Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

05 KASIM 2021

04 Kasım 2021 Perşembe 16:23
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!  
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık! 
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

L’uccello dalle piume di cristallo / Kristal Kanatlı Kuş
(Yönetmen: Dario Argento / 1970)

Peeping Tom / Kadın Katili
(Yönetmen: Michael Powell / 1960)

Les yeux sans visage / Çehresiz Gözler
(Yönetmen: Georges Franju / 1960)

Les diaboliques / Şeytan Ruhlu İnsanlar
(Yönetmen: Henri-Georges Clouzot / 1955)

Repulsion / Tiksinti
(Yönetmen: Roman Polanski / 1965)


 

Vizyonda bu hafta (5 Kasım 2021)

Dördü yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni film merhaba diyor Kasım ayının ilk haftasına!
Haftanın izlediğim iki yenisi; ‘The Marksman / Koruyucu’ ve ‘Ich bin dein Mensch / Tam Sana Göreyim’in eleştirileri sizleri bekliyor.  Haftanın diğer filmlerini izleme şansı bulamadığımdan; diğer yenileri tanıtım notları olarak paylaşıyorum sizlerle… 


TAM SANA GÖREYİM

-Bir geleceğiniz olması için geçmişiniz olmalı (mı)-

‘Ich bin dein Mensch / Tam Sana Göreyim’, Almanya yapımı romantik bir öykü. İçeriği itibariyle bilimkurgu türüyle de akraba denilebilir. Maria Schrader’in yönettiği, mizahın, ince bir hüzünle el ele verdiği yapımda başlıca rolleri Maren Egert ve Dan Stevens üstlenmişler. ‘Toni Erdmann’dan anımsayacağınız Sandra Hüller de oyuncu kadrosunun öne çıkan bir diğer ismi. 
Araştırmalarına devam edebilmek adına bilimsel bir deneye dahil olan bilim insanı Alma’nın, deney kapsamında kendisini mutlu etmek için tasarlanan insanımsı robot ile geçirdiği üç hafta… Berlin Film Festivali’nde ‘Altın Ayı’ için yarışan film, Maren Egert ile ‘En İyi Oyuncu’ ödülünü kazanmıştı.  Antropolog Alma, deney sonucu insan mutluluğunu ilgilendiren bir rapor yazacaktır. Bu arada mutluluk ve aşk nedir? Bu hayati kavramlar üzerine düşünen, taşınan ve perdeye zorlama olmayan, kendini çok ciddiye almayan, sade, akılda kalıcı bir aşk öyküsü yansıtmayı başaran sevimli yapım, Emma Braslavsky’nin kısa öyküsünden uyarlanmış. Alman aktris Egert ve İngiliz aktör Stevens’ın kimyaları oldukça uyumlu! Egert’in ödülü, hak edilmiş! Persona’nın ‘Alma’sı / Ruh’u’, Alma’da vücut bulmuş. ‘Tom’ ise insanımsı bir robot değil; beden artı ruh olarak gerçek/hakiki bir ‘insan’ işin aslı! 
Bir geleceğiniz olması için geçmişiniz olmalı/mı diye soruyor Maria Schrader’in filmi ve cevabını veriyor… Bir yanıyla ‘Toni Erdmann’ın, ‘Ex Machina’nın, Jonze’nin ‘Her / Aşk’ının daha sıcak hali ‘Ich bin dein Mensch’! İzleyin. (3,5 / 5)


