Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

02 TEMMUZ 2021

01 Temmuz 2021 Perşembe 17:42
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde –bu hafta- salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor. Perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyor!
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık!
Her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Bu klasik önerilere devam edeceğiz!
Gelelim bu haftaya… 2 Temmuz 2021 Cuma günü, perdelerin yeniden açıldığı bu güzel günde üçü yerli yapım olmak üzere tam dokuz film buluşuyor izleyiciyle! Gelin, haftaya yakından bakalım!
Vin Diesel’li adrenalini yüksek serinin dokuzuncu filmi olan ‘F9 / Hızlı ve Öfkeli 9’un yönetmen koltuğunda Justin Lin oturuyor. Eski dostlar, Vin Diesel ve Michelle Rodriguez yine bizlerle! Serinin yeni ve son halkasında, Dominic Toretto ve arkadaşlarının, bu kez Don’un kişisel geçmişinden gelen bir tehdide karşı mücadelelerini izliyoruz!
Emma Stone’un başrolünde yer aldığı ‘Cruella’, Disney’in klasik animasyonlarından 101 Dalmaçyalı’da yavru köpeklerin peşine düşen kötü karakter Cruella’nın, daha punk esintiler taşıyan alternatif bir orijin hikâyesini anlatıyor. Bir prequel duruyor perdede anlayacağınız! Rengarenk suç komedisini Craig Gillespie yönetmiş! Emma Stone’un rol arkadaşları ise usta isimler Emma Thompson ile Mark Strong. Perdenin en kötü şöhretli ve modaya düşkünlüğüyle bilinen ‘kötülerinden’ birinin, efsanevi Cruella’nın isyankâr ilk günlerini konu alan yepyeni film, 1970'lerin Londra’sında punk rock devriminin ortasında geçiyor. Tasarımlarıyla adını duyurmaya kararlı zeki ve yaratıcı bir kız olan Estella adında genç bir dolandırıcıyla tanışıyoruz!
Avustralya-ABD-Çin ortak yapımı gizemli korku örneği, Prömiyerinin gerçekleştirildiği Sundance Film Festivali’nde övgü toplamıştı! Natalie Erika James’in yazıp yönettiği ‘Relic’, bir anda ortadan kaybolan yaşlı annesi Edna’yı bulmak için kızı Sam ile birlikte annesinin evine giden Kay ve kaybolduğu gibi yine gizemli bir şekilde geri dönen Edna’nın hikâyesini anlatıyor. Emily Mortimer’e, Robyn Nevin eşlik etmekte!
Joanna Smith Rakoff’un aynı adlı kitabından uyarlanan, Philippe Falardeau’nun yönettiği ‘My Salinger Year / Salinger Yılım’, 90’lı yılların ikinci yarısında efsane yazar J.D. Salinger’ın New York’da bulunan edebiyat ajansında işe başlayan Joanna’nın hikâyesini anlatıyor. Margaret Qualley’e eşlik eden isimler, usta aktris Sigourney Weaver ve genç İngiliz Douglas Booth.
Altın Ayı için yarıştığı Berlin Film Festivali’nden en iyi kadın oyuncu ve FIPRESCI ödülleri ile dönen ‘Undine’, usta Alman yönetmen Christian Petzold imzası taşıyor. Berlin’de bir tarihçi olan Undine’nin, sevdiği adam tarafından terk edildiğinde kadim bir mitin kendisini ele geçirmesini izliyoruz. Undine, Berlin’in kentsel gelişimi hakkında konferanslar veren bir tarihçidir. Sevdiği adam onu terk ettiğinde antik bir efsane onu derinden etkiler. Şimdi Undine, ona ihanet eden adamı öldürmek ve suya geri dönmek zorundadır. Aşk ve mitoloji!
‘Lux Æterna’, aykırı ve yaman yaratıcı Gaspar Noé’nin 2019’da tamamladığı 51 dakikalık orta metraj dramı. İki usta aktris, Béatrice Dalle ve Charlotte Gainsbourg, film setinde cadılar hakkında öyküler anlatıyorlar. Hepsi bu değil tabii! Yapım, yedinci sanat üzerine başka bir bakış, ilginç bir deneme, sinema aşkı ile kotarılmış bir set masalı! Sadece Gaspar’ın sıkı takipçileri için değil, sinema üzerine kafa yoranlar için ayrı bir mecburiyet!
Haftanın üç yerli filminden ilki korku örneği olan ‘Ehrimen: Kanlı Yol’. Kemal Danacı’nın yönettiği öyküde, bir korku filmi çekmek için Anadolu’da bir köye giden film ekibinin yaşadığı kâbusa tanık oluyoruz. Haftanın ikinci yerlisi, Doğa Can Anafarta’nın yönettiği ‘Hababam Sınıfı Yaz Oyunları’. Kıbrıs’ta düzenlenen yaz oyunlarına katılan Hababam Sınıfı’ndan dört kafadarın yaşadığı komik macera. Üçüncü yerli ise Nazif Tunç'un yönettiği Karınca...


