitz’in yönettikleri sevimli animasyon ‘Trolls Band Together / Troller Hep Beraber’, sıkı müzik hediyeli! İki film boyunca süren gerçek dostluk, amansız flörtleşmeden sonra Poppy ve Branch artık resmen çiftler! Birbirlerine yakınlaştıkça Poppy, Branch’in gizli bir geçmişi olduğunu fark ediyor. Bir zamanlar dört erkek kardeşi; Floyd, John Dory, Spruce ve Clay ile birlikte favori erkek müzik grubu fenomeni BroZone’daymış. Ama Branch’in kardeşi Flloyd, müzik yeteneklerinden dolayı bir çift kötü pop star karakteri - Velvet and Veneer- tarafından kaçırılınca Branch ve Poopy, diğer kardeşlerle yeniden bir araya gelmek ve Flloy’u pop kültür bilinmezliğinden bile daha kötü bir kaderden kurtarmak üzere korkunç ve duygusal bir yolculuğa çıkarlar.
Senaryosunu Hakan Kırsak’ın kaleme aldığı, yönetmenliğini Ender Mıhlar’ın üstlendiği dram ‘Seni Görüyorum’, evlerinden İstanbul’a gelip burada kendilerine farklı hayatlar kuran üç kardeşin, Kaan, İbrahim ve Tankut’un öyküsü! Feyyaz Duman, Melis Birkan, Hakan Salınmış, Beste Bereket ve İlker Kızmaz ve Hakan Karsak; oyuncu kadrosunu oluşturan isimler. Orijinal müzik Saki Çimen imzası taşıyor.
Sevdiği kıza kavuşabilmek için arkadaşlarıyla birlikte imkânsız bir görevin üstesinden gelmeye çalışan Temel’in hikâyesini perdeye taşıyan komedi ‘Vatikan’ın Şifresi: Bir Temel Macerası’nı Okan Ege Ergüven yönetiyor. Başrolü üstlenen Reşat Hacıahmetoğlu’na, Edanur Hancı, Ömür Arpacı, Tuna Orhan, Asuman Dabak, Zeynep Eronat, Altan Erkekli, Zerrin Sümer, Salih Kalyon, Aslı Altaylar, Hakan Meriçliler, Bülent Çolak ve Meral Çetinkaya’dan oluşan zengin bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor.
H. Sinan Güngör, Halil Öztürk, Semih Turalı’nın birlikte yönettikleri animasyon ‘Aslan Hürkuş 3: Anka Adası’, Hürkuş, Aslan ve arkadaşlarının yeryüzüne düşen bir gök taşının etrafa yaydığı manyetik alanla birlikte canlanan ‘drone’lara karşı verdikleri mücadeleyi taşıyor perdeye.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On yedi ve altı yıl öncesine, 2006 ve 2017 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (10 Kasım 2006)
ŞAŞKIN
Yönetmeni Şahin Alparslan’ın ilk filmi olan ‘Şaşkın’, yerli yapım bir romantik komedi. Senaryoda daha önce ‘Okul’ ile tanıdığımız Doğu Yücel’in imzası var. Başrollerini, ilk filmi ‘Eğreti Gelin’deki performansıyla büyük beğeni toplayan yetenekli oyuncu Onur Ünsal ve ‘Avrupa Yakası’ adlı TV dizisinin şımarık kızı Selin rolüyle tanıdığımız Evrim Akın’ın paylaştıkları filmin çekimleri Antalya’da yapılmış. Tesadüfen dinlediği bir radyo programında bir kızın aşk üzerine görüşlerinden çok etkilenen kahramanımız, kızı bulmak için ev arkadaşını da yanına alarak yola çıkar. Radyoda duyduğu bu esrarengiz ses hakkında tek bildiği, Antalya’da bir otelde staj yaptığıdır.
ÖLESİYE AŞK
17 yaşındaki güzel Camille ve 40 yaşındaki çirkin Blaise’in yolları, yazın göl kenarındaki bir kampta kesişir. Kendini dar bir dünyada sıkışmış hisseden Camile, aradığı mutluluğu aynı onun gibi hayata karşı isteksiz olan mutsuz Blaise’de bulacaktır. Fakat bu beraberlik, çevrelerinde tepkiyle karşılanır. Ama tutkuları, iki sevgiliyi dönüşü olmayan bir yola sürükleyecektir. Başlıca rolleri Denis Lavant ve Isilld Le Basco’nun paylaştıkları Fransız filmini iki yönetmen imzalamış. İlk kez 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde seyirciyle buluşan dram, kaybolmuş insanlar, dünya dertleri, yalnızlık, yokluk, yabancılaşma, sevgisizlik arasında direnmeye çalışan bir aşkı öykülüyor.
İYİ BİR YIL
Usta yönetmen Ridley Scott ve Oscar’lı aktör Russell Crowe, ‘Gladiator’den altı yıl sonra tekrar bir aradalar. Fransa’nın üzüm bağlarıyla meşhur Provence’inde geçen romantik komedi, ince bir hüzün de içeriyor. Burnu havada borsacı Max, Londra’da spekülasyonlar yaratarak büyük paralar kazanırken, amcasının ölüm haberini alıyor ve kendini, çocukluğunun geçtiği bağ evinde buluyor. Max, bu güzel şatodan ve bağlardan yeni bir kazanç sağlamayı düşünürken, geçmişe ait anılar, hiç tanımadığı bir akrabası ve yeni bir aşk, ona hayatın çoktan unuttuğu gerçek anlamını hatırlatıyorlar. İnsanın kendini gerçekten çok iyi hissettiği filmde usta aktör Albert Finney de kısacık rolünde döktürüyor. Ridley Scott’ın bu incelikli ve olgun filmini kaçırmayın.
BABİL
‘Amores Perros / Paramparça Aşklar Köpekler’ ve ‘21 Gram’ filmlerinin ardından yönetmen Alejandro Gonzales Inarritu ve senarist Guillermo Arriaga, yeni filmleriyle üçlemeyi tamamlıyorlar. Bu yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan film, Inarritu’ya ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü kazandırmıştı. Meksikalı ikili, yine dramatik hayatların kesişen öykülerini işliyorlar. Üç farklı kıta, dört dil ve dört öyküyü bir araya getiren film adını, Babil kulesi efsanesinden alıyor. Efsaneye göre, Tanrılar, kendilerini merak edip, kutsal katlara dek yükselen kuleyi inşa eden insanların kibrini cezalandırmak için insanların sayısı kadar dil ortaya çıkararak büyük bir kaos yaratıyorlar. Ve insanlar büyük bir karmaşa içinde yaşamaya mâhkum ediliyorlar. İnsanlar arasındaki iletişim eksikliği, yalnızlık, yabancılaşma, hoşgörüsüzlük, dünyanın kaybettiği tolerans, izolasyon, haksızlıklar ve gezegeni dolduran acılar. Amatör oyuncularla Brad Pitt, Cate Blanchett ve Gael Garcia Bernal gibi yıldızların bir araya geldiği oyuncu kadrosu ve senaryosuyla dikkat çeken film, bazılarının iddia ettiği gibi bir başyapıt olmasa da, gayet iyi bir film. İzleyin.
Vizyonda bu hafta (10 Kasım 2017)
Biri ikinci kez vizyon görmek üzere, beşi yerli yapım, toplamda yedi yeni filme merhaba diyor bu hafta. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
YOL AYRIMI
-Yapay ve ham bir ‘uyanış’ hikâyesi-
Sinemamızın usta yönetmenlerinden Yavuz Turgul, sırasıyla, ‘Fahriye Abla’ (1984), ‘Muhsin Bey’ (1987), ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ (1990), ‘Gölge Oyunu’ (1992), ‘Eşkıya’ (1996), ‘Gönül Yarası’ (2004) ve ‘Av Mevsimi’nin (2010) ardından sekizinci uzun metraj kurmacası ‘Yol Ayrımı’ ile ve yine Şener Şen’le birlikte beyazperdede.
Bütün hayatını babasından kalan tekstil imparatorluğunu daha da büyütmeye adamış acımasız iş adamı Mazhar Kozanlı’nın hayatı, yaşadığı trafik kazasıyla tamamen değişir. Ölümden dönen ve bu sayede farklı bir ‘uyanış’ yaşayan Mazhar, hastanede adeta ‘başka biri olarak’ gözünü açtığında, ailesini, çevresindekileri şaşırtır öncelikle. Hemen ardından, hayatındaki hemen her şeyi değiştirme fikrini en yakınlarına açıkladığında büyük tepki görür. Geçmişindeki ve yaşadığı gerçeklikteki ağır yükten kurtulabilmek için geldiği yol ayrımında, düşünmediği birçok engel çıkacaktır önüne.
Turgul, yazıp yönettiği yeni filminde, her zaman olduğu gibi yine Şener Şen’e vermiş başrolü. Rutkay Aziz, Nihal Yalçın, Çiğdem Selışık Onat, Ruhsar Öcal, Tilbe Saran, Mert Fırat, Defne Kayalar ve Şerif Erol, oyuncu kadrosunu oluşturan diğer önemli oyuncuları filmin. Teknik ekipte ise, işinin ehli isimlere rastlıyoruz yine. Görüntü yönetmenliğini Uğur İçbak üstlenirken, kurguda Niko’nun, sanat yönetiminde ise Sırma Bradley’in isimleri var. Müzik ise Anjelika Akbar imzası taşıyor. Şener Şen’in oynadığı her film gibi ‘Yol Ayrımı’nda da, aynı ‘rolü verip’, hep aynı karakteri canlandırma durumuna değinmek de, önem arz ediyor.
Yavuz Turgul, kimi zaman şahsımın da kullandığı günün moda eleştirmen tabiriyle ‘iyi niyetle’ kaleme aldığı öyküsünü, (ki kötü niyetle tasarlanan filmler var mıdır?) maalesef iyi ve ondan beklenen olgunlukta bir sinemayla yansıtamamış perdeye. İşin aslı öykü de, son derece suni, yapay, zorlama, gerçeklikten kopuk ve uzay boşluğunda! Ortalama bir yerli TV dizisi kapsamında değerlendirmek gerek ‘Yol Ayrımı’nı belki de… Filmin ana karakteri Mazhar Kozanlı’nın ani uyanışından sonra ortaya çıkan karakterdeki değişim, (bir trafik kazasının ardından, daha doğrusu ışığa doğru yürünen bir ölüm anından hemen sonra) inandırıcı gelmiyor, elde değil. Turgul’un yarattığı karakterler yardımıyla toplumsal dertlere dokunma çabası, yama gibi duruyor perdede. Aydınlanmış işçi sınıfı mensubu ile anamalcı vahşi kapitalist patronun omuz omuza sisteme karşı durma girişimleri inandırıcılıktan çok uzak. Psikiyatr sahnesi ise bir ilkokul temsili adeta! İki buçuk saatlik kamu spotu benzeri aydınlanma, uyanma, iyileşme durumu, karakterin çevresini değiştirip, en yakın, en eski ve tek dostuna koşması, kendine ‘Nur’un Gemisi’ adında yeni bir liman bulması, Mahcup adını verdiği bir köpek sahibi olması ve Turgul’un, ‘Yurtaş Kane’in ‘Rosebud’ının yerine koyduğu ‘bisiklet sevdası’ filan, hiçbir şeyi kurtarmaya yetmiyor inandırıcı olmak ve ikna etmek adına!
Zorlama sembolist değini Kane’in çocukluk kızağı ‘Rosebud’ı geçtik, bir de, işin realist tonunu vurgulamak ve Mazhar’ın bisiklet sevdasını temsil etmesi adına son derece naif biçimde kullanılmış ‘Bisiklet Hırsızları’ görüntüleri, De Sica ustanın kemiklerini sızlatmaya kafi gelebilir, kim bilir? Olur olmaz bir etkileyicilik içinde kullanılmış ünlü şiirler, edebi metinler ve referanslar, bir yere çıkarmıyor ‘yavan ve plastik’ öyküye karşı olan duyarlılığımızı. Usta bir sinemacıdan beklediğimiz film değil ‘Yol Ayrımı’. Sanat felsefesi veya tasarım üretim felsefesi gibi ciddi meseleler üzerine cümleler kurmaya gerek duymadan söylemek bir mecburiyet: en iyi niyetli söylemde, son derece ortalama bir TV filmi olmuş, Turgul’un yedi yıl aradan sonra çıkagelen filmi. Yapay, ham, zorlama, tekrara düşmüş, -mış- gibi, acemi bir anlatı duruyor perdede. (2,5 / 5)
DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET
-Branagh’dan sihirli dokunuş-
Polisiye edebiyatın en önemli isimlerinden biri olan ve en az kendi kadar ünlü Belçikalı dedektif Hercule Poirot karakterinin yaratıcısı İngiliz yazar Agatha Christie’nin, ilk olarak 1934 yılında yayımlanan ünlü romanı ‘Murder on the Orient Express / Doğu Ekspresinde Cinayet’in yeniden çevirimi sinemalarda.