KORUYUCU

- Adam, Çocuk ve Vicdan-

1980 tarihli John Cassavetes filmi ‘Gloria’ ve 1994 tarihli Luc Besson imzalı ‘Léon / Sevginin Gücü’nün paltosundan çıkma, 2008 yapımı Clint Eastwood filmi ‘Gran Torino’ ve daha yüzlercesinin yakın akrabası olan ‘The Marksman / Koruyucu’, Arizona’da, Meksika sınırında yaşayan eskinin emekli deniz piyadesi, günün yalnızlık çeken çiftçisinin, Meksikalı bir kartelden kaçan küçük Meksikalı çocuğu kurtarma öyküsü… Orta yaşı geçmiş, köpeğiyle yaşayan, yalnız, sert adam, annesiz kalmış çaresiz çocuk ve vicdan saç ayağında; alışagelmiş formüllerle, vasati sularda yüzen bir hikâye yansıyor perdeye.
Robert Lorenz’in yönettiği filmin başrolünde tür filmlerinin alışageldik yıldızı Liam Neeson yer alıyor. Kanadalı aktris Katheryn Winnick, Kolombiyalı aktör Juan Pablo Raba ve genç oyuncu Jacob Perez, usta aktör Neeson’a rol arkadaşlığı yapıyorlar. Birçok dejavu ile süren film, türe yenilik katmasa da, içerdiği duygu ve onun doğru yansıması ile rahatlıkla izletiyor kendini. 
Adalet meselesine kendince bakan, fazla iddiayla bağırmayan ve gerçekçi bir Clint Eastwood damarıyla ilerleyen şefkatli öyküde filmin kahramanlarının; Jim ve Miguel’in otel odasında bir Eastwood klasiği olan 1968 tarihli Ted Post filmi ‘Hang 'Em High / Onları Yükseğe As’ı birlikte izledikleri sahne hoş! (2,5 / 5) 

Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine bakalım… 

‘Nomadland’ ile ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’ Oscar’ı kazanan Çin Asıllı ‘yaman’ sinemacı Chloé Zhao’nun yönettiği ‘Eternals’, bir Marvel Comics uyarlaması. Tarih boyunca insanlığı koruyup gelişiminde katkıları olan olağanüstü kadim güçlere sahip Eternal’ların hikâyesini izliyoruz. Binlerce yıla yayılan destansı hikâye, insanlığın en eski düşmanı The Devants’a karşı yeniden bir araya gelmek için gölgelerden çıkarılan bir grup ölümsüz kahramanı taşıyor perdeye. Richard Madden, Gemma Chan, Kumail Nanjiani, Lauren Ridloff, Brian Tyree Henry, Salma Hayek, Lia McHugh, Don Lee, Barry Keoghan ve Angelina Jolie, aksiyonu yüksek avantürün oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
‘Synonymes / Eş Anlamlılar’ ile Berlin’de ‘En İyi Film’ seçilerek ‘Altın Ayı’ kazanan İsrailli Nadav Lapid’in yeni filmi ‘Ha'berech / Ahed’in Dizi’, Altın Palmiye adayı olduğu Cannes Film Festivali’nden ‘Jüri Ödülü’ ile dönmüştü. İsrailli bir film yapımcısı kendini umutsuzca kaybedilmiş iki savaşın içinde bulur: biri ülkesinin özgürlüğünün ölümü, diğeri annesinin ölümü.
Özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen İspanya-Arjantin ortak yapımı animasyon, Eduardo Gondell ve Victor Monigote tarafından yönetilmiş. ‘La Gallina Turuleca / Turu ve Sirk Maceraları’ alışılanın dışında bir tavuk olduğu için dışlanan Turu’nun, eski müzik öğretmeni Isabel ile olan maceralarını öykülüyor. Turu, tuhaf görünümünden dolayı kümesin geri kalanı tarafından alay konusu haline gelen bir tavuktur. Turu’nun hayatı, Isabel’in çiftliğine gittiğinde gizli yeteneğini keşfetmesi ile bambaşka bir hal alır. Konuşabildiğini, şarkı söyleyebildiğini ve dans edebildiğini keşfeden Turu, yetenekleri sayesinde korkularını aşmaya başlar. 
Yerli yapımlara gelirsek… Barıs Sarhan’ın yazıp yönettiği ‘Cemil Şov’, çocukluğundan beri oyucu olmanın hayalini kuran bir güvenlik memurunun hikâyesi. Cemil, verdiği uğraş sonucu bir filmdeki kötü adam rolü için seçmelere gider ancak başarılı olamaz. Aynı rolü seneler önce oynamış olan aktör Turgay Göral’a ulaşmaya çalışır. Cemil’in rolü kapabilmek için çıktığı yol, Turgay Göral’in hayatıyla kendi karakterinin iç içe geçtiği karanlık bir girdaba dönüşecektir. Ozan Çelik, Nesrin Cavadzade, Alişan Yücesoy ve Cezmi Baskın, absürt ve kara dramın oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
Ahmet Kapucu’nun yönettiği komedi ‘Fazla Şaapma!, filmin başrol oyuncusu Ömür Özdemir’in kendi hayat hikâyesinden uyarlanmış. Askerliğin ardından geçirdiği işsizlik döneminden sonra iş hayatında tutunma çalışan Ömür’ün bu süreçte başından geçenler. 
Gurbet Gurur Cantürk ve Rafet Ögeday Erdoğan’ın birlikte yönettikleri ‘Cühenna Nova Prospekt’, bir cadının ruhunun hapsedildiği söylenen köyde bir çiftin kaybolmasıyla bu vakayı araştırmaya koyulan Arifhan ve Can’ın öyküsü. Korku türündeki yapımın başrol oyuncuları Can Yavuz ve Arifhan Durmuş. 

