Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

09 NİSAN 2021

08 Nisan 2021 Perşembe 18:03
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yaklaşık beş ay önce yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının yılsonuna dek kapalı olacağı açıklandı. Umuyoruz sağlıkla açılır perdeler en kısa sürede. Şimdi kendimizi ve sevdiklerimizi pandemiden korumak, umutla beklemek zamanı.
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Tam bir yıl geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle olacak/oluyor! Yani ‘tarihte bu haftaya’ bakacağız! Bu hafta yine eskiye, 9 Nisan 2010’a dönüyoruz ve tam tamına on bir yıl önce bugün vizyona ne girmiş, tekrar anımsıyoruz…
Sinema salonlarına bir an evvel ‘temelli ve sağlıklı biçimde’ dönmeyi ümit ederek, koronavirüse karşı önlemlerinizi aksatmamaya ve içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmamaya devam edin. Herkese iyi seyirler, sağlıklı günler!
Vizyon madem halen filmsiz, evlerdeyiz; her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önermek isterim sizlere… ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ öneriyor!

ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Little Big Man / Küçük Dev Adam
(Yönetmen: Arthur Penn / 1970)

Butch Cassidy and the Sundance Kid / Sonsuz Ölüm
(Yönetmen: George Roy Hill / 1969)

L'année dernière à Marienbad / Geçen Yıl Marienbad’da
(Yönetmen: Alain Resnais / 1961)

Les vacances de Monsieur Hulot / Mösyö Hulot’nun Tatili
(Yönetmen: Jacques Tati / 1953)

Le locataire / Kiracı
(Yönetmen: Roman Polanski / 1976)


Güncel öneriler

Filmler:

The Nest / Yuva
(Yönetmen: Sean Durkin)

Hırslı girişimci Rory, ailesini kendi anavatanı İngiltere’ye taşınmaya ikna eder. Kısa süre sonra bu yeni başlangıç, evliliklerinin altında yatan sırları açığa çıkaracaktır. Yıldız aktör Jude Law’a, ‘Gone Girl’ ve ‘The Sinner’dan tanıdığınız başarılı aktris Carrie Coon’un eşlik ettiği romantik dramın yönetmeni, senaryoyu da kaleme alan Sean Durkin.

Madam Claude
(Yönetmen: Sylvie Verheyde)

1960’ların Paris’inde Madam Claude’un nüfuzu, seks sektörünün ötesine geçmiştir. Fakat tanıştığı zengin ve genç bir kadın, hayatındaki her şeyi değiştirmek üzeredir. Karole Rocher, Garance Marillier ve Roschdy Zem, Fransız yapımı biyografik suç öyküsünün oyuncuları.

Tout Simplement Noir / Tek Kelimeyle Siyahi
(Yönetmen: John Wax, Jean-Pascal Zadi)

Yönetmen, senarist ve başrol oyuncusu Jean-Pascal Zadi, bir yandan yürüyüş düzenlerken, diğer yandan da ırk ayrımcılığını ve kendi siyahi Fransız kimliğini taşlamalı bir bakış açısıyla ele alıyor. Hoş bir komedi!

Ma
(Yönetmen: Tate Taylor)

Bir veteriner kliniğinde çalışan Sue Ann, yalnız ve tuhaf biridir. Kasabaya annesi ile birlikte taşınan Maggie ve yeni tanıştığı arkadaş grubuna, evinin bodrumunda içki içip takılmayı teklif eder. Gençler, önceleri bu garip teklifi cazip bulup iyi vakit geçirirler fakat orta yaşı süren gizemli kadının, kendi trajik geçmişinin intikamını almak için yaptığı planlardan haberleri yoktur! Aktör kökenli yönetmen Tate Taylor imzalı korku-gerilimin başrolünü, yine Taylor’un ‘The Help / Duyguların Rengi’ndeki performansıyla ‘en iyi yardımcı kadın oyuncu’ Oscar’ını elde eden usta aktris Octavia Spencer üstleniyor.

Kapı
(Yönetmen: Nihat Durak)

Yakup ve ailesi, yıllar önce Mardin’den Berlin’e göç etmiştir. Bir gün çalan telefon Yakup’un yıllar önce öldürülen oğlu ile ilgilidir. Yakup ve eşi Şemsa kimlik tespiti için Mardin’e çağrılırlar. Yakup, eski evine gidince, oğlu ile beraber yaptıkları kapının yerinde olmadığını görür. Tek isteği oğlunun yadigârı olan kapıyı bulup geri almaktır. Başrolü üstlenen Kadir İnanır’a, Vahide Perçin ve Timur Acar eşlik ediyorlar.


