1 OCAK 2010
YAHŞİ BATI
Cem Yılmaz bu kez vahşi batıda… ´Yahşi´ durumda değil ama! Film başlamadan önce, Cem Yılmaz şaka yollu, eleştirmen yorumlarında ´çıta´, ´çığır´ ve ´sıcacık´ kelimelerini görmek istemediğini söyledi. Ama söylemek zorundayım; ´´Hokkabaz´´dan sonra ´çıta´ düşmüş. ´Çığır´ meselesi güdülmemiş... Salon dahil herhangi bir ´sıcaklıktan´ ise bahsedemeyiz :)
Belden aşağı ve sıradan esprilerin çokluğu göze batıyordu ´´Yahşi Batı´´da ve gişe kaygısı, Yılmaz´ın alışkın olduğumuz kıvrak zekâsının, gözlem ve yaratıcılığının üstüne çıkıyordu maalesef. Güldük mü, güldük. Ama gülmek var, ´gülmek´ var… Cem Yılmaz, ´´Hokkabaz´´da yakaladığı ´sinema duygusunu´, geçer akçe ´popülist bayağılık´a kurban etmiş. Bir Faust durumu var ortada. Oysaki imkânlar var elde. Oyuncular var, yapım tasarımı çözülmüş. Öyküye bakıyor iş, daha parlak bir senaryoya; kafadaki ´cin´e, yürekteki çocuksu isteğe… Son tahlilde, yahşi batıya ayak basan Osmanlılara uygun olarak; iki ileri bir geri adım atılmış ve popüler sinema adına parlak olmayan, kurnaz bir yapım kalmış geriye...
AŞKIM
Gerçek üstatlardan Stephen Frears, başarılı ve zarif bir dönem filmine imza atmış yine. Aşka, delicesine bir tutkuya dönüşen ´baştan çıkarma oyunu´nun kuralları… On dokuzuncu yüzyıl sona ererken, yaşı ilerlemiş ama güzelliği kalakalmış bir ´sosyete emekçisi´ ile hayattan zevk almayan gencecik bir oğlanın aşk öyküsü. Fonda, güzellik çağı, aristokrasi ve acımasız değer yargıları. Başka bir yerlere, başka bir şeye, başka bir çağa evrilen günler, kurallar, insanlar… Gerçekten ´özel´ derslerin olgunlaştırdığı, büyüttüğü, nihayetinde acıyı tattırıp erkek kıldığı genç adamla, ona tutkunun ne olduğunu gösteren ´başka bir dönemin´ güzel kadınının öyküleri insanca işlenmiş… Frears´ın usta analizi, zarafet dolu yapım tasarımına aynı incelikle eşlik eden ustalar Darius Khondji ve Alexander Desplat´ın katkılarıyla artı değer kazanmış. Bu arada narin bir biblo yapısındaki bu edebiyat uyarlamasının yazarına, ´Colette´ olarak tanınan Sidonie Gabrielle Colette´ye (1873-1954) de değinmek gerek. Vincente Minnelli imzalı klasik ´´Gigi´´nin de yazarı olan Colette´nin, en çok kedileri, erkekleri ve trapezi seven bu renkli kadının 1920´de yayımlanmış ´özel´ romanını beyazperdeye uyarlayan isimse Frears´ın kadim dostu ve kalemi, ´´Dangerous Liaisons / Tehlikeli İlişkiler´´in Oscarlı senaristi Christopher Hampton. ´Lea´ rolüyle yürek burkan ama geç yaşına rağmen halen ´iç gıcıklatan´ Michelle Pfeiffer, canlandırdığı karakteri unutulmaz kılıyor. Victoria dönemi yüzüyle beyazperdeye çok yakışan İngiliz aktör Rupert Friend, her rolün oyuncusu Kathy Bates ve taptaze güzel Felicity Jones, filmin diğer artıları. Değer yargılarına, sınıfsal durumlara, geleneğe ve acımasız zamana yönelik eleştirileriyle, aşk, şehvet ve tutkunun saf halini başarıyla birleştirmiş, batıdan gelen bir ´eğreti gelin´ öyküsü var karşımızda.
ADALET PEŞİNDE
Adalet sistemi içinde sıklıkla yer değiştiren doğru ve yanlış; iyi ve kötü kavramları. Sadece prosedür ve anlaşmalarla alınan kararlar sonucu önemsizleşen insan hayatı ve düzen. Sistemin devamı için uygulanan haksız kurallar… Canı yanmış bir adam ve onun davasına bakan bir savcı. ´´The Negotiator´´, ´´A Man Apart´´, ´´The Italian Job´´ ve ´´Be Cool´´ ile tanıdığımız F. Gary Gray´in yönettiği aksiyon katkılı suç dramının oyuncuları ise iki yıldız isim: Jamie Foxx ile Gerard Butler. Mevcut yasaların yetersiz ve etkisiz kaldığı yerde ´kanuni yetkisi olmadan, adaleti kendine göre sağlamak´ anlamı taşıyan bir ´Vigilante´ öyküsü izlediğimiz. Michael Winner filmi ´´Death Wish / Öldürme Arzusu´´nun açtığı güvenli yolda, ´´Death Sentence / Ölüm Emri´´ ve ´´The Brave One / İçindeki Yabancı´´yla eşgüdüm ilerleyen ama başka şeyler de söylemeye çalışıp, son virajda kıvıran bir film olmuş ´´Adalet Peşinde´´. Üstelik ´ne yaptığını bilerek´ başlayan öyküde göze çarpan bir dolu boşluk, bir süre sonra bünyeyi zehirliyor. Karakterlerin kimlikleri, ´değişimleri´ inandırıcılığını yitirirken sorulan cesur sorular ve sergilenen hareketler, sistematik bir ´u dönüşüne´ uğruyor. Eksik kalan, yerine oturmayan parçalar, bütünden kopmanızı ve sonuçta bilmem kaçıncı kez ´tanrı Amerika´yı korusun senfonisini´ dinlemenize yol açıyorlar. Bu olumsuzluklara rağmen, tempolu kurgusu ve oyuncuların eforlarıyla, kendini ciddiye aldırmayan ama ´rahatlıkla izlettiren´ bir film oluyor ´´Adalet Peşinde´´
SOUL KITCHEN
Fatih Akın ve yakın arkadaşları eğlenmişler. Popüler sinemanın beylik formüllerine uyan, eli ayağı düzgün bir örnek ´´Soul Kitchen´´. Prömiyeri, geçtiğimiz Eylül ayında Venedik Film Festivali´nde gerçekleşen, ´Altın Aslan´ için yarışıp, ´Jüri Özel Ödülü´nü kazanan yapım, Akın ve arkadaşlarının büyüyüp, şekillendikleri Hamburg´a bir saygı duruşu niteliği de taşıyor. Bir restoran, birlikte olmak değil, birlikte kalmanın önemine inanan ´sıkı´ dostlar, aşk, varoluş sıkıntıları, kimlikler her geçen gün değişime uğrayan bir şehrin koşuşturması içinde öykülenmiş. Birbirinden farklı kültürler, eksantrik ve optimist bir komedide buluşmuşlar. Fatih´in tayfası; Adam Bousdoukos, Moritz Bleibtreu, Birol Ünel, Anna Bederke, Pheline Roggan ve sürpriz eleman ´kemik kıran çıkıkçı Kemal´, rengarenk karakterler olmuşlar. Entelektüel olmak için çaba harcamayan, kasılmayan, yakın dostların her gece düzenlediği bir parti tadında yol alan, eğlenceli ve keyifli bir iş ´mutfak´tan çıkan. Hayatın ha bire dayattığı kurallar, zorluklar, aksilikler, problemler, genelde terso oluşlar karşısında birlik olmak, güçlü kalmak, sevgiyi, aşkı ve dostluğu ihmal etmemek gerektiğini hatırlatan, bunu da, içten gelen bir gülümsemeyle kotaran film, içine aşk ve afrodizyak katılan bir tatlı tadı bırakıyor damakta. Neticede, ´hayatın karşımıza çıkardığı tesadüflere hassas olabildiğimiz kadar mutluyuz´ diyor Fatih Akın. Bu arada şu ekibin simultane gelişen çılgın partilerine katılmadan gerçek mutluluktan söz etmek belki de biraz abes!
MURAT ERŞAHİN