HİLAL ÇETİNDER

BUNLARI İZLEDİM-4

20 Eylül 2022 Salı 21:41
HİLAL ÇETİNDER

Dijital platformu, salonu, televizyonu, DVD'si derken eski, yeni birçok filme, diziye, belgesele ulaşmak geçmişe göre daha zahmetsiz bugün. Artık, seçeneğimiz, film yelpazemiz çok geniş ve renkli. Son dönemde yeni ya da yeniden izlediklerimi, anımsadıklarımı art arda sıraladım:


House of Strangers (1949)
Ailenin (özellikle babanın) favori oğlunun senelerce hapis yattıktan sonra eve dönüş hikayesi… Edward G. Robinson, kendisine pek yakışan benzer baba tiplemesinin hakkını Arthur Miller'in oyunundan uyarlanan All My Sons (1948) ile de vermişti. House of Strangers, kapitalizmin sınırlarıyla oynuyor özetle. Bunu yaparken de Amerikan ailesini darmaduman ediyor. ABD’ye göç etmiş İtalyan aile üzerinden tabii...
Aile sürtüşmelerine, miras kavgalarına aşina bizler için yeni şeyler söylemiyor elbette. Gediklerine rağmen, oyunculuklarla ve karakterleriyle keyifli bir seyirlik.


The Friends of Eddie Coyle (1973)
Gorge V. Higgins'in eserinden uyarlanan 1970'lerden dingin suç öyküsü, Boston gangster dünyasını götürüyor bizi. Daha yakın tarihli Higgins uyarlaması Killing Them Softly (2012) gibi... Yine suçluların dünyasında, yine neler neler oluyor da ağırbaşlılığından ödün vermiyor film. Yaş almış Robert Mitchum ise her zaman olduğu gibi; harika...


Roadrunner A Film About Anthony Bourdain (2021)
Ah Anthony Bourdain… İç ısıtacak, öte yandan can yakacak belgesellerden biri. Mutfağın kötü, asi çocuğu, huzursuz, sıra dışı, öte yandan sevecen, romantik... Arkadaşlarının, hayat arkadaşlarının, iş ortaklarının anıları eşliğinde ne eksik, ne fazla, hepsini seriyor önümüze film. Anthony Bourdain'in ışığı çok farklı gerçekten. Arşiv görüntüler eşliğinde, özünü yakalayan, hüzünlü bir belgesel.
Filmi Beinceonnect’ten seyredebilirsiniz.

 

Rita Moreno: Just a Girl Who Decided to Go for It (2021)
Diğer belgesel ise 1961 yapımı ‘West Side Story’nin yıldızlarından Rita Moreno’nun hayatına odaklanıyor. Amerika'da göçmen olmaktan 'Batı Yakasının Hikayesi'ne, #metoo'dan Marlon Brando ile ilişkisine Rita Moreno'u yakından tanımak isteyenler için…
Filmi Beinconnect’ten seyredebilirsiniz.


The Visit (1964)
Zengin kadın seneler sonra doğduğu kasabaya döner. Darboğazdaki kasaba halkı tarafından ilgiyle karşılanır haliyle. İlk başta misafirin de ev sahibinin de şikayeti yoktur bu ziyaretten. Derken olaylar, değişir, gelişir...
Oyun uyarlaması aşk ve intikam filmi The Visit'in yapaylıkları var elbette, ama kadın ile erkeğin toplumdaki yeri ve kabullenişlerle ilgili hikayesi o kadar güzel ve zamansız ki, sürüklenip gidiyorsunuz öylece; intikam ateşiyle yanıp tutuşan (büyüleyici) Ingrid Bergman ile ununu elemiş, eleğini asmış ‘mağdur erkek’ Anthony Quinn ikilisine de. Finali filmdekinden farklı seyreden Friedrich Dürrenmatt'ın oyununu da seyredebilsek keşke...


Ouistreham / Ayrı Dünyalar (2021)
Gazeteci Florence Aunemas’ın kitabından uyarlanan film, Ken Loach’un Ben, Daniel Blake’i (I, Daniel Blake, 2016) gibi çalışan ile ona geçit vermeyen bürokrasi duvarından yola çıkıyor ve işçi sınıfına çeviriyor kamerasını. Ancak alıştığımız ya da beklediğimiz anlamda değil. Bu kez sistemin avucunun içindeki emekçi ile bürokrasi arasında yaşananları meraklı gözlerle izleyen asıl kadının (Juliette Binoche) kamerasıdır asıl seyrettiğimiz. Temizlik sektöründe onlardan biriymiş gibi zor koşullarda çalışmaya başlayan ve sosyal adaletsizliğe karşı kendi yöntemiyle savaşan Marianne ile yola devam eden ‘Ayrı Dünyalar’, tartışmaya açık etik sorular bırakıyor geride. Finali, o kısacık otobüs yolculuğu, filme öyle güzel hizmet ediyor ki... Bitiminde, tıpkı öykülediği gibi bıraktığımız yerden devam ediyoruz hayatımıza.
Filmi mubi’den seyredebilirsiniz.


Görünmez Yaşam / A Vida Invisivel (2019)
Martha Bathala’nın “Euridice Gusmao’nun Görünmez Yaşamı” romanından uyarlanan film, erkeğin egemen olduğu dünyada, muhafazakar toplum karşısında ayakta durmaya, yön bulmaya çalışan iki kardeşin yıllara yayılan, 'hayaller / gerçekler', bağlılık ve ayrılığa dair dokunaklı hikayesini anlatıyor. İki küsür saatin su gibi aktığı film, buruk bir tat bırakıyor geride. Kız kardeş gibisi yok…
Filmi mubi’den seyredebilirsiniz.


A King in New York (1957)
Charlie Chaplin'in çok da göz önünde olmayan filmi ‘A King in New York’… O yıllardan bu yıllara, hicvi yine zamansız. Henüz 11 yaşındaki oğluyla karşılıklı döktürdüğü filmde (Amerika’dan sürgün edilmiş) Chaplin, ülkesindeki devrim nedeniyle New York’a kaçmak zorunda kalan hükümdarı oynuyor. Chaplin için kendini oynamanın, içindekileri dökmenin filmi bir anlamda. Tüm zarafetiyle Charlie Chaplin’i izlemek müthiş keyif.
Filmi mubi’den seyredebilirsiniz.


La Fracture / Yol Ayrımı (2021)
Fransız filmi La Fracture bir günde ve acil serviste geçiyor. Keyifli başlıyor başlamasına ama sınıf ve siyasi çatışmasından, sağlık sistemine suya sabuna da dokunuyor kendince ve gayet iyi anlatıyor derdini. Sarı yelekler eyleminde yaralanan kamyon şoförüyle aynı hastanede yolları kesişen ve sevgilisi tarafından henüz terkedilmiş beyaz yakalının dertleri farklı elbette… Başta Valeria Bruni olmak üzere oyunculuklarıyla da göz dolduruyor. 'Yol Ayrımı'nın taraflarıyla yakınlık kuracaktır herkes kendince ...
Filmi mubi’den seyredebilirsiniz.


Doubles Vies / Çifte Hayatlar (2018)
Diğer Fransız filmi ‘Çifte Hayatlar’ ise Paris’in yayıncılık dünyasına götürüyor bizi. Yazın dünyasıyla ilgili bol diyaloglu, güncel tartışma sunan Oliver Assayas, gelenekselden dijitale, e-kitap, sesli kitap derken, sektör filmi yapmış neredeyse. Sırf bu yönüyle bile çekici gelebilir ilgilisine… Arka planda ise ilişkiler, romantizm ve orta yaş krizinin getirdikleri, karakterlerin de öncelikleri gibi belki, arka planda gelişiyor... Juliette Binoche ile Guillaume Canet gibi isimler de filmin bonusu elbette.
Filmi mubi’den seyredebilirsiniz.


Honja Saneun Saramdeul / Aloners (2021)
Güney Kore sinemasından yalnızlığa, modern yaşamın etkilerine dair bir ilk film. Hüzünlü, çoğu kişi için tanıdık, bu nedenle de korkutucu… Yalnızlığın ikircikli konfor alanını, sakin, durağan ritimle aile, bireyselleşme, modern çağ, yabancılaşma ve ölümlü dünyayı da yanına katarak ne güzel anlatmış.
Filmi mubi’den seyredebilirsiniz.


 Too Late for Tears (1949)
Kara filmsiz isleme listesi olmaz haliyle… Too Late for Tears da kara filme dair hemen her şeyi yerine getiren keyifli seyirliklerden. Klişeleri ve kimi tekrar hatalarını görmezden gelmemizin en önemli nedeni ise erkek başrolleri (Arthur Kennedy, Don DeFore, Dan Duryea) geri planda bırakan Lizabeth Scott elbette. Buğulu sesiyle, gülümsemesiyle, para söz konusu olduğunda akan suyu durduran femme fatale rolüyle gönül çeliyor resmen. Too Late for Tears, kara film tutkunlarını memnun edecektir eminim …


Kısa filmler:

Bis Gleich (2014) / The Neighbors' Window (2019)
Birbirini tanımayan, gündelik hayatın, ritüellerin bağladığı yaş almış iki insana dair enfes kısa film Bis Gleich (2014). Abartı gibi görünse de hiç suni gelmeyen finali boğaz düğümleyen cinsten... Gözyaşlarına hakim olamıyor insan.
Yine hiç tanışmayanların, konuşmayanların, camdan cama -gizli- komşuluğu (Arka Pencere misali röntgencilik) üzerine Oscar ödüllü kısa film The Neighbors' Window da pek güzel. Orta yaşlı, çocuk sahibi çift ile sokağın karşısına taşınan genç çift arasındakileri gözlemliyoruz bu kez. ‘Bis Gleich’i rutin bağlıyordu, ‘The Neighbors' Window'u ise rutinden kaçış...Her iki filmi Gain dijital platformundan seyredebilirsiniz.


HİLAL ÇETİNDER



Diğer Yazılar