NAİM DİLMENER'LE GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

İSTANBUL'DA SON TANGO

05 Nisan 2021 Pazartesi 08:32
NAİM DİLMENER'LE GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

Tangonun ülkemizdeki öncü isimlerinden Necdet Koyutürk’ün oğulları Erdener ve Özdener Koyutürk kardeşler, şartlar başka türlüsünü emrediyor ya da işaret ediyor olmasına rağmen, doğru bildikleri yolda yürümeyi sürdürüyorlar. “Tangoya devam!” diyorlar bir başka deyişle; iki kardeşten daha aktif olan Erdener Koyutürk, EKO adlı firması vasıtasıyla, uzun aralar vermeksizin yeni albümler yayınlıyor. Bunların büyük bir kısmı da tango üzerine; bir seri ve sıra dahilinde yayınlanan bu albümler dokuz adedi buldu. “Tango Enstrümantal” (Necdet Koyurürk Orkestrası) dizinin sekizinci, “Altın Tangolar” (Erdener Koyutürk) ise, dokuzuncu albümü olarak yayınlandı, yakın bir tarihte.

1900’lerin başlarında Arjantin’den kalkıp yollara düşmüş ve kısa bir zaman içerisinde dünyanın büyük bir kısmını etkisi altına almış tangonun bizim memlekete girişi, ancak Cumhuriyet sonrası gerçekleşti. Bir müzik türü olmanın yanında bir dans biçimi de olduğundan ve bunun için “el ele/kol kola iki vücut” gerektiğinden, Osmanlı’nın son yıllarında değil, ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkemizde yaygınlaşabilme fırsatını yakalayabildi.

Aslında bir tek Osmanlı’ya kusur bulmamak gerekir. Tango öncesi diğer dans ya da eğilim ve akımlarda, iki vücudun yanyana gelmesi hiçbir ülkede kolay olmadı. Eh evet, Batılı ülkelerin hiçbiri dans etmek için yan yana/biraraya gelmiş iki vücut arasına yastık koymayı aklından geçirmedi ama, (en azından ilk başlarda) vücutların birbirine fazla yaklaşmaması gerektiğine dair durmaksızın öğütler verdi, dikkatleri (ve kulakları) çekmeye çalıştı.

 

Mozart’tan Sonra 

Peter Wicke’nin, Yapı Kredi tarafından yayımlanan “Mozart’tan Madonna’ya Popüler Müziğin Bir Kültür Tarihi” adlı eşsiz kitabında o dönem ve dansları üzerine; bir yandan insanı gülmekten iki büklüm edecek kadar komik, ama öte yandan da hangi yollardan geçilip bugünlere gelindiği üzerine aydınlatıcı, çok sayıda bilgi mevcut. Wicke’nin, Curt Sachs adlı yazarın “Eine Weltgeschichte des Tanzes” kitabından yaptığı alıntı aynen şöyle: “Kadının hareketleri geri kaymasın diye, çiftlerin birbirlerine yapışmaları gerekiyordu. Bu yüzden kadın sağ elini kavalyesinin sırtına ya da yakasına doluyor ve sol eliyle de kendi elbisesini tutuyordu. Erkeğin yapması gerekenler ise şöyleydi: Sol kolunu damının sağ kalçasına dolaması, sol bacağının üst kısmını dansı yönetirken direktif verebilmek için, eşinin sağ üst bacağına sıkıca yaslaması, sağ elini ise, onun havaya sıçramalarına yardım etmek için korsesinin balinasının alt tarafına, yani korsenin düz kumaştan yapılmış ön kısmının altına koyması gerekiyordu…” Bu vals! Ama vücutlar, ne bu ne de sonrakilerde gürültüsüz bir biçimde yan yana-karşı karşıya düşebildi. Hep “Aaa olur mu?”, hep “Aaa çok ayıp!” Bu Avrupa! Bizde nasıl olsundu peki? Olmadı ve Cumhuriyet’in ilanı gerekti, bu ve buna benzer “medeni” gelişmeler için.

Popüler müziğin ilk örnekleri oldukları ve yıllar sonra ortaya çıkacak pop müziğe kulakları alıştırdıkları şüphe götürmez tangoların ülkemizdeki ilk örnekleri, 1920’lerin sonlarında verildi. Necip Celal, “Mazi” adlı ilk tangomuzu 1928 yılında besteledi; bu tango bir iki yıl sonra da Seyyan Hanım tarafından kaydedildi, plak olarak yayınlandı. Ardından diğer besteciler/başka sesler girdi devreye. Fehmi Ege, Kadri Cerrahoğlu, Nusret Rıfkı, Halit Bedii Akçay ve Ziyaettin Sarıkartal gibi besteciler takip etti Necip Celal’i; 1930’ların bu önemli isimlerine, 1940’lı yıllarda Necdet Koyutürk eklendi. Pop müziğimizin temelinin 1930 ve 40’lı yıllarda, bu isimlerin (ve diğerlerinin; Mustafa Şükrü Alpar, İbrahim Özgür, Ferdi Daryal, Faik Bereket) yaptıkları ile atıldığını söylemek yanlış olmaz. Bu besteciler ve bestelenen tangoları seslendiren isimler (Seyyan Hanım, Mahmure Hanım, Seyyide Poroy, Celal İnce, Şecaattin Tanyerli, İbrahim Solmaz, Saime Şengil, Bedriye Tüzün) sayesinde, tango her yana ulaştı, kulaklar (pek de ağır olmayan) bu tür bir müziğe aşinalık kazandı.

 

Madonna’dan Önce 

Ülkemizdeki tangonun son halkaları olarak niteleyebileceğimiz Koyutürk ailesinin albümlerinin ilkinde; Erdener ve Özdener Koyutürk, Edward Aris ve Atilla Erben’den oluşan müzisyen kadrosu, tamamı Necdet Koyutürk’e ait eserleri icra ederek, üstada bir saygı duruşunda bulunmuş. Albümdeki sekiz tangonun sekizi de, tıpkı yazıldıkları yıllardaki saflık derecesi ile çalınmış.

İkinci albümde ise, Özdener Koyutürk ve Edward Aris, bu sefer yanlarına Aydan Tunalı’yı alarak eşlik etmişler Erdener Koyutürk’e. “La Cumparsita”nın Türkçe versiyonu “Kalbimdesin” ile başlayan, en popüler tangolarımızdan “Papatya” ile süren “Altın Tangolar”, içinde olduğumuz günlerin en popüler vakit öldürme araçlarından karaoke’ye katkı babında, muhtelif enstrümantal/play-back versiyonlar ile sona eriyor.

Hızlanan gündelik yaşam istesek de istemesek de nefes nefese bırakıyor hepimizi. Tango, kendimize “Yahu bir dur, bir nefes al!” demenin bir yolu olabilir. Başta kadın olmak üzere, vücutların hepsinin o kılık/bu kıyafet/şu duvar ya da “form” içine/arasına hapsedilmeye çalışıldığı şu pek asri zamanlarda, bu tangonun son tangomuz olup olmayacağı üzerine kafa da yorabiliriz.

 

Tango Enstrümantal, Necdet Koyutürk Orkestrası, EKO

Altın Tangolar, Erdener Koyutürk, EKO

 

NAİM DİLMENER

[email protected]



Diğer Yazılar