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Panny z Wilka / Wilkolu Kızlar

(Yönetmen: Andrzej Wajda / 1979)


Rumble Fish / Siyam Balığı

(Yönetmen: Francis Ford Coppola / 1983)


Maria’s Lovers / Maria’nın Aşıkları

(Yönetmen: Andrei Konchalovsky / 1984)


Bez Konca / Sonsuz

(Yönetmen: Krzysztof Kieslowski / 1985)


Ta’m e guilass / Kirazın Tadı

(Yönetmen: Abbas Kiarostami / 1997)

 

Güncel öneriler

Filmler:

Fatherhood / Bir Eksik
(Yönetmen: Paul Weitz)

Eşinin ölümünün ardından dul kalan çiçeği burnunda bir baba, kızını tek başına büyütmek için bilinmezlik, korku, üzüntü ve bebek bezleriyle dolu bir serüvene atılır. Matt Logelin’in biyografik kitabından uyarlanan komedi dramda Kevin Hart’a, Alfre Woodard ve Paul Reise eşlik ediyorlar.


Security / Güvenlik
(Yönetmen: Peter Chelsom)

Bir güvenlik uzmanı ve ailesi, yaşadıkları sahil kasabasında genç bir kadının saldırıya uğramasının ardından sırlar ve yalanlarla dolu bir girdabın içinde bulurlar kendilerini. Stephen Amidon imzalı romanın uyarlaması olan İtalyan yapımı gizem yüklü gerilimde Maya Sansa, Gaia Bavaro ve Fabrizio Bentivoglio rol alıyorlar.


Rurôni Kenshin: Meiji kenkaku roman tan / Rurouni Kenshin: Kökenler
(Yönetmen: Keishi Ohtomo)

1868’de Bakumatsu savaşının ardından eski suikastçı Kenshin Himura, yardıma muhtaçları kimseyi öldürmeden savunmak için ters bir kılıçla Japonya’yı baştanbaşa kat edecektir! Nobuhiro Watsuki’nin aynı adlı ünlü ‘manga’sından uyarlanan aksiyonu bol maceranın başrolünü Takeru Satoh üstleniyor. 2021’e dek uzanan Japonya yapımı serinin ilk kurmaca filmini izliyoruz!


Grand Isle / Fırtınalı Bir Gece
(Yönetmen: Stephen S. Campanelli)

Genç bir baba cinayetle suçlanır. Masum olduğunu kanıtlamak için kabus gibi karanlık bir geceyi tekrar hatırlaması gerekmektedir. Usta oyuncu Nicolas Cage’i başrolde izlediğimiz gerilimde, usta aktöre KaDee Strickland, Luke Benward ve Kelsey Grammer eşlik ediyorlar.


Nuclear / Nükleer
(Yönetmen: Catherine Linstrum)

Hapisten çıkan erkek kardeşinin şiddetinden kaçan Emma ve annesi, nükleer santralin gölgesinde ücra bir yere gizlenir. Burada tanıştığı bir gençle tehlikeli maceralara atılacaktır. Emilia Jones, George MacKay ve Sienna Guillory’nin başlıca rolleri üstlendikleri dram, İngiltere’den!


Diziler:

Black Summer
(Yönetmen: John Hyams, Karl Schaefer)

İkinci sezon ekranlarda… Zombi istilasının karanlık ilk günlerinde, birbirlerini hiç tanımayan insanlar, hayatta kalıp sevdiklerine dönmek için gerek duydukları gücü bulmak üzere bir araya gelirler. Cehennemi andıran tablo, müthiş bir kurgu başarısı öncelikle! Korku ve gerilimi üst safhaya taşıyan aksiyonda Jamie King, Christine Lee ve Justin Chu Cary, öne çıkan rolleri üstleniyorlar.