Haftanın bir diğer yerli korku örneği ise Faik Ahmet Akıncı’nın yönettiği ‘Şeytanı Ararken’.
İnternette gördükleri bir köye şeytan aramaya giden bir grup gencin hikâyesinde başlıca rolleri, Can Şallıoğlu, Metin Yüksel ve Kübra Kadı üstleniyorlar.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.

 

TARİHTE BU HAFTA

On bir yıl önceye, 2010 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (5 Kasım 2010)

Bu haftanın üç filmi de yerli yapım. Mahsun Kırmızıgül’ün yazıp yönettiği iddialı prodüksiyon ‘New York’ta Beş Minare’ ile Murat Aslan’ın yönettiği komedi ‘Pak Panter’ adlarına basın gösterimleri düzenlenmeyen filmler oldular. Basın gösterimi gerçekleşen ‘Vay Arkadaş’ ise notlarımız arasında. İyi seyirler!
Bu ‘bazı filmlere basın gösterimi düzenlenmemesi’ durumu, ciddi boyutlara ulaştığı için, mesele üzerine görüşlerimi paylaşmak istiyorum sizlerle. Sinema yazarları için önemlidir vizyon öncesi düzenlenen basın gösterimleri. Hoş, bir filme vizyona çıktıktan sonra da ulaşılabilir pek tabii. Gidip, sinemada izleriz filmi ve yorumumuzu yaparız. Bu -tercihe göre-farklı disiplinler ve yaklaşımlarla ele alınan yorum, önemi değerlendirilmek üzere tarihe kalır. Basın gösterimlerinin gayesi, eleştirmenin, filmi izleyici için önceden yorumlayıp, bir yol gösterici vazifesi görmesidir. Kamusal bir yanı vardır işin anlayacağınız. Sinema tarihine ve gündelik tarihe not düşmenin, yedinci sanata katkı sağlamak dışında, ‘vizyon takvimine’ uygun olarak bir rehberlik hizmeti yapması söz konusudur burada. Tabii ki her film hakkında iyi veya kötü yorumlar yapılacaktır. Okuduğunuz ve güvendiğiniz eleştirmene inanır, yol haritanızı ona göre şekillendirirsiniz. Ön gösterimler, bazıları tarafından bir reklam, iyi bir tanıtım vazifesi olarak görünür. Elektronik postalarla, telefonlarla, mesajlarla, kimileri tarafından defalarca hatırlatmalarla yapılır davetler. Anlaşılan o ki, bazıları tarafından da olumsuz gözle bakılan, lüzumsuz olarak nitelenen bir eylem. Şu sıralar adına ön gösterim düzenlenmeyen birçok yapım çıkıyor karşımıza. Bazıları, düzenlendikleri ‘gala’ ile yetinirlerken, bazıları belirledikleri haftada filmi direkt gösterime sokuyorlar. Bu galalar da basına uygun değil görüşündeyim. Basın gösterimleri, sinema yazarları-eleştirmenler başta olmak üzere basın mensupları için düzenlenirler; galalar ise herkes için. Bir filmi, tıkış tıkış bir salonda, gece elbiseleri, ağır makyaj ve parfüm katkılı süslü püslü