Beyazperdeye ilk olarak 1974 yılında yansıyan ve usta yönetmen Sidney Lumet imzası taşıyan gizemli suç dramı, 1977’nin Ocak ayında ‘Şark Ekspresinde Cinayet’ adıyla vizyona girmişti ülkemizde. Hercule Poirot karakterini, usta aktör Albert Finney canlandırırken, doğru bir söylemle; Ingrid Bergman, Richard Widmark, Sean Connery, Vanessa Redgrave, Lauren Bacall, Martin Balsam, Jacqueline Bisset, Jean-Pierre Cassel, Anthony Perkins, Michael York, Rachel Roberts ve John Gielgud’dan kurulu ‘dev’ bir oyuncu kadrosu eşlik ediyordu, ünlü dedektife… Altı dalda Oscar adayı olan film, Ingrid Bergman’la ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu’ Oscar’ının sahibi olmayı başarıyordu.
Yeni çevirim, ‘Doğu Ekspresinde Cinayet’ adıyla giriyor vizyona. Christie’nin ünlü eserini, senaryolaştıran Michael Green. Yönetmen ise Kenneth Branagh. Royal Shakespeare Company’nin usta ismi, yönetmen koltuğuna oturduğu yeniden çevirimde, başrolü, dedektif ‘Hercule Poirot’u da canlandırmış. Herkesin şüpheli olması durumundan hareketle enfes polisiyelere imza atan Agatha Christie’nin ünlü eseri, Branagh’ın sihirli dokunuşuyla çok özel bir atmosfere bürünmüş. Özellikle final bölümünde yükseliyor film. İstanbul’dan yola çıkan ünlü Orient Ekpresinde dedektifimiz Hercule Poirot da bulunmaktadır. Trende işlenen cinayet sonrası, hemen bütün yolcular şüphe atındadır. Poirot, katili bulmak adına, keskin zekasını ve kimselerde olmayan dikkatini devreye sokar; karşılaşıp, yüzleşeceği gerçekler ise, beklediğinden daha karmaşıktır. Branagh’ın yanı sıra, Michelle Pfeiffer, Johnny Depp, Willem Dafoe, Judi Dench, Penélope Cruz, Derek Jacobi, Josh Gad, Tom Bateman, Lucy Boynton, Olivia Colman, Daisy Ridley ve Lesley Odom Jr, zengin oyuncu kadrosunu oluşturan isimler olarak dikkat çekiyorlar.
Lumet’nin 1974 tarihli uyarlaması, Christie’nin ünlü klasiğinin ruhunu müthiş yansıtmış, dönemin ve karakterlerinin içsel ayrıntılarını kusursuza yakın oranda kullanmışsa da, Branagh’ın dijital teknolojiye başvurmuş, daha fazla aksiyon içeren yorumunun, ilk filmin ağırlığı altında ezilmemiş olduğunu belirtmek gerek. Branagh, son yarım saatlik bölümde ve özellikle finalde, son derece sihirli bir Shakespeareyen dokunuşla, müthiş bir atmosfer yaratmayı ve etkileyici olmayı başarmış doğrusu. Eserin ve karakterlerin içinde nefes alıp verdikleri ruhu yakalamış Branagh! Hüzünlü bir vicdan öyküsüne dönüştürmüş, Lumet’nin ayrıntılarla taçlanmış klasik yorumunu. Bu sebeple polisiye edebiyat ve sinema tutkunları kaçırmamalı bu kalburüstü uyarlamayı. (3,5 / 5)
UMUDUN ÖTEKİ YÜZÜ
-İnsanın varlığına inanmak-
Yedinci sanatın ‘has’ auteur isimlerinden Finlandiyalı sinemacı Aki Kaurismäki’nin yeni uzun metraj kurmacası, kendisine Berlin’de ‘en iyi yönetmen’ ödülünü kazandırmıştı. Son derece insancıl dram, dünyanın genel durumu ve insanın değeri/değersizliği üzerine trajik bir ‘mesel’ içeriyor.
Bombalar altındaki Halep’ten kız kardeşiyle birlikte kaçarak, ‘yaşamak’ adına insani bir ‘yer’ bulma ümidindeki Suriyeli göçmen Khaled’in yolu, Helsinki’de düşlerinin peşinden koşan, sıkkın, mesafeli ve yalnız adam Wikström ile kesişir. Helsinki’ye varmadan önce, uzun ve zahmetli yolculukta, kız kardeşini kaybeden Khaled’e, Finlandiya göçmenlik bürosu, memleketinde bir sorun yaşanmadığını ve geri dönmesi gerektiğini söyler. Wickström’ün lokantasına sığınan Khaled, umutla kız kardeşinden haber almak için çırpınırken, birbirinden tamamen farklı iki dünyalı, herkese ve her şeye karşı ayakta durmaya gayret ederler.
Acı acı gülümseyip, dünyanın ahvalini yüreğinizin ortalık yerinde duyacağınız, içe işleyen, olgun ve sert bir dram çekmiş yine Kaurismäki kardeşlerin Aki’si. Aki usta, elini korkak alıştırmadan, bildik, tiyatral anlatısına, göçmenlik problemini ve bu kanayan açık yaraya karşı olan genel duyarsızlığı o denli etkili iliştirmiş ki… Devletlerin asık yüzü, kalpsiz bürokrasi, resmi engeller, çetin ekonomik şartların ve katı kapitalist ahlakın değişmez yasaları, buna karşılık, derinlerde, kuytularda bir yerlerde sevgi, dayanışma dostluk ve iyilikle atan insan yüreği! İnsandan yana umudunu kesmeyen film, ‘asla yok olmayacak bu umut’ diye de haykırıyor.
Küçük, sıradan, önemsiz gözüken insanın, halkın, ihtiyacı olana uzattığı yardım eli. Karşılıksız iyilik, vicdan ve tek bir dünyada yaşadığımız gerçeği. Aki’nin başucu oyuncuları yine yanında. Sakari Kuosmanen, Kati Outinen gibi Finli ustalara, başka bir coğrafyadan Sherwan Haji, başarıyla eşlik ediyor. Usta görüntü yönetmeni Timo Salminen, Aki’nin sevgi dolu, tiyatral dekor evrenini titizlikle kurmuş genel sanat yönetimi ve yönetmenin tanıdık müzikli format anlatısı, yine bizi bizden alıp götürüyor. İnsani bir sorumluluk olduğu bilinip, kaçırılmamalı! (4 / 5)
SABAH YILDIZI: SABAHATTİN ALİ
-Emek yoğun belgesel-
Metin Avdaç imzalı belgesel, edebiyatımızın en önemli isimlerinden Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsünü taşıyor perdeye. 2012 tarihli yapım, sanatçının yüz onuncu doğum yılı sebebiyle ikinci kez vizyon görüyor.
Edebi kişiliğini, öğretmen kimliği ve toplumcu-gerçekçi çizgiden taviz vermeyen sanatçı sorumluluğuyla yoğuran Sabahattin Ali, (1907-1948) kendinden sonraki Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ve çağdaş edebiyatın en önemli esin kaynaklarından biri olmuştur. ‘Kuyucaklı Yusuf’, ‘Kürk Mantolu Madonna’ romanlarının, onlarca öykü ve şiirin yaratıcısı, usta kalem, 1948’de Kırklareli’nde faili meçhul bir cinayete kurban giderek aramızdan ayrılmıştı. Kalemini, halkın dilinden kullanan Ali’yi, kızı Filiz Ali, sanatçı, politikacı, bilim adamı olsun, döneme imza atmış, bugün çoğu aramızda olmayan yakın dostları, yaşamına o veya bu nedenle tanık olmuş şahıslar ve ondan esin almış günümüz sanatçıları anlatıyorlar. Bir de belgeler ve bulgular tabii. Bulgaristan, Almanya ve Türkiye’de çekilmiş emek yoğun belgeselin kurgusu Thomas Balkenhol imzası taşıyor.
Sabahattin Ali’nin doğumu, gençliği, sürdüğü zorlu hayat, siyasi görüşü, hapishane yılları, idealleri, hümanist yanı ve başyazarı olduğu efsanevi siyasi mizah gazetesi Marko Paşa günleri de yer alıyor belgeselde. Daha güzel bir dünyada yaşamak özlemiyle, iyi bir eğitmen ve sanatçı sorumluluğunu dengeleme gayreti içinde ömrünü tüketen bir aydının elem yüklü, hüzünlü, kimi zamanda kendi zekâsı ve yaratıcı yanından güç alan mizahıyla çevrelenmiş, hayat öyküsü, titiz bir belgeselle yansıyor perdeye. İkinci kez kaçırmayın diye! (4 / 5)
MURAT ERŞAHİN