Katla
(Yönetmen: Baltasar Kormákur, Sigurjón Kjartansson)

Gizem ve bilimkurguya eşlik eden İzlanda dramının yaratıcılarından biri usta sinemacı Baltasar Kormákur. Buzul altındaki Katla Yanardağı’nın korkunç bir şekilde patlamasıyla erimeye başlayan buzun içindeki gizemli unsurlar, yakınlardaki küçük kasaba halkının hayatını alt üst edecektir!

Free Rein / Kendini Özgür Bırak
(Yönetmen: Vicki Lutas, Anna McCleery)

Los Angeles’ta yaşayan on beş yaşındaki Zoe, yaz tatilini İngiltere açıklarındaki bir adada, annesinin çocukluğunun geçtiği evde geçirir ve burada gizemli bir atla müthiş bir bağ kurar. Yediden yetmişe hemen her yüreğe seslenen macerada Jaylen Barron ve Freddy Carter’a Manpreet Bambra eşlik ediyor.

Domina
(Yönetmen: Simon Burke, David Evans)

İmparator Sezar’ın eşi Livia Drusilla’nın olağan dışı yaşamından esinlenen tarihsel dram, Antik Roma’nın farklı bir yüzüne ışık tutuyor. Dönemi, kadınların gözünden anlatan İngiltere-İtalya ortak yapımı dizinin başrollerini Kasia Smutniak ve Liam Cunningham paylaşıyorlar.


Law School
(Yönetmen: Kim Suk-Yoon)

Prestijli bir okulda yaşanan korkunç olayın ardından katı bir hukuk profesörü ve onun hırslı öğrencileri, adaletin hukuk aracılığıyla sağlanıp sağlanamayacağını sorgularlar. Gizem ve gerilim yüklü suç dramı, ilgi ve heyecanla izletiyor kendini.

 

Vizyonda bu hafta (1 Temmuz 2011)
Bu hafta vizyona ‘merhaba’ diyen bütün filmler, notlarımız arasında. Berlin galibi şahane İran filmi ‘Bir Ayrılık’ ve Guillermo del Toro’nun yapımcı olarak ‘dokunduğu’ İspanyol yapımı korku gerilim ‘Julia’nın Gözleri’ haftanın öne çıkan isimleri. Evvelki yıl Cannes’den ‘Jüri Büyük Ödülü’ ile dönen ‘Tanrılar ve İnsanlar’ tartışmaya açık ama ‘son derece özel’ bir film. Fransızlar, romantik komedide sınıfta kalır tezini doğrulayan ‘Aşka Şans Ver’ ile Hollanda usulü korku denemesi ‘Dehşetin Gözleri’ beş filmlik haftanın diğer seçenekleri… Film çıkışı, sokaklara yeniden adım atan, daha fazla gelişmiş başka bir canlıya, ‘sinemadan çıkmış insan’a dönüşmeye gayret edin diyerekten iyi seyirleri ekleyelim.


BİR AYRILIK
Başka bir şey bu film. Her dinleyişte yüreği kanatan o türkü gibi; ‘bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm’… Asghar Farhadi’nin Berlin’de Altın Ayı’yı kazanan filmi, onca yoksunluk, imkânsızlık, yoksulluk, çıkışsızlık arasından seslenirken, Behrengi’nin satırlarını getiriyor akla. Onlar gibi güçlü. İran yapımı, sınıf, adalet, inanç, vicdan, sevgi temalarını, belgeseli andıran çırılçıplak bir gerçeklik ve doğallıkta yansıtıyor perdeye. Nadir, Simin ve tek kızları Termeh… Dünyanın hemen her köşesinde yaşanabilecek bir ayrılığın İran’daki tablosu, yaşanan toplumsal gerçekliğin de resmi olmuş. İnanç, adalet arayışı, doğru olanı yapmak adına verilen savaş, ahlak, sınıfsal durumlar, yalan, gerçek, fedakârlık ve son tahlilde insanlık… Verilmesi neredeyse imkânsız bir kararı, izleyicinin iç sesine bırakan enfes final. Zaten ta başından belli olan sonuçların, bir kaderin ötesinde, mecbur kılınmış bir seçimden kaynaklanması. Her şeyin ötesinde, doğru olanı yapabilmek. Gidebilme seçeneğine karşılık kalmanın ahlaki zorunluluğu. İnsanı hiçe sayan yerde insan kalma mecburiyeti. Rahat anlatım, her şeye ‘içerden’ tanıklık eden kamera, gerçeğe bürünmüş unutulmaz oyunculuklar ve sarıp sarmalayan o insani atmosfer. (4 / 5)