elbiselerle salona gelmiş sosyete mensupları, protokol, ilgili ilgisiz popüler bir kalabalık, ekip yakınları en önemlisi de film ekibi ile birlikte izlemek zaten bir sinema yazarı-eleştirmen için doğru ve uygun değildir. Etik bir sorundur bu… Son tahlilde; buradan şu anlaşılır: filmleri için basın gösterimi düzenlemeyenler ya filmlerine hiç güvenmemekte, çıkacak eleştirilerden ürkmekte; ya da basının ne düşündüğünü umursamamaktadırlar. Hem eleştiri müessesesi nedir ki? Olmasa da olur, olsa da. Bu gayri demokrat, snop, kompleksli görüş, hem izleyicinin haber alma özgürlüğünü engellemekte, hem de yedinci sanatın birikimine eklenebilecek önemli bir tuğlanın yapıdan esirgenmesi anlamı taşımaktadır. Olası kopya sorunları ve imkânsız oluşlar haricinde bir filme basın gösterimi düzenlenmemesi, o filme karşı olan ciddiyetin bir göstergesidir her şeyden önce. Yaratıcı, yapımcı ve dağıtımcıdan kaynaklanan bu ciddiyetsizlik ise sadece onları bağlar. Sinema ve sinema yazını ciddi işlerdir. Gündelik hayatın sığlığından, korkutucu bayağılığından uzaklaşmak için başvurulan önemli bir limandır sinema. Yedinci sanatın varlığı, hâlâ ‘insan’ olarak devam etmemizin önemli nedenleri arasındadır. İlgilisine ve izleyiciye saygıyla hatırlatmak isterim.

VAY ARKADAŞ
Hollywood’un sıklıkla başvurduğu, Birleşik Krallığın ‘serseri ruhu’ Guy Ritchie’nin gayet iyi kotardığı formülün yerli örneği ‘Vay Arkadaş’… Üç sıkı dostun, Manik, Tik ve Dildo’nun sürükledikleri, Demet Evgar’ın strip-dans sahnesiyle desteklenen öykü, yurt dışı muadillerine göre oldukça yetersiz. Tutturamamış üç yakın arkadaşın, bozuk düzen kaldırımlarında geçen öyküleri, bazı anlar gülümseten ‘gag’lar hatırına izleniyor. Ali Atay ve Fırat Tanış’ın (Manik ve Tik) -özellikle Atay’ın- performansları, filmin itici gücü. Aktör olarak tanıdığımız Kemal Uzun’un ilk sinema filminin bazı sahneleri, yüksek hızlı kameralarla çekilmiş. Özel efektli çatışma sahneleri, tempoyu besliyor. Ticari-popüler sinema adına kolaylıkla bir seriye dönüşebilecek avantür yapım, yabancı, orijinal örneklerine oranla emekleme aşamasında. Daha iyi bir öykü, daha iyi anlatım ve sinema büyüsü gerektiren ‘Vay Arkadaş’, ‘beklentisi’ ve ‘derdi’ olmayanlar içinse izlenir kıvamda. 2005 tarihli Yılmaz Erdoğan filmi ‘Organize İşler’in küçük kardeşi olan ‘Vay Arkadaş’, bu ‘perdeden’ film yapacak yönetmenler için iyi ve kötü anlamda bir referans noktası oluşturabilir.

MURAT ERŞAHİN 

 



Diğer Yazılar