Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

10 ARALIK 2021

09 Aralık 2021 Perşembe 21:26
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!  
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık! 
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Skammen / Utanç
(Yönetmen: Ingmar Bergman / 1968)

Hudutların Kanunu
(Yönetmen: Ömer Lütfi Akad / 1966)

Charulata
(Yönetmen: Satyajit Ray / 1964)

I Vitelloni / Aylaklar
(Yönetmen: Federico Fellini / 1953) 

Koroshi no rakuin / Öldürme Arzusu
(Yönetmen: Seijun Suzuki / 1967)

 


Vizyonda bu hafta (10 Aralık 2021)

Beşi yerli yapım olmak üzere, on bir yeni film merhaba diyor ‘kalabalık’ yeni haftada!


BATI YAKASI’NIN HİKÂYESİ

-Klasik müzikale yeni dokunuş!-

On Oscar ödüllü 1961 tarihli klasik müzikal, yeni nesil için Spielberg dokunuşuyla yeniden beyazperdede! Usta yönetmen Robert Wise ve ünlü koreograf Jerome Robbins’in yönettikleri 1961 tarihli ünlü filmin öyküsü, Shakespeare’in her daim tazeliğini ve geçerliliğini koruyan ölümsüz eserlerinden ‘Romeo ve Juliet’e dayanıyordu. Arthur Laurents’in ‘Shakespeare’i New York’ta geçen bir sokak öyküsüne adapte ettiği kitabı/oyunundan Ernest Lehman ve Jerome Robbins tarafından uyarlanmış, müzikleri de Leonard Bernstein bestelemişti. Artık aramızda olmayan ünlü aktris Natalie Wood’un yanı sıra, Richard Beymer, Russ Tamblyn, George Chakiris ve Rita Moreno başlıca rolleri üstlenmişler, film bütün dünyada gişe rekorları kırarak sinema tarihinin en önemli müzikallerinden biri olmuştu.
Usta sinemacı Steven Spielberg, yeni nesil için sihirli bir dokunuşla yeniden ete kemiğe dönüştürmüş efsane filmi… Irkçılık başta olmak üzere hemen bütün ayrımcılıklara karşı duran, kafa tutan yapısıyla, sosyal mesajlara önem veren, dinamik ve güçlü bir yeniden çevirim yansımış perdeye. Yine Arthur Laurents’in sahne için yazdığı, Broadway’i 1957 yılında kasıp kavuran aynı adlı müzikalden  Tony Kushner tarafından uyarlanmış yapımın görüntü yönetmenliğini, kamera büyücüsü Janusz Kaminki üstlenmiş. Ansel Elgort, Rachel Zegler, Ariane DeBose, David Alvarez ve Mike Faist, orijinal filmin ‘mit’ halini almış oyuncu kadrosunu, günümüzde devralan isimler olmuşlar. Yapım tasarımı ve sanat yönetimi başta olmak üzere koreografileri oluşturan ve destek veren teknik kadro gerçek anlamda birinci sınıf bir iş çıkarmışlar ortaya. Orijinal filmde ‘Anita’ rolünde izlediğimiz Rita Moreno, yıllar sonra bu kez yaşlı ‘Valentina’ rolünde, üstelik filmin yürütücü yapımcılarından biri olarak efsane öyküye geri dönmüş.
Kentsel dönüşüm ve her türlü ayrımcılık ana temalarıyla donanmış, New York sokaklarını fon alan yapım, iki farklı etnik kökenden gelen iki ezeli düşman çetenin birbiriyle rekabetinin yanı sıra bu iki çeteye mensup genç çiftin imkânsız aşkı üzerine… Beyaz Amerikan gençlerinin oluşturdukları ‘Jets’ ve Porto-Riko kökenli gençlerin ‘Sharks’ çeteleri arasındaki büyük husumet!  Meydan okumalar, kavgalar, dövüşler arasında aniden filizlenen bir aşk öyküsü… Tony ve Maria’nın sahici aşkı etrafında Riff, Bernardo, Anita ve Chino… Kentsel dönüşümden fazlasıyla nasibini almış New York sokaklarında geçen bir Romeo-Juliet masalı… Müzikalin efsane şarkıları ‘Maria’, ‘Something’s Coming’, ‘Jet Song’, ‘America’, ‘One Hand, One Heart’, ‘Tonight’, ‘The Rumble’, ‘Somewhere’ ve daha niceleri… 
Babası Arnold Spielberg’e adamış filmini Steven Spielberg! Dinamik, şık, toplumsal-politik altyapısıyla günümüz gençlerine, her türlü ayrımcılığın ne denli tahrip edici olduğunu yeniden anımsatan ‘sıkı’ yeniden çevirim, yılın önemli filmlerinden biri kuşkusuz. Sadece ilk filmin günümüzde mit halini almış ‘genç’ kadrosuyla bu filmin genç isimlerini kıyasladığımızda filmin sönük kaldığı tek noktaya varıyoruz. Natalie Wood’un karakterini canlandırırken perdede ilk rolünü üstlenen Rachel Zegler ve diğer yeni isimler ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, 1960’ların efsane isimlerini özletiyorlar bir şekilde… Yeni kadronun en dikkat çeken isminin Anita rolünde ‘döktüren’ Ariana DeBose olduğunu yekten belirtmek gerek… Yeni nesil ve ‘West Side Story’yi sinemada izlemiş şanslı kuşak için yeni ve heyecan dolu bir deneyim kuşkusuz. Kaçırmayınız! (4,5 /5) 


 DAYI: BİR ADAMIN HİKÂYESİ

-Hakiki bir ‘dayı’!-

Adalet duygusu gelişmiş, merhametli, cesaretli, iyi yürekli, ‘gönül adamı’ kabadayı Cevahir’in hikâyesi… Gerçek olaylardan perdeye uyarlandığı belirtilen öykü, filmin yönetmeni ve senaryo ortağı Uğur Bayraktar ile başrolü üstlenen Ufuk Bayraktar’ın babalarının hayatından esin almış. 
Haylaz bir genç olan Cevahir, ailesi tarafından; yaşadıkları kasabadan büyük kente, İstanbul’a, Seyfi ağabeylerinin yanına gönderilir. Yeraltı dünyasının hatırı sayılır isimlerinden Seyfi’nin güvenini kazanan gözü pek Cevahir, kısa sürede dostluğu ve aşkı tadacak, mazlumun ve doğru olanın yanında yer alıp, kabadayılık dünyasının raconuna uygun biçimde mücadelesini verecektir…
Bayraktar kardeşlerden ağabey Uğur Bayraktar’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve senaryosunu Serkan Öztürk ile beraber kaleme aldıkları macera-dram’ın başrolünde Ufuk Bayraktar’ı izliyoruz… Gizem Karaca, Ahmet Varlı, Turgut Tunçalp, Ümit Çırak ve Beste Bereket, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. ‘Kaç kapıdan geçer insan ömrü boyunca. Ardında dert, önünde umut ve güzellik vardır. Her güzel şey içinde mutlak bir sevda taşır!’ diyor film ve haşarı bir çocukluğun ardından, ‘kaç yaşına geldi bir baltaya sap olamadı’ denerek, Trabzon’dan Hatay’ın bir ilçesine göç eden ailenin oğlu olan Cevahir, İstanbul’da buluyor kendini. ‘Benim oğlum asi uşaktır, haksızlığa gelemez’ diyen annesinin yüzünü kara çıkartmıyor genç adam. Haksızlığa gelemediği gibi haksızlık edenlerin korkup, çekindiği bir kabadayıya dönüşüyor. Kavga, dostluk, aşk, hayatta kalmak ve kuralına göre mücadele etmek… Kural derken, adaletten ayrılmadan, mazlumun hakkını yerde bırakmadan, garibanın ahını almadan, onur, erdem, kardeşlik, dostluk ve sevdaya yakışırcasına…
Perdede birçok örneğini izlediğimiz tür filmi; içerdiği ‘duyguyu’ perdeden, koltuğa; izleyiciye nakletmeyi başarıyor. Dürüst, samimi, naif bir yapısı var öykünün. Bu çok önemli… Eksilere bakarsak; senaryo bir miktar baştan savma. Bütünlük yok. Toplayalım derken, dağılan cinsten… İlk filmden kaynaklanan bir takım ‘tartım’ ve ton sorunu da yaşıyor film fakat yine ‘içtenlik’ ağır basıyor. Türksoy Gölebeyi’nin kamerası artı değer katıyor yapıma. Ufuk Bayraktar, gayet başarılı. Ahmet Varlı ve Gizem Karaca da öyle! Bu üçlü ilginç bir sinerji yaratmışlar... Yıldıray Gürgen imzalı orijinal müzik ve Koray Çatal’ın seslendirdiği o yürek yakan Aşık Daimi türküsü: ‘Ne ağlarsın benim zülfü siyahım’… Yüreğe işleyen ses, ‘Bu da gelir bu da geçer ağlama’ derken memleket halleri, çaresizlik, ahde vefa, vicdan, fedakârlık, yürek ve insanlık halleri düşüyor perdeye bir suç dramından… 
Sınırları belli, bazı sahneleri gayet iyi kotarılmış olmasına rağmen, senaryo probleminden, ilk film hatalarından, savrulmalardan, düşmelerden ve denge sorunundan kaynaklı bir takım ‘ciddi’ eksilere sahip fakat bütün bunların yanında olanca içtenliği ve öyküsünden bünyesine sinmiş ‘harbi dürüstlükle’ ayakları üzerinde durmayı beceren bir ilk film, ‘düzgün’ bir ana akım örneği oluveriyor ‘Dayı: Bir Adamın Hikâyesi’. Dertlerin büyüttüğü insanların öyküsü… İki buçuktan üç! (3 / 5)


Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine gelirsek…

Ünlü K-Pop grubu Monsta X üyelerinin özel röportajlarından, konser görüntülerinden ve ABD’de geçen dönemlerinden kolajlar içeren Güney Kore yapımı belgesel müzikal ‘Monsta X: The Dreaming’, 9 Aralık Perşembe günü vizyona merhaba diyor!
24 Aralık’ta vizyon görecek olan yeni Matrix halkası ‘The Matrix Resurrections’ hatırına iki hafta öncesinden orijinal filmi anımsamamız için 1999 tarihli ‘The Matrix’ karşımızda! Lana ve Lilly Wachowski’nin bilimkurgu aksiyonlarını perdede deneyimlemek isteyen genç nesil için kaçırılmaz bir fırsat!
Philipp Stölzl imzalı Almanya-Avusturya ortak yapımı ‘Schachnovelle / Satranç’, usta yazar Stefan Zweig’ın aynı adlı ünlü romanından uyarlanmış perdeye. 2. Dünya Savaşı’nın başlarında geçen gerilimi yüksek dram, Nazilerden gördüğü psikolojik işkenceye dayanmak adına satranç oyununa sığınan bir noterin öyküsü.
‘Petrovy v grippe / Petrov Grip Oldu’, ‘Leto / Yaz filmiyle bizi bizden alan yaman Rus sinemacı Kirill Serebrennikov imzası taşıyor. Alexey Salnikov’un romanından uyarlanan dram, Rusya’yı saran bir grip salgınında geçiyor. 
‘The Owners / Evdekiler’, İngiltere-Fransa-ABD ortak yapımı, mizahi yanları olan bir korku gerilim. Julius Berg’in yönettiği, başlıca rollerini Maisie Williams, Sylvester McCoy, Rita Tushingham ve Jake Curran’ın üstlendikleri yapım, yaşadıkları kasabada yaşlı ve zengin bir çiftin evini soymaya kalkan bir grup arkadaşın, çiftin göründükleri kadar savunmasız olmadıklarını fark etmeleriyle gelişen olayları konu alıyor.
Bilal Kalyoncu’nun yönettiği dram türündeki yerli yapım ‘Bayram Şekeri’ nin başlıca rollerini Öykü German ve Ulaş İnan Torun üstleniyorlar.
Oğuz Yalçın’ın yönettiği yerli komedi ‘Hadi Be!’, arkadaşları Nizo ve Mıstık yüzünden kendisini olmadık işlerin içinde bulan Tevfik’in hikâyesi. Burçin Bildik, Ferdi Sancar ve Orhan Uslu, oyuncu kadrosunda öne çıkan isimler.
Cengiz Kaplan’ın yazıp yönettiği ve gençlik-korku türünde olduğu belirtilen yerli film ‘Azamet’, üniversiteden mezun olduktan sonra köyüne dönen Kübra’nın, kardeşi Büşra’nın hayatına yeniden müdahil olmasıyla gelişen olayları konu alıyor.
Onur Aldoğan imzası taşıyan ‘Lain’, haftanın bir diğer yerli korku örneği. Travmatik geçmişiyle yüzleşmek için doğup büyüdüğü köye eşi Ece ile birlikte geri dönen Can’ın hikâyesinde başlıca rolleri Yalın Cengiz ve Funda Dönmez üstleniyorlar. 