AŞKA ŞANS VER
Fransız yapımı romantik komedi, türün uzmanı Hollywood muadillerini mumla aratıyor. Çocukluğunda gönül ilişkileri bakımından lanetlendiğine inanan ilişki danışmanı bir adam ile aşık olduğu genç ve güzel tasarımcı kadının öyküsü. Aşık olduğu her kadına uğursuzluk getirdiğine inan adamın öyküsü, bildik formül sinemasının ‘numaralarının’ da gerisinde kalıyor. Oyuncular, mizansenler, durumlar, hemen her şey sevimsiz… Vakti olanlara ve iflah olmaz romantizm tutkunlarına. (1 / 5)


DEHŞETİN GÖZLERİ
Hollanda yapımı, senarist-yönetmeni Elbert van Strien’ın ilk uzun metrajı. Ülkesinde kısa metrajları ve TV filmleriyle tanınan Strien’ın klasik korku sinemasına yakın duran filmi, oldukça temiz bir işçilik içeriyor. Ülke sinemasının temel unsurlarından ‘kuzey ışığı’ gayet iyi kullanılmış. Öykü ve biçim itibariyle, türe yeni bir şey katmayıp, tanıdık klişelerle ilerlese de, sürpriz ters köşesini içinde barındıran yapımın hakları, Hollywood’a satılmış bile. Vasat çizgisinin epey altına düşmekten son düzlükte, klasik hayaletli ev jargonuna bambaşka oluşlar ekleyerek kurtulan korku örneği, bu cesur ve zeki hamlesine rağmen, son tahlilde ‘akılda yer edici olabilmeyi’ başaramıyor. (2 / 5)


TANRILAR VE İNSANLAR
Cannes’de ‘Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi olmuş Xavier Beauvois imzalı Fransız yapımı, kuşku yok tartışmaya, üzerinde uzun uzadıya konuşmaya açık bir film. 1990’larda, Cezayir’de yaşanan olayları fon alan öykünün merkezinde, dağların tepesindeki bir manastırda yaşayan sekiz keşiş var. Yanı başlarındaki köyde bulunan Müslüman halkla iyi ilişkiler içinde yaşayan keşişler, kökten dincilerin artan şiddetiyle birlikte huzursuz olurlar. Ya manastırda kalıp, halka yardımı sürdürecekler ya da manastırı terk edeceklerdir. Bu ikilem içinde keşişler, inançlarını ve varlık nedenlerini gözden geçirirler… Film, kolaylıkla farklı şekillerde algılanabilir. Bir okumayla, ellerindeki tek şey inançları olan, kendilerini tamamen Hristiyanlığa adamış sekiz din adamının, bütün yaşamsal özgürlükleri, en önemlisi kendi yaşamlarını tehdit eden büyük bir tehlike karşısında Tanrı ve insan sevgisi adına verdikleri mücadeledir tanık olduğumuz. İnandıkları yolda dik durmak adına, en iyi bildikleri şeyi yaparlar. Birbirlerine ve inançlarına sığınıp dua ederler. Küçük bir manastırın bütün bir dünya anlamına geldiği dağ tepesindeki izole yerde, gündelik hayatlarını sürdürürler. Bahçeyle, ekip biçtikleri ürünleriyle uğraşırlar. Hastaları tedavi ederler, günlük temel ihtiyaçlarını (yeme, içme, ısınma, barınma) gidermek için uğraş verirler. Kendilerini tehdit eden tehlikeye karşı uzun uzun görüşlerini paylaşırlar. Ya kalacaklardır, ya gidecekler. İçlerindeki sevgi, inanç, güven ve gücün değişimini, dönüşümünü, sonuçta ortak bir paydada buluştuklarını izleriz. Tek silahları olan inanca sığınıp, insan ve tanrı sevgisiyle yoğrulmuş öğretilerine devam kararı alırlar. Çünkü gitmek, ölmektir onlar için. Gayet mütevazi, tamamen basit, sade, her türlü ihtişamdan uzak yemek masalarında, küçük odalarında, yataklarında sadece inandıkları şeye olan bağlılıklarından konuşurlar. Çaykovski’nin insan ruhunun en derininden yükselen notaları eşliğinde, bir ömrü paylaştıkları yemek masalarında birlikte yedikleri son akşam yemeği sırasında ihtiyaçları olan tek şeyin, zaten hep onlarla birlikte olduğunu ayrımsarlar: Huzurun. Birbirlerinin, Tanrının, inançlarının ve eylemlerinin onları mutlu ettiği ve yaşamlarının amacını belirlediği mutlak bir kesinliktir. Diğer bir okumayla –ki asla yargılanamaz bir okuma olur bu- film, yüksek doz bir Hristiyanlık propagandası yapmaktadır. Neredeyse birkaç planda bir karşımıza çıkan ayin sahneleri, başka bir dine olan, üstten bakan ve sıklıkla dile getirildiği için anlamını yitirdiği düşünülen hoşgörü, izlediğimiz filmin çekilmiş değil, sanki çektirilmiş bir sipariş olduğunu da düşündürebilir. Filmi analiz etmek, biraz perdenin içine, dağdaki manastırın odalarına, bahçesine, keşişlerin yemek sofrasına sızabilmekle ilgili sanırım. Onların kim olduğuyla, neden ne niçin orada bulunduklarıyla ilgili. Dünya nimetlerinin hemen hepsini reddedip, sadece inancınızla hareket ederek, yaşamınızı bambaşka bir coğrafyanın bir dağ köyündeki manastıra yerleştirebiliyor ve sınırları belli olan bu yaşamın ritüellerini yerine getirebiliyorsanız, bunu yaparken de kendinize sorduğunuz sorulara verdiğiniz yanıtlar sizi tatmin ediyorsa, en önemlisi, sizin gibi olan dostlarınızla birlikte mütevazi bir sofranın başında huzurla yemek yiyebiliyorsanız bir mesele yok o vakit. Yani, bir bakıma, izlenen bir belgesel her şeyin ötesinde. Kurgulanmış bir öyküden çok daha gerçek bir yorum olarak, öyküleştirilmiş bir belgesel perdede duran. Michael Lonsdale’den, Lambert Wilson’a, Philippe Laudenbach’tan, Olivier Rabourdin’e ve nihayet ‘Amédée’ karakterinde döktüren Jacques Herlin’e dek müthiş usta oyuncu kadrosu, film üzerine dile getirilebilecek olumlu, olumsuz, her şeyi öteleyecek kadar iyi. (3 / 5)