Diziler:

The Nevers
(Yönetmen: Joss Whedon)

1896, Londra. Doğaüstü bir olay sonucu çoğu kadınlardan oluşan bir grup insan özel yeteneklere sahip olur. Ancak bu yeni alt sınıfa dahil olan herkes tehlike altındadır. Josh Whedon imzalı fantastik aksiyonun kadrosunda Olivia Williams, Ben Chaplin ve Nick Frost yer alıyorlar.

The Serpent
(Yönetmen: Tom Shankland)

Acımasız katil Charles Sobhraj, 1970’lerde Güneydoğu Asya’da ‘Hippi Yolu’nu keşfe çıkan gezginleri kendine av olarak seçer. Sarsıcı olaylardan uyarlanana İngiltere yapımı suç geriliminin başrolünde Tahar Rahim’i izliyoruz. Karanlık tarafta salınan, sürükleyici bir mini dizi.

The Irregulars
(Yönetmen: Tom Bidwell)

Viktorya dönemi Londra’sında yaşayan sıra dışı bir grup genç, Dr. Watson ve karanlık iş ortağı Sherlock Holmes için birtakım doğaüstü suçları çözmeye çalışır. İngiltere’den çıkagelen popüler bir fantastik suç dramı!

Good Girls
(Yönetmen: Jenna Bans)

Banliyöde yaşayan üç anne, mali yıkımdan kurtulmak ve bağımsızlık kazanmak için birlikte yerel bir marketi soymak adına harekete geçerler. Suç komedisinde Christina Hendricks, Retta ve Mae Whitman başrolleri üstleniyorlar!

Salvation
(Yönetmen: Elizabeth Kruger, Craig Shapiro, Matt JL Wheeler)

MIT’den bir lisansüstü öğrencisi ve bir teknoloji milyarderi iş birliği yaparak bir ‘asteroit’in Dünyaya çarpmasını önlemeye çalışırlar. Bilimkurguyla gerilimi harmanlamış sıkı bir 26 bölüm!


Vizyonda bu hafta (9 Nisan 2010)

Haftanın film sayısı dokuz. 29. İstanbul Film Festivali’nin sürdüğü haftanın haklı, yorgun ve tatlı koşuşturmasında sizler için yorumlayabildiğim filmler aşağıda… Herkese iyi seyirler! Festivale ise seyirci kalmayın; izleyici olun…

BAL
Semih Kaplanoğlu’nun ‘Yusuf Üçlemesi’, ‘Bal’la sona eriyor. ‘Yumurta’ ve ‘Süt’ün ardından gelen ‘Bal’la, Yusuf’un çocukluğuna dönüyoruz. Berlin’den ‘Altın Ayı’ ödülüyle dönüp, büyük bir başarıya imza atan ‘Bal’, ‘biçim olarak’ üst düzey bir sinema örneği. Üçlemenin en az diyaloga sahip, en içsel halkası belki de… Baba-oğul arasındaki ilişkinin filmi ‘Bal’. Büyük bir sessizliğin, doğa ile insan arasındaki dingin dengenin, ayrı ve özel bir gücün himayesinin, yerleşik değerlerin, kuralların ve insanın içinde debelendiği sistemin katılığı, kesinliği üzerine bir film. Zamanın, rüyaların, sözsüz açıklamaların, anlık ifadenin yeterliliği üzerine. Küçük bir çocuğun gözüyle, insanı sarıp sarmalayan doğanın, korkunun, otoritenin, öğrenmenin, satırların, dizelerin, bilinmezin, her şeyiyle bilinenin, annenin, babanın, kırmızı kurdelelerin anlamının, saflığın, balın filmi… Filmdeki manevi boyut oldukça dikkat çekici. Babanın kaybından sonra çocuğu kucaklayan ‘Allah babanın’, kulağa fısıldanan rüyanın, gökyüzünden aşağı inen balın tadının, Karadeniz’in içsel ve tanımsız görkemi içinde yer alması, izlediğimiz öykünün, görünür olan dünyanın ötesinde ‘anlamlar’ içerdiğini hissettiriyor. Bildik dünyada yer alan bütün figürlerden başka bir gücün, zaman ve mekânın dışında var olan bir sistemin, ufak bir çocuğun dünyasına olan etkisini izliyoruz. Ölümün, sevginin, hayat kavgasının, geleceğin kesin ve kati sınırları dışında var olduğunu hissettiren ve sessizliği görkemli ağaçların rüzgârda savrulmasıyla bozan başka bir gücün varlığını duyumsuyoruz. Büyümenin, hiç bitirmediğin bir bardak dolusu sütü bir dikişte içmek olduğunu görüyoruz. Babanın yaptığını yapan, büyüyen bir çocuğun, bunu annesine kanıtlamasını izliyoruz. Rüyanın gerçekliği, yine sessiz, büyük bir sükûnet içinde kesin bir biçimde çıkıyor karşımıza… Filmin küçük başrol oyuncusu Bora Altaş’ın büyük performansı dikkat çekiyor. Enfes görüntü yönetimi ve Rimbaud şiiri de öyle… Üçleme içinde benim kişisel tercihimin halen ‘Süt’ olduğunu ise söylemek zorumdayım. ‘Bal’ın yadsınması güç sinemasına rağmen, öyküsü, yaklaşımı ve meselesi yüzünden ‘Süt’ü daha özel buluyorum kendi adıma. Aslında dinlenmesi, his dünyasında bekletilmesi zamanla geri dönülüp farklı biçimlerde özümsenmesi gereken bir üçleme duruyor Kaplanoğlu’nun filmografisinde. Kendi dünyası, bakışı, meseleleri olan ve bunları taviz vermeden, oynamadan, kıvırmadan, bildiği gibi, numarasız çeken bir yönetmen Kaplanoğlu. ‘Bal’ın iyi olduğu kesin ama seslendikleri ve beğenilirliği değişebilecek farklı bir deneyim.