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanı elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.

 

TARİHTE BU HAFTA

On bir yıl önceye, 2010 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (10 Aralık 2010)

Bu hafta vizyon gören iki film de notlarımız arasında. Fransız filmi ‘Anthony Zimmer’in Hollywood versiyonu ‘Turist’te iki büyük yıldızı izleyeceğiz. Angelina Jolie ve Johnny Depp. Özellikle çocuklara seslenen fantastik edebiyat eseri ‘Narnia Günlükleri’nin beyazperdedeki üçüncü macerası ise üç boyutlu… Herkese iyi seyirler!

TURİST
Jérôme Salle’nin yazıp yönettiği 2005 yapımı Fransız filmi ‘Anthony Zimmer’, ince nüanslar içeren, zeki bir romantik polisiye örneğiydi. Başrollerini Sophie Marceau ve Yvan Attal’ın üstlendikleri film, bazı meslektaşlarım tarafından da çok sevilmişti üstelik. Hollywood, bu kez elini ‘Anthony Zimmer’e atmış ve yeniden çevrimin yetkisini, Alman yönetmen Floran Henckel von Donnersmarck’a vermiş. Oxford Üniversitesi’nde felsefe okumuş, 2006’da yazıp yönettiği ‘Başkalarının Hayatı / The Lives of Others’ ile gönlümüzde taht kurup aniden ‘üstat’ mertebesine yükselmiş bir sinemacı için şaşırtıcı bir iş ‘Turist’. İşin olmamışlığı ve kötülüğü şaşırtıyor insanı. Hoş, Avrupa’yı, ülkesini terk edip, Hollywood stüdyolarının görkemli kapısından içeri giren pek çoklarına olduğu gibi yenidünyanın havası Donnersmarck’a da iyi gelmemiş. İzlediğimiz yeniden çevirim gerçekten çok kötü. Büyüsünü tamamen iki yıldız başrol oyuncusu Angelina Jolie ve Johnny Depp’in sırtına yükleyen film, yavan mı yavan, sıkıcı mı sıkıcı… Orijinal filmden herhangi bir hoşluk perdeye yansımamış. Jolie ve Depp’in oturmayan, birbirini tamamlamayan kimyaları, filmi daha da soğuk ve sevimsiz kılıyor. Olmayan romantizm, komik durumlara düşüyor. Bütün hoşluk ve albeni, tekdüze bir tekrara ve soğuk bir pelikül karesine dönüşüyor. Yetenekli İngiliz aktör Paul Bettany, filmin en çok çırpınan ismi. Usta görüntü yönetmeni John Seale de elinden geleni yapmış. Ama öykü ve atmosfer, insanı filme fon olan güzelim Venedik’ten bile soğutuyor. Yazık olmuş denebilecek bir deneyim. Alman yönetmen içinse görkemli bir düşüş.

