Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

17 EYLÜL 2010

02 Nisan 2011 Cumartesi 22:16
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

İstanbul´a döndüm ve basın gösterimlerine yeniden merhaba dedim. Bu hafta oldukça kalabalık. Tam yedi filme ev sahipliği yapıyor. Romanyalı yönetmen Radu Mihaileanu imzalı müzik yüklü dram ´´Paris´te Son Konser / The Concert´´ ile Kevin Smith´in yönettiği ve başrolde Seth Rogen´i izleyeceğimiz komedi ´´Garip Bir Aşk Öyküsü / Zack and Miri Make a Porno´´ izleme şansı bulamadığım iki film. Haftanın diğer beş filmiyse notlarımız arasında. İyi seyirler!

CAMINO
İspanyol ´´Takva´´sı olarak da nitelenebilecek ama dağıttığı mavi boncuklarla rengini pek belli etmeyen, iç karartan bir dram Camino… Javier Fesser´in yazıp yönettiği 2008 tarihli yapım, İspanyol Oscar´ları olarak bilinen Goya Ödülleri´nde aralarında ´en iyi film´ ve ´en iyi yönetmen´ olmak üzere toplam altı ödülün sahibi olmuştu. Ailesini tamamen koyu dini inançlarına göre yönlendiren bir annenin iki kızı… Camino, 11 yaşında. Sevgi ve umut dolu. Etrafındaki hemen her şeye pozitif yaklaşıyor. İlk kez aşkla tanışıyor. Jesus´a aşık. ´Karanlık gerçekçilik´ olarak tanımlanan üslubuyla İspanyol edebiyatının Cervantes´ten sonra en büyük ismi olarak anılan Camilo José Cela´nın (1916-2002) adını taşıyan –nedense- tiyatroda amatör bir oyunda oynamak bütün isteği. Sinderella olmak. Ama tam o sırada, ender görülen çok kötü huylu bir kansere yakalanıyor. Bir hastane odasında ölümü beklerken, etrafındaki oluşlar, aşk, hayat, ölüm ve inanç arasında büyük fırtınalar geçiriyor. Koyu Katolik inanç sistemi, kaderin Tanrı´nın sevgisinin bir işareti olduğunu söylese ve genç kız kesin olarak gelecek ölümü huşuyla beklese de, bir din klanında yaşayan evin büyük kızının duyduğu kuşkular ve ´inanmayan´ babanın vicdan azabı, Camino´nun öyküsüne farklı nüanslar katıyorlar. Gizemli ölüm meleği, sürekli soru işaretleriyle vurgulanan bilinmezlik ve kuşku, adeta yürek kanırtan dramın akılda kalan yanları oluyorlar son tahlilde. Omurilik kanseri sonucu hayata veda eden 14 taşındaki bir kızın yaşamından esinlenen öykü, Katolik Kilisesi´ne bağlı Opus Dei adlı dini teşkilata da açık göndermeler yapıyor. İstismar kokusu yayan 143 dakikalık kopkoyu dramın en başarılı noktası ise, adı İspanyolca da ´yol´ anlamına da gelen Camino´yu canlandıran 96 doğumlu genç başrol oyuncusu Nerea Camacho. Yüreğim şişkin, sıkkın, ama gözlerinin içi gülen genç aktrisin adını sıkça duyacağımdan emin ayrılıyorum salondan.

TINKER BELL VE PERİ KURTARAN
İskoçyalı roman ve oyun yazarı James Matthew Barrie´nin (1860-1937) yarattığı ünlü karakter Peter Pan, büyümeyi reddeden haylaz bir çocuktur. Peter Pan´ın yan karakterlerinden en ünlüsü de kuşkusuz Tinker Bell´dir. Sevimli ve iyi kalpli peri, 2008´den bu yana kendi hikâyeleriyle beyazperdede. Aslında DVD için üretilen animasyonlardan olan Tinker Bell´li peri filmlerinin üçüncüsü, içinde oldukça insancıl mesajlar barındıran hoş bir yapım. Özellikle okul öncesi ve ilkokul çağındaki küçüklerin oldukça beğenecekleri animasyon, baba-kız ilişkisinden, masallara inanmanın yürek rahatlatan ve ´iyi´ kılan etkisine, barışçıl ve uyum dolu yaşam özleminden, doğanın bütün dinamiklerinin korunmasının önemine dek birçok hususa itinayla değiniyor. İçinde hiçbir kötülüğe yer vermeyen ve naifliğin tedavi ediciliğiyle sarmalanmış film, çocuklarını elinden tutup salonlara yollanmış ebeveynlere de ücretsiz bir terapi seansı etkisi verebilir.

EJDERHA DÖVMELİ KIZ
İsveçli yazar Stieg Larsson´un (1954-2004) çok satan Millenium üçlemesinin ilk romanından uyarlanan ´´Ejderha Dövmeli Kız / The Girl with the Dragon Tattoo´´, Danimarkalı yönetmen Niels Arden Oplev imzalı. İskandinav, özellikle polisiye edebiyatta oldukça sivrilen İsveç mührünün etkisini ve atmosferini, kendine has bir estetik yapıyla perdeye yansıtmaya çalışan film, polisiye tatlar anlamında çok yeni bir lezzet içermese de, toplumsal değişim ve bozulmaya yönelik değinmeleriyle izlenebilir olmayı başarıyor. Kayıp bir kadının akıbetini araştıran gazeteci ve ona yardım eden araştırmacı-bilgisayar kurdu bir genç kız. Fransız polisiyesinin damakta bıraktığı tadın müptelası olmuş bir sinema yazarı olarak, kuzeyden esen bu popüler örneğe gösterilen ilgiyi bir türlü anlayamasam da, izlenmemesi için olumsuz herhangi bir neden göremiyorum. Sadece filmin, hızla içi boşalan bu erozyon çağında bile heyecan verecek en ufak bir detay içermediğini belirtmem gerek.

BÜYÜK OYUN
´´Zincirbozan´´ ve ´´Kolpaçino´´ filmlerinden tanıdığımız Atıl İnaç´ın yönettiği ve senaryosuna katkı sağladığı filmin senaryo ortağı, aynı zamanda yapımcılar arasında yer alan gazeteci Avni Özgürel. Çekimlerinin bir bölümü Irak´ta, Erbil ve Musul´da gerçekleştirilen dram, ülkenin karanlık gerçekleri etrafında gezinen bir öykü anlatıyor. Başına gelen türlü felaketlerden sonra kendini intihar bombacısı olarak bulan Türkmen kızı Cennet´in öyküsü, yaşadığımız ve hemen yanı başımızdaki coğrafyanın ve toplumun acı dolu, ürpertici gerçek tablosunu fon almış. ABD askerleri tarafından köyü basılan Iraklı Türkmen kız, Kerkük´te çalışan ağabeyini bulmak için yollara düşer. Ağabeyinin bir patlamada yaralandığı ve Türkiye´ye götürüldüğü haberini alınca, kendi öz saygısını ve benliğini yitirecek denli meşakkatli bir yolculuğun ardından Türkiye´de, İslamcı bir örgütün piyonu olarak bulur kendini. Dönüşü olmayan yol, çıkışsızdır da… Birçok önemli meseleye değineyim derken, büyüsünü, etkileyiciliğini yitiren yapım, ciddi bir tempo sorununa sahip. 2005 tarihli Filistinli intihar bombacılarının öyküsü ´´Paradise Now / Vaat Edilen Cennet´´i andıran ama adı geçen filmin sarsıcı tonundan tamamen uzak olması, ´eksikliği´ olarak göze çarpan yapım, resme geniş açıdan bakarak belki de hata yapıyor. Büyük resmin sadece ufak bir parçasını ele alsaymış, daha etkileyici ve sarsıcı olurmuş gibi geliyor insana. Oyuncu kadrosu ise görevini yapmış. Ana karakter ´Cennet´i oynayan Suzan Genç ile filmin ödüllü oyuncusu Selen Uçer oldukça iyiler. Yılların oyuncusu Ankara Sanat Tiyatrosu ekibinden Rana Cabbar, fazla iddialı tiratlarıyla şov yapıyor. Ama usta aktör filmden çalmıyor, aksine öyküye ruh katıyor ve hafızada yer açıyor.

ŞEYTAN
Son filmleriyle, eski parlak günlerini özleten M. Night Shyamalan´ın fikir babası olduğu gerilimi İspanyol korku filmi ´´Rec´´in Hollywood versiyonu ´´Quarantine´´i kotarmış iki kardeş, John Erick ve Drew Dowdle biraderler yönetmişler. Öyküde imzası olan Shyamalan, aynı zamanda yapımcı koltuğunda oturuyor. Şehrin merkezinde bir gökdelenin asansöründe mahsur kalan beş kişi. Üçü erkek, ikisi kadın beş yabancıdan biri şeytanın ta kendisi… Cezalandırmaya, hesapları kesmeye gelmiş şeytan, asansör kabininde terör estirirken, varlık nedeni, sadece asansördekileri değil, durumu kontrol altına almaya çalışan polis müfettişini de ilgilendirmekte… Klostrofobik atmosferde, dar mekânda gerilim yaratmayı başarmış, ama bunu genele yayamamış bir film var perdede. Yapım olanaklarından değil ama tahminen yönetmen koltuğundan kaynaklanan bir etkileyicilik sorunu var filmin. Bilinçli bir TV filmi havası yaratılmış sanki. Kaçan bir fırsat olarak değerlendirilebilir yapım son tahlilde. Shyamalan´ın ´´Alacakaranlık Kuşağı´´ benzeri bir seriyle TV´ye ısınma ihtimali de geliyor akla. Oysa, buluş ve eldeki malzeme bir pilot filmin çok ötesinde.

MURAT ERŞAHİN

 



Diğer Yazılar