BEŞ ŞEHİR
İlk uzun metrajı ‘Polis’le sevip tanıdığımız Onur Ünlü, ‘Beş Şehir’le karşımızda. 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Senaryo’ ödülünü kazanan yapım, birbirlerinden her şeyleriyle farklı, bambaşka insanların yaşam, ölüm ve aşkla örülü öykülerini yansıtıyor perdeye. Yoksunluklarla sarmaladığımız çaresiz düşlerimiz. Mecburi zavallılıklarımız. Üşüyen yerlerimiz, ölümden öte köy olmadığını bildiğimiz halde o bozulmuş, çaresiz hallerimiz. Önü arkası engellenmiş sevda sözlerimiz… İstanbul, Eskişehir ve Afyon’da geçen öyküler, gerçeküstü oluşlarla çevrelenmiş. Hayatın kendisi gibi. ‘Beş Şehir’, içerdiği hüzünle ve Ahmet Kaya’nın unutulmaz şarkısıyla takılıyor zihne, yüreğe ve dudaklara: ‘…Beni Vur, beni onlara verme, külüm al uzak yollara savur, Dağılsın dağlara dağılsın vur öykümüz ama sen ağlama dur…’ Filmin oyuncu kadrosu da gayet başarılı. Usta aktör Bülent Emin Yarar ve Tansu Biçer’e özel bir vurgu yapmak gerek ama. Bir de kediye… En önemlisi de şu: ‘varoluş, karanlık, acı yüklü ve yeteri kadar gerçeküstüdür…’

ŞARK OYUNLARI
Itso, bağımlılık tedavisi gören umutsuz bir Bulgar genci. Neo-nazi çetesine katılan kardeşi Georgi ile uzun süre önce kopmuşlar. Itso, ülkeye ziyarete gelmiş Türk kızı Işıl ile tanışınca, hayatla mücadele edecek bir enerji buluyor kendinde. Yeniden başlamak için bir fırsat belki de… Bulgar gençliğinin ve belki de bütün toplumun, umutsuzluk, bozulma, yoksulluk, yoksunluk ve ırkçılıkla çevrelenmiş portresi… Başarılı kısa filmleriyle adını duyuran Bulgar Kamen Kalev’in ilk uzun metrajı yürek yaralayan bir dram. Samimi, doğal, gerçek ve ‘siyaseten doğru’. Öykünün çıkış noktası ise filmin başrol oyuncusu Christo Christov. Çekimlerden kısa bir süre sonra hayatını kaybeden aktör son derece başarılı. Saadet Işıl Aksoy ve Hatice Aslan’ın da oyuncu kadrosunda yer aldıklarını not düşelim. Tokyo, Las Palmas, Bratislava ve Varşova film festivallerinden ödüllerle ayrılan ‘Şark Oyunları’, ne söylediğini bilen, hedefi vurmuş bir yapım. Küçük, bağırmayan ama aksine, perdede ve kalpte kocaman, güçlü bir etki yaratan iyi bir film.

MURAT ERŞAHİN

 

 

 



Diğer Yazılar