NARNİA GÜNLÜKLERİ: ŞAFAK YILDIZI’NIN YOLCULUĞU
1898-1963 yılları arasında yaşamış C.S.Lewis’in 1950’lerde yayınlanmış ve 29 farklı dile çevrilip, dünyadaki satış rakamı 100 milyonu aşmış 7 kitaplık klasik eseri ‘The Chronicles of Narnia / Narnia Günlükleri’ üçüncü filmle sürdürüyor beyazperde macerasını. ‘Yüzüklerin Efendisi’ ve ‘Harry Potter’ serilerine ilham kaynağı olan ünlü eser, yalnızca çocuklar için değil, fikrimce yetişkinler için de cazip ve leziz bir edebiyat klasiği. İlk filmde, İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık günlerinde aileleri dağılan ve zor günler geçiren Pevensie kardeşler, gönderildikleri uzak akrabaları olan yaşlı profesörün evinde keşfettikleri bir elbise dolabı-gardrop sayesinde yeni ve masalsı bir dünyaya adım atıyorlar ve Narnia ülkesinde iyilik ile kötülüğün amansız savaşının tam ortasında insana ve hayata ait değerleri keşfediyorlardı. Kardeşlik, dostluk ve birliktelik üzerine, cesur bir masaldı izlediğimiz. Kötü, karanlık bir dünyada, savaşlar ve haksızlıklar içinde bile olsak, umudun hiçbir zaman kaybedilmemesi ve iyiliğin her zaman kötülüğü yenebileceği üzerine bir öyküydü Narnia Günlükleri. Filmi, sevimli animasyon ‘Shrek’in yaratıcısı Andrew Adamson yönetmişti. Serinin ikinci bölümünde Pevensie kardeşlerin dünya zamanıyla aynı, Narnia ülkesi zamanıyla 1300 yıl sonraki maceraları, ilk filme oranla daha karanlık bir öyküyü perdeye taşıyordu. Göz kamaştırıcı, görkemli yapım tasarımıyla ilk filmden daha geniş bir kitleye seslenmeye çalışan yapım bunu kısmen başarıyor ama yine de orijinal filmin büyüsü, duygusu ve naifliği serinin ikinci bölümünde kendini göstermiyordu. Bu kez karşımızda üçüncü halka var: Şafak Yıldızı’nın Yolculuğu… Aynı zamanda serinin ilk üç boyutlu filmi olan yapımda yönetmen koltuğu, usta bir isme Michael Apted’a emanet edilmiş. ‘Madencinin Kızı’, ‘Sisteki Goriller’, ‘Nell’, ‘Gorky Park’ ve James Bond serisinin Pierce Brosnan’lı halkalarından ‘Dünya Yetmez’ filmleriyle tanınan usta İngiliz, gerçekten seriye büyülü bir dokunuşla farklı bir dinamizm kazandırmış. Perdede duran film, serinin ilk iki bölümünü izlemiş olmayı gerektirmiyor. Son derece keyifli bir avantür var karşımızda. İngiliz kökenli öykü, bütün dünyadaki çocuklara seslenecek denli evrensel ele alınmış. Pevensie kardeşlerden Lucy ve Edmond, sevimsiz kuzenleri Eustace ile birlikte kendilerini yeniden büyülü Narnia evreninde buluyorlar. Kahramanlarımız, Prens Kaspiyan ve gemisi Şafak Yıldızı ile birlikte Gümüş Denizi’nin ötesindeki adalara doğru nefes kesici bir yolculuğa çıkıyorlar. İkinci bölümün yavanlığını tamamen unutturan üç boyutlu yeni film, Narnia’nın beyazperdedeki yeni maceralarını nasıl etkileyecek; hep birlikte göreceğiz.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar