Sinema Haberleri

SCOLA’YI O KADAR ÇOK SEVDİK Kİ

21 Ocak 2016 Perşembe 02:10

Ettore Scola, bizim sinemaseverin çok ilgi duyduğu, kendine yakın bulduğu bir yönetmen. Scola’nın filminin programda olmadığı yerli festival düzenlenmedi gibi bir şey bugüne kadar.

60’lı yıllarda sinemaya girdi
Scola, 10 Mayıs 1931 Trevico doğumlu. Roma Üniverbitesi’nde hukuk eğitimi görürken ‘60’lı yıllarda ‘Marc Aurelio’ adlı mizah dergisinde çalıştıktan sonra senaryo yazarak sinemaya girdi. Savaş sonrasının en önemli İtalyan komedileri ‘Un Americano a Roma’ (Yön: Steno), ‘II Sorpasso’ (Yön: Dino Risi), ‘I Mostri’ (Yön: D. Risi), ve ‘La Marcia Su Roma’ (Yön: D. Risi) gibi senaryoları yazan ekipte yer aldı.

Ünlü komedilere imza attı

1964’te ‘Müsaadenizle Kadınlardan Konuşalım’la kameranın arkasına geçti. 60’lı yıllarda ‘La Congiuntura’ (1965), ‘Kahramanlarımız Afrika’da Esrarengiz Bir Biçimde Kaybolan Dostlarını Bulmayı Başarabilecek mi?’ (1968), ‘Kıskançlık Dramı’ (1970) gibi ünlü komedilere imza attı.
Sonra daha duygusal ve bireysel filmlere yöneldi; önemli yapıtlar verdi art arda. Almanlara karşı savaşta güç birliği yapan üç partizanın barış döneminde ideallerini nasıl yitirdiklerini anlattığı ‘Birbirimizi Öyle Çok Sevmiştik ki’’yle İtalya’da yılın gişe rekorunu kırdı. Moskova Festivali’nden büyük ödülü, Fransa’dan en iyi yabancı film Cesarı’nı getirdi ülkesine.
Sıra, faşizmi iktidar yapmış bir toplumun geçmişinden bir sayfa açmaya gelmişti. Eşcinsellikle suçlanmış ve radyodaki işinden kovulmuş Gabriele ile üç çocuk annesi Antonietta’ya ‘Özel Bir Gün’ yaşattı Scola. Ardından eski dostları bir balkona toplayarak özeleştiri yaptırdı ‘Teras’ta.

Dönem filmi ‘Balo’

Kalktı, hiç söz kullanmadan müzik ve dans eşliğinde ‘dönem filmi’ ‘Balo’da (Ballando Ballando) 2. Dünya Savaşı ve sonrasını anlattı; ‘Ancak bu kadar yapılır’’ dedirtti.
‘Aile’ ile 1986’da yine gişe rekorları kırdıktan sonra sinema nostaljisini vurgulayan ‘Splendor’u çekti. Splendor, ilk yönetmenlik denemesini gerçekleştiren Giuseppe Tornatore’nın aynı konulu ‘Cennet Sineması’yla (Nuovo Cinema Paradiso) ister istemez kıyaslandı. Sonunda ‘usta’nın yapıtının daha iyi olduğunda karar birliğine varıldı.
Bu arada İtalya’da Komünist Parti’nin güçlü olduğu dönemde, komünistler iktidarı denetleyecek gölge kabinede kültür bakanlığı görevini yüklendi.
90’lı yıllarda ise ‘Mario, Maria ve Mario’yla Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla solcuların yaşadıkları değer aşınmasını anlattı.

Fondaki tipler
Genelde Marcello Mastroianni, Massimo Troisi, Vittorio Gassman ve Stefania Sandrelli’yle çalıştı ‘usta’. Ancak, Mastroianni’yle özel bir dil oluşturmuştu. Fellini’nin de dediği gibi bakışlarında derinlik olmayan, son derece sıradan yüze sahip Mastroianni her role gidebilecek bir tipti.
İtalyan toplumunu kara mizahla sorgulama yolunu seçti Scola. Acılar, zayıflıklar, zor ilişkiler, tutuculuk, sıkıntılar gibi birçok karışık konuyu sade bir anlatımla, düz çözümlemeler sundu insanlara. Kahramanları toplumun dışladığı, silik, ‘fondaki tipler’di. Bunlar kendimizle kolay özdeşleştirdiğimiz, bizim korkularımızı, bizim sevinçlerimizi yaşayan insanlardı.
Scola, hep yeni şeyler anlattı, insanlar da Scola’nın gözüyle yaşama bakmayı çok sevdi.



AİLE

Toplumun en basit yapılı kuruluşu, çekirdeği olmasına karşın belki de en yoğun, en karmaşık ilişkilerinin yaşandığı, türlü duyguların, isteklerin çatıştığı bir ortam aile. Sevginin yeterli olmadığı durumlarda bir kağıttan kale gibi yıkılan imparatorluk. İtalya usta Scola, büyük bir cesaretle böyle canlı, zor ve hassas bir konunun derinliklerine dalarak yine başarıyla işin içinden çıkıyordu. Türkiye’den çok önce Hollywood filmlerinin egemenliğini kabul etmiş İtalya gibi bir piyasada Aile (La Famiglia), 1987 yılının en iyi gişe hasılatını getirerek Avrupa sineması için moral kaynağı olmuştu. Bu arada İtalya’nın önemli sinema ödülleri Davide di Donatello’dan 6 tane, Ciak D’oro’dan on tane kazanmıştı.
Aile, 1906 doğumlu Carlo’nun gözüyle bir çekirdek ailenin ve İtalya’nın 80 yıllık öyküsünü özetliyordu. Geniş bir ailenin reisi Carlo’nun 80. yaşgünü için torunlardan Carletto bütün akrabaları eve davet etmişti. Akrabalarının arasında Carlo, bir an geçmişe dönüp bir film şeridi gibi anıları gözden geçirmeye başlıyordu.
Bir zamanlar o büyük evde İtalyanca hocası dedesi, anne ve babası, kardeşi Giulio ve bekar üç halası Ornella, Luisa, Margherita’yı yaşamıştı Carlo. Sonra dedesinden ders alan Beatrice’nin kardeşi Adriana’ya aşık olmuş, ama Adriana yerine Beatrice’yle evlenmişti.
Paolino ile Maddelian adlarında iki çocuğu olmuş, yıllar sonra çocuklar kendi yollarını çizmek amacıyla evden ayrılmıştı.
Bu film, Scola gibi yaşamı komedi yoluyla sorgulamayı seven birine kahramanlarını istediği şekilde ‘boyama’ olanağı veren bir çalışmaydı.
Aile, dramla komedi arasında gidip gelen ‘kararsızlığı’yla, her sahnede tazelenen heyecanlı anlatımıyla başarılı bir filmdi. Tiyatro kökenli oyuncuların, özellikle Vittorio Gassman’ın ve görüntü yönetmeni Ricardo Aronovich’in de çorbada tuzu fazlaydı.



BİRBİRİMİZİ ÖYLE ÇOK SEVMİŞTİK Kİ
Scola’nın her filmi İtalyan toplumunun bir aynasıydı adeta. ‘Usta’, 1974 yapımı ‘Birbirimizi Öyle Çok Sevmiştik ki’de ( C’eravamo Tanto Amati) üçü erkek biri kadın dört İtalyanın kişiliğinde İtalya’daki sosyal değişimi anlatıyordu.
Birbirimizi Öyle Sevmiştik ki, Scola deyince ilk akla gelen simgesel filmlerden biriydi. 2. Dünya Savaşı sırasında dağlarda Almanlara karşı savaşmış üç partizanın savaş sonrası yaşadıklarının özetiydi. Üç arkadaş, yeni fikirlerle ve enerjiyle her şeye yeniden başlamayı planlıyor, ancak günler geçtikçe hastabakıcı Antonio yine hastabakıcı kalıyor, güneyli öğretmen Nicola kendini sinemaya kaptırıyor, aralarında yalnız Gianni zengin oluyordu.
Yıllar sonra yeniden bir araya geldiklerinde Gianni, arkadaşlarına üç kağıtçılıkla, bir zenginin kızıyla yaptığı evlilikle bu servete kavuştuğunu anlatma cesaretini bulamıyordu. Film, ‘Bizim nesil iğrenç bir nesil’ şeklinde günah çıkartmayla sona eriyordu.
Birbirimizi Öyle Çok Sevmiştik ki, dört dörtlük bir İtalya panoraması değildi belki, ama seyirci iki saat boyunca beyazperdeden kopamayıp kendini üç kahramandan biriyle özdeşleştiriyordu.
Filmin teknik yapısı dikkat çekiciydi; 50’li yılların ortalarına dek bütün İtalya siyah-beyaz çekilmiş, sonra ekonomik patlama, iç hesaplaşmalar, terör günleri renkli verilmişti. Scola bu filmde bir kez daha küçük insanların sıradan öykülerini genelleştirerek bize kendimizi gösteriyordu.



ÖZEL BİR GÜN
Roma’da bayram günüydü; tarih 6 Mayıs 1938. Halkın büyük bölümü, dostu Mussolini’yi ziyarete gelmişHitler’i selamlamak için sokaklarda, meydanlardaydı. Kocası fanatik faşist olan Antonietta ise (Sophia Loren) günlük işlerini yapmak için evden çıkmamıştı.
Eski bir radyo spikeri olan komşu Gabriele de (Marcello Mastroianni) faşistlere yakalanmadan evden uzaklaşmak amacıyla son hazırlıklarını yapmaktaydı. Bu arada, kafesi havalandırırken kuşu uçup Antonietta’nın dairesine konuyordu. İki komşu birlikte kahve içerken Gabriele kadına eşcinsel olduğu için faşistlerin onu yok etmek istediğini söylüyordu…
Özel Bir Gün (Una Giornata Particolare) feminist hareketle eşcinsellerin birbirine yakınlaştığı 70’lerin sonunda, Scola’nın konuyu hoşgörüsüzlüğün olanca ağırlığıyla yaşandığı faşist döneme geri taşıyarak kuvvetlendirdiği bir başyapıttı. Militan söyleme itibar etmeden Mussolini dönemini eleştiren, De Santis’in mat görüntüler ve radyo sesleriyle dönemin kasvetli, baskıcı ortamını hissettiren bu dram Scola’nın en iilerinin arasına adını yazdırdı.


SAAT KAÇ?
Ettore Scola, Splendor’u çekerken Marcello Mastroianni ve Massimo Troisi ile dinlenme anlarında ikinci bir filmin senaryosu üzerine fikir alışverişinde bulunuyor, kafasında, bir baba ile oğulun umutsuz ilişkisini anlatan öykü şekilleniyordu.
İki aktörün de bu projeye aklı yatınca mekan aranmaya başlandı. Roma yakınlarında Civitavecchia, nostaljiyle bugünü bir arada sunan ilginç bir şehirdi.
Splendor’dan sonra bir süre dinlenen ekip senaryo tamamlanınca çalışmaya başladı. Senaryoyu da yazan Scola, baba rolünü Mastroianni’ye Civitaveccihia’da askerliğini yapan oğul tipini de Massomi Troisi’ye verdi...
Marcello Ridolfi (Mastroianni) 60 yaşında, hali vakti yerinde, yaşamdan zevk almayı bilen, neşeli biriydi. Oğlunu ziyaret etmek için Civitavecchia’ya geliyordu sabah sabah. Hava soğuktu. Biraz sonra da Michele randevu yerine ulaşıyordu.
Birbirlerini az tanıyorlardı, aralarında derin bir uçurum vardı. Yıllar yılı hiç gönülden konuşmamışlar, birbirlerini anlamaya çalışmamışlardı. Baba konuşuyor, Michele susuyordu.
Heyecansız ve sıkıntılıydılar. İkisi de bitse de gitsek havasındaydı. Değerleri, amaçları, yaşamları çok farklıydı. Michele askerlik sonrası aynı şehirde kalma taraftarı, babasıysa onun büyük düşünmesini vurguluyor sürekli.
Gün uzundu, ikisi de fark ettirmeden saatlerine bakıyordu. Ama zaman geçtikçe, geriye kalan bir kaç saat adeta bir sihirli değnek değmişçesine filmi beklenmedik hoşluklara sürüklüyordu...
Geniş ufuklu sinemayı sevmiyordu Scola. Kimseyi kahramanlaştırmadan, bir ayrıntı cümbüşüyle süsleyerek veriyordu mesajını.
Scola, iki oyuncuyu şehri gezdirirken komediyi de yanlarına katıyordu. Her harekette, konuşmada bir espri doğuyordu. Ama elindeki iki oyuncu da usta olunca ipler Mastroianni ve Troisi’ye geçiyor, çoğu zaman oyuncuların yorumunun senaryoyu ezdiği seziliyordu.


VARENNES GECESİ
Birçok ülkede ‘Yeni Bir Dünya’ adıyla gösterilmiş film, gayet şematik bir yol ilerleyerek Fransa kralının çöküşünü ve demokrasinin gelişini, farkında olmadan tarihe şahitlik yapmış bir grubun ağzından ‘doğru’ ve doyurucu anlatmayı deniyordu.
Scola’nın ayrıntılardaki hassasiyeti ve giyotin, galeyan gibi beylik beylik sahnelere itibar etmemesi etkileyiciydi. Uluslararası oyuncu kadrosunun ağırlığı, büyük bir akademik zenginlikle değerlendirilen senaryo ve tarihi malzemeyle Varennes Gecesi, Scola’nın Avrupa sinemasına kattığı önemli yapıtlardan biriydi.
CUMHUR CANBAZOĞLU



Diğer Haberler