JULIA’NIN GÖZLERİ
Guillermo del Toro ustanın yapımcılığı ve ‘himayesinde’ çekilen İspanyol yapımı korku-gerilim ‘Los ojos de Julia / Julia’nın Gözleri’ne başarılı bir atmosfer egemen. Bazı anlar gerçekten ürkütücü olmayı başaran filmin yönetmeni, 2004 tarihli ilk uzun metrajı ‘El Habitento incierto / The Uninvited Guest’ ile dikkatleri üzerine çeken genç İspanyol Guillem Morales. Kendini asarak intihar eden ikiz kız kardeşinin ölümünü araştıran Julia, kardeşinde de olan ve körlüğe yol açan göz hastalığıyla mücadele etmektedir. Kardeşini öldürdüğünü düşündüğü katilin, kendisinin de peşinde olduğunu fark eder. Görüntü yönetmeni Oscar Faura’nın usta kamerasıyla, başrolü üstlenen Belén Rueda’nın –kendisini özellikle ‘El Orfonato / Yetimhane’ ile tanıyoruz- müthiş performansı filmi baştan sona ilgiyle izletiyor. Filmin genel havasına sinmiş Hitchcock referanslarıyla, ustaya saygılarını sunan yönetmen, öyküsünü tutarlı biçimde anlatmayı başarmış. Buna rağmen, elini belli eden anları, bazı zorlama buluşları ve hikâyede yer alan boşluklarıyla büyük bir fırsat kaçmış. ‘Müthiş’ olabilecek film, uzayan süresi ve gereksiz nüanslarıyla sadece ‘iyi’ olarak nitelenebilir. Usta İspanyol aktör Lluís Homar’ın elli yaşına yaklaşmasına rağmen güzelliği ve çekiciliğinden çok şey yitirmemiş Belén Rueda’ya eşlik ettiğini de not düşelim. Hithcock ustanın 1954 tarihli başyapıtı ‘Rear Window / Arka Pencere’ye selam çakan finali, 1967 yapımı Terence Young filmi ‘Wait Until Dark’ ve 1979 tarihli korku gerilim ‘When a Stranger Calls’a ciddi referanslar yapan öyküsüyle ‘tedirgin edici’ olmayı başaran İspanyol işi, türün müdavimlerini memnun edecek bir yaz sürprizi. (3 / 5)

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar