Konuk Yazar

BU SEVGİ BAĞI KOPMAZ HİÇ

16 Kasım 2025 Pazar 15:35
BU SEVGİ BAĞI KOPMAZ HİÇ

Boğaz’a bakan enfes bir malikâne, emrinde çalışan onca hizmetli ve sağlık görevlisi; dışarıdan bakıldığında görkemli görünen bu hayatın içinde, geçmişin hatıralarıyla yaşayan ve tüm vücudu felçli, sadece yüz bölgesi eski işlevlerine sahip, zenginliğinin içinde son derece yalnız bir adam... Boynundan aşağısı tutmayan Refik’in bakımı, gündelik rutini elbette çok zordur ve bu görev için işe alınanlar bir süre sonra hastasını ve şatafatlı mekânı terk edip gitmektedir. Ferruh’sa yer yer suç dünyasının çizgileri içinde hareket eden, emanet edildiği kadın tarafından büyütülen, çok sayıda üyenin olduğu bir ailenin parçası konumundaki bir ‘kaybeden’dir. Sürekli iş arar ama bir türlü uzun süreli dikişler tutturamaz. Tesadüfen gittiği bir görüşmede girişte tezgâhın üzerinde bulduğu ilanı çaktırmadan cebine atar ve çok geçmeden söz konusu yere başvurur. Başvurduğu iş Refik’in bakımıdır. Görüşmede bu engelli bireyin hayatında önemli görevler üstlenen Lale ve Figen de vardır
Ferruh, çok geçmeden bu işin kendisi için doğru seçenek olmadığına kanaat getirir, üstelik üslubu, nobranlığı, içinden geçeni hemen söyleyen yapısı odadaki iki kadın için olumsuz nottur. Lakin Refik nedense bu genç insanda özel bir yan bulur, sezgileriyle onun doğru adres olabileceğini düşünür ve onca başvuru içinde Ferruh’un işe alınması için direktif verir. Bu kararın ertesinde işbaşı yapan Ferruh için hayatının yeni sayfaları çok farklı bir sürecin ifadesine dönüşecek, iki ayrı yaş ve sınıf temsilcisi zaman içinde birbirlerine destek verecek ve sarsılmaz bir dostluğun kapısı aralanacaktır.


Gerçek bir hikâye
Cezayir kökenli bir göçmen olan Abdel Sellou, Fransız şampanya endüstrisinin önemli şirketlerinden Pommery’nin eski CEO’su ve aristokrat kökenli bir ailenin mensubu Philippe Pozzo di Borgo’ya 10 yıl boyunca bakıcılık yapmıştı. 1993’te yamaç paraşütü kazasının ardından ‘tetrapleji’ (hem kolları hem de bacakları etkileyen felç durumu) olan Philippe ve bakıcısı Abdel arasında, sonradan derin bir dostluğa dönüşecek olan ilişki, 2003 tarihli ‘À la vie, à la mort’ adlı bir belgesele konu oldu. Fransız yönetmenler Olivier Nakache ve Éric Toledano da bu çalışmadan esinlenerek 2011 yılında ‘The Intouchables’ adlı filmi çektiler. Söz konusu yapıt hem ülkesinde hem de tüm dünyada büyük ilgi gördü, hatta totalde 51,5 milyon seyirciyle tüm zamanların en çok izlenen Fransız yapımlarından biri oldu. Bizde de ilgi gören ve ‘Can Dostum’ Türkçe adıyla gösterime giren film, çok geçmeden çeşitli ülkelerce uyarlandı. 2016’da Hindistan’da ‘Oopiri’, Arjantin’de de ‘Inseparables’ adlı adaptasyonları çekildi, Hollywood da bu furyaya 2017’de ‘The Upside’la (Olacak İş Değil) dahil oldu.
Orijinalinde ana karakterler Philippe’i François Cluzet’nin, bakıcısı Driss’i ise Omar Sy’nin canlandırdığı bu çok tutmuş yapım şimdi de Türkçe uyarlamasıyla karşımızda. Senaryosuna Aziz Kedi, Feyyaz Yigit ve Mert Baykal üçlüsünün imza attığı, yönetmen koltuğuna Mert Baykal’ın oturduğu ve de girişte konusunu özetlediğim film her ne kadar ‘Soyut Dışavurumcu Bir Dostluğun Anatomisi Veyahut Yan Yana’ ismini taşısa da kısaca ’Yan Yana’ olarak zihinlerde yer edecek elbet...
Bu gerçek olaylardan sinemaya taşınmış evrensel öykü temel olarak iki farklı toplumsal kökenden gelen, yaşama bakış, müzik beğenisi, eğitim, insan ilişkileri vs. gibi konularda ayrı kültürel kodlara sahip iki kişinin adeta birbirlerini tamamlayan bir yapıya dönüşmelerini anlatıyor. Tabii bu denklemde asıl katalizör görevini, adı coğrafyasına göre Driss ya da Ferruh olan alt sınıf temsilcisi üstleniyor. Onun yetişme koşulları, kaygan bir zeminde tutunma çabası ve hayatı yorumlama biçimi, daha oturmuş, geleneksel ve mesafeli yapıdaki burjuva Refik’i (ya da Philippe’i tabii ki) etkiliyor.
Ferruh bakıcılık sayesinde debelendiği bataklıktan bir nebze kurtulur gibi gözükürken aile bağlarını da unutmamaya, onlara da bu iş vasıtasıyla insanca bir hayat standardı sağlamaya çalışıyor. Dengenin varsıl kanadında duran Refik’in -sıkıcı dost çevresi, sevgi ve şefkate muhtaç kızı, kendisine sözde bilimsel metotlarla bakan sağlık çalışanları derken- ilerlemiş yaşına ve fiziksel olarak yetersiz durumuna karşın Ferruh sayesinde hayatına adeta renk geliyor. Bazı şeyleri yeniden keşfediyor, neşeleniyor, çocuksulaşıyor, aşırı romantik çizgilerde gezinen gönül dünyasında somut adımlar atma çabasına giriyor.
Hindistan ve Arjantin patentli uyarlamaları izlemedim ama ‘Yan Yana’ çizgi üzerinde etkileyici bir adaptasyon olmuş. Şöyle ki filmin başarısını hem evrensel sularda yüzecek bir ruh taşıması hem de özellikle Ferruh karakteri üzerinden bu topraklara ait bir profilin uygun tonlarda çizilmesi belirlemiş.
Ferruh derken bu rolde karşımıza çıkan genç kuşağın parlak yeteneklerinden Feyyaz Yiğit son derece ışıltılı bir portre çizmiş. Sinemada ‘Cinayet Süsü’ ve ‘Ölümlü Dünya’ serisinden hatırlanan ama popüler kültürdeki yerini asıl ‘Gibi’ dizisiyle güçlendiren oyuncu ‘Yan Yana’da aynı zamanda senaryoya katkıda bulunurken kendine özgü tarzını da karaktere taşımış. Keza sinemamızın önemli yapıtaşlarından Haluk Bilginer de Refik’te her zamanki gibi klasını konuşturmuş, Feyyaz Yiğit’le de son derece başarılı bir ikili olmuşlar. Lale’de Hatice Aslan, Figen’de de  son dönemin yükselen yıldızı Bige Önal oldukça iyiydiler.
Mert Baykal’ın yapıtında zaman zaman hüzünlü bölümler devreye girse de genel harita komediden yana çiziliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ‘Yan Yana’ benim son zamanlarda en çok güldüğüm yerli yapım oldu. Dolayısıyla gönül rahatlığı içinde tavsiye ederim.
Öte yandan orijinal Fransız yapımda ve Amerikan uyarlamasında alt sınıf temsilcisi siyahtı, bizdeki uyarlamadaysa Ferruh ‘Roman’ birey olarak çizilmiş. Bu arada film ‘IMAX’ formatında çekilmiş ve bu yanıyla ‘IMAX’ olarak vizyona giren ilk Türk filmi’ unvanının da sahibi olmuş.
Peki, bu durumun genel toplama katkısı nedir derseniz, bilhassa girişteki araba takip sahnelerinden oluşan aksiyon bölümlerinde özel bir görsel hava yaratıldığı kesin. Ayrıca bu sayede İstanbul’un son derece etkileyici gece kadrajlarını izliyoruz; gerçi yerli seyirci bu tür çerçevelere hâkim ama yurtdışı için bu sahneler sanırım ‘turistik’ bir dokunuşun ifadesine dönüşecektir.
Bu arada çok tutacağa benzeyen, filmin açılışındaki ‘İtfaiye’ şarkısını da Feyyaz Yiğit’le Mert Baykal’ın yazdığını not düşelim.  Bestesiyse filmin müziklerinde de imzası olan Cem Öget’in.
Bu tür zengin-fakir dostluk hikâyelerini daha çok eski Yeşilçam yapımlarında görürdük. Lakin ‘Yan Yana’nın orijinal filminin ana kaynağına bakınca Fransa’da yaşanmış gerçek olaylardan sinemaya taşındığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Ama ben yine de böylesi öykülerin hayatta çok nadir olduğu ve terazinin iki yanındaki gerçek dengenin -bugüne kadarki kimi yanlış uygulamalarına karşın- ancak ‘sosyalist’ sistemlerde
vücut bulacağına  inanıyorum.
Neyse hâlâ ‘ütopya’ vasfı taşıyan bu özlemim bir gün gerçekleşene kadar toplumların ‘Yan Yana’ benzeri filmlere ihtiyaç duyduğu kanısındayım. Dolayısıyla salonun yolunu bu sebeple de tutun derim. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/15.11.2026)



Diğer Yazılar