Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

16 MAYIS 2014

15 Mayıs 2014 Perşembe 20:57
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

´Öncelikle Soma´da gerçekleşen faciada hayatlarını yitiren gözü pek madencilerimizi, onurlu emekçilerimizi, saygıyla anıyoruz. İnsan hayatlarının rakamlara indirgenmesi, en ucuz şeyin, insan hayatı ve emek olması, yüreklerdeki acıyı daha da dayanılmaz kılıyor. Yaşanan felaketin sorumlularının ortaya çıkmasını ve bunun son olmasını ümit ediyor, hayatını yitiren bütün emekçi kardeşlerimizin ailelerine başsağlığı ve sabır diliyoruz. Onlar, artık bizim de ailelerimiz.!´...
Dokuz yeni filme ev sahipliği yapacak haftanın, notlarımız arasında yer alamayan filmlerinin üçü de yerli yapım. Sinemamızda ilk kez, gerçek çekim kurmaca ile animasyon karakterlerini bir araya getiren ‘İksir’, ilk üç boyutlu yerli animasyon olan ‘Uzay Kuvvetleri 2911’ ve ‘006 Kaçış’ adlı komedi. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini asla bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

GODZİLLA
Dünyanın en ünlü canavarı, insanoğlunun; bütün insani ve ahlaki ‘sınırları’ aşarak yaptığı, bilimsel çalışmalar sonucu, gizlendiği okyanusun en derin yerinden ortaya çıkıp, insanların ve medeniyetin varlığını tehdit eden acımasız yaratıklarla mücadeleye giriyor. ABD-Japonya ortak yapımı olan Hollywood’un yeni Godzilla filmi, otantik canavarın beyazperdeye altmış yıl içinde yansıyan (28’i Japonya yapımı) otuzuncu macerası. İlk olarak 1954 yılında ‘Gojira’ adıyla perdeye yansıyan, Ishirô Honda imzalı Japon filmi, Hollywood’a ilk kez 1998’de, yine ‘Godzilla’ adıyla Roland Emmerich yönetiminde taşınmıştı. Aslen Japonya kökenli olan bu yaratık, İkinci Dünya Savaşı’nda, Japonya’nın yaşadığı nükleer felaketle ilişkilendirilmiş bir ikon! İnsanoğlunun kibrinin, doğayı yok saymasına verilen sert cevap öte yandan. İnsanoğlunun cezalandırılması için, ilahi bir güç tarafından gönderilmiş dev canavar, bu kez, nükleer denemeler sonrası, uykularından uyanıp, insanoğlunun yarattığı medeniyeti yok etmek adına, ABD’ye kadar gelen iki tuhaf yaratıkla, insanlığın ve kurduğu medeniyetin geleceği adına, müthiş bir mücadeleye giriyor. Eski Japon yapımlarının yolundan giden yeni çevirimi, 2010 tarihli karanlık ve hüzünlü bilimkurgu ‘Monsters / İstila’ ile dikkat çeken Gareth Edwards yönetmiş. Genç İngiliz aktör Aaron Taylor-Johnson’u başrolde izleyeceğimiz yeni ‘Godzilla’da, usta Japon aktör Ken Watanabe, yetenekli İngiliz oyuncu Sally Hawkins ile Elizabeth Olsen ve deneyimli aktör Bryan Cranston, öne çıkıyorlar. David Strathairn ve Juliette Binoche konuk isimler olarak renk katıyorlar zengin kadroya. Trajedi, endişe, korku, tehdit, çılgınlık gibi kavramlar etrafında gezinen Godzilla miti, yeni çevirimde, müthiş denilebilecek efektler ve incelikli bir stille yansımış perdeye. Gelişmiş teknolojinin de yardımıyla, titiz bir görsellik ve biçim kalıyor akılda en çok. Öykü ise, dev sürüngenin hikayesi, orijinal Japon yaratımlarına paralel olsun kaygısıyla, biraz dağınık duruyor sanki. Hatta bir hayli dikkat çekiyor bu dağınıklık. Finale doğru toparlanan senaryo, bütünlükten kopuk özel planlar içeriyor adeta. Büyük resme bakacak olursak, inişli çıkışlı anlara rağmen, özellikle üç boyut IMAX deneyimiyle birlikte, sürükleyici ve ilginç bir seyirlik olduğu su götürmez! (3 / 5)

FRANK
Bir müzik grubunun üyesi olmanın hayaliyle yanıp tutuşan, müzisyen adayı Jon, küçük kasabasına gelen, adı çok zor okunup, telaffuz edilen eksantrik Soronprfbs grubuna, tesadüf eseri klavyeci olarak kabul edilir. Kafasındaki dev maskeyi asla çıkarmayan, gizemli ve karizmatik grup lideri Frank önderliğinde, bir kır evine çekilen ekip, albüm kayıtlarına hazırlanırken, Jon; müzikal yaratıcılığı kapsamında, özel ve içsel bir serüven yaşayacaktır. 32. İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale ödüllü filmi ‘What Richard Did? / Ne Yaptın Richard?’ ile tanıdığımız İrlandalı yönetmen Lenny Abrahamson imzalı yapım, Punk grubu The Freshies’ın liderliğini üstlenmiş, İngiliz müzisyen ve komedyen Chris Sievey’in 70’lerde benimsediği Frank Sidebottom personasından esinlenmiş. İlk gösterimi, bağımsızların ana vatanı Sundance’ta gerçekleşen ve 33. İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışması’nda ‘Altın Lale’ için yarışan kara komedi, melankolik, duygusal bir atmosfere ve absürd bir mizaha sahip. Jon Ronson’un gazete makalesinden uyarlanan duygu yüklü, zeki ve provokatif yapım, günümüzde artık bir çılgınlık halini almış ve ortak vasatlıkla eşdeğer olan beğeniyi simgeleyen sosyal medyadan, kitle iletişim araçlarına, toplumsal linç ve takdiri sağlayan hemen her oluşu, hunharca eleştiriyor. İdealler, birey olabilmek, normalin ötesinde yatan gerçek, bir arada kalmak, az kullanılmış yolu seçmek, farklı olmanın hazzı, üretmek ve sürüden ayrılıp, bildiğini özgürce üretmek meseleleri üzerine, içi dopdolu satırbaşları yapıyor, kafasındaki maskeyi ancak finalde çıkaran Michael Fassbender’ı ‘Frank’ rolünde izlediğimiz, kendine özgü, hoş film. ‘About Time / Zamanda Aşk’ adlı romantik dramda izlediğimiz, usta aktör Brendan Gleeson’un oğlu olan Domnhall Gleeson, benzersiz Maggie Gyyleenhaal ve Scott McNairy, oyuncu kadrosunun diğer önemli isimleri. Filmde yer alan bütün şarkıların, filmde geçen adıyla Soronprfbs grubu tarafından, doğal olarak, filmin oyuncuları tarafından seslendirildiğini önemle belirtelim. Gerçek bir sanatçının üzerine düşenler, kapasitesi ve yeterliliği konusunda bu bilginin ışığında ayrıca kafa yorabilirsiniz. Sözün özü, söyleyecekleri ve stili olan, şık, absürd, son derece hüzünlü, kişilikli, kendine göre özgün bir umut içeren, zeki filmi kaçırmayın! (4 / 5)

DÜŞMAN
2010 yapımı ‘Incendies / İçimdeki Yangın’ ile ünlenen Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve, 2013’te çektiği Jake Gylleenhaal’lü iki filmiyle; ‘Prisoners / Tutsak’ ve ‘Enemy / Düşman’la Hollywood’a transfer olmuştu. Nobel ödüllü Portekizli yazar José Saramago’nun (1922-2010) ‘Kopyalanmış Adam’ adlı romanından uyarlanan gizem yüklü dram ‘Düşman’, günün birinde kendi ikiziyle, tıpatıp benzeriyle karşılaşan bir adamın, ‘gerçekle’ olan ilişkisine değiniyor. Tarih profesörü olan Adam, sevgilisi Mary dahil, hayatındaki hemen her şeyden sıkılmıştır. Birbirinin kopyası günler geçmekte ve bir robot gibi sürdürdüğü sıkıcı hayat, her geçen gün daha da boğucu hale gelmektedir. Bir arkadaşının tavsiyesiyle izlediği filmde, kendisine tıpatıp benzeyen bir aktör görür Adam. Adının Anthony olduğunu öğrendiği aktörü takip etmeye başlar ve netameli gelişmelerin tam ortasında bulur kendini. Başarılı atmosferiyle dikkat çeken film, Lynch ve Cronenberg evrenlerine benzer yapısıyla, doğrusu; ‘farklı’ bir tat bırakıyor damakta. Uyarlandığı edebi metnin yoğunluğunun hakkını tam veremese de, kurduğu evren ve kaşıdığı hayati meseleyle izlenir ve üzerine düşünülür olmayı başarıyor. Jake Gylleenhaal’e eşlik eden başarılı aktrisler; Mélanie Laurent ile Sarah Gadon, gayet iyiler. ‘Blue Velvet / Mavi Kadife’ ile zihne yerleşen Isabella Rossellini, bu kez ‘anne’ rolünde çıkıyor karşımıza. Planları ve atmosferi destekleyen müziğiyle, daha da etkileyici oluyor, ilk kez; 33. İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan kapkara öykü. (3 / 5)

OCAK AYININ İKİ YÜZÜ
1962 yılında, Atina’dayız. Karizmatik ve gizemli Amerikalı çift, Akropolis’i ziyaretleri sırasında, yakışıklı tur rehberi Rydal ile tanışırlar. Gizem bakımından, onlardan aşağı kalmayan bu becerikli ve fırsatçı genç adamla kısa sürede yakınlaşan çiftin etkileyici görünüşlerinin altında yatan karanlık sırlar, gün yüzüne çıktığında, Rydal, kendini, sonuçlarını hesaplamadığı ciddi sorunların tam ortasında bulacaktır. Yarattığı ‘Ripley’ karakteri ile tanınan polisiye edebiyatın ünlü ismi Patricia Highsmith’in (1921-1995) romanından uyarlanan gerilimli kara filmi, Driver / Sürücü adlı derinlikli filmin senaryosunu da kaleme almış, yetenekli senarist, İran asıllı Hossein Amini yönetmiş. Amini’nin ilk uzun metraj yönetmenlik deneyiminde başrolleri, üç önemli isim, Viggo Mortensen, Kristen Dunst ve en son, Coen kardeşlerin incelikli resitali, ‘Inside Llewyn Davis / Sen Şarkılarını Söyle’de izlediğimiz Guatemala doğumlu yetenekli aktör Oscar Isaac üstleniyorlar. Çekimlerinin bir bölümü ülkemizde gerçekleşen filmde, ufak bir rolde oyuncumuz Mehmet Esen’de rol alıyor. Hithcock’vari bir atmosfer yaratmayı kısmen başaran, entrika ve gizemden daha çok, karakterlerin duygu dünyasına ve öykünün kaşıdığı drama değinen yapım, Highsmith romanlarının alışık olduğumuz ‘şüphe’ kavramından uzaklaşıp, daha başka derinliklere dalsa da, ilgiyi hak ediyor. Beklenen kırılma anları, entrika ve beklenmedik ters köşeleri bize sunmasa da, duygusal tonu ve öykülediği dönemin özel ayrıntılarıyla ilginç olmayı başarıyor. Viggo Mortensen özellikle iyi. (3 / 5)

SENİNLE YAŞIYORUM
Amerika’dan, İngiltere’deki akrabalarının yanına gelen Daisy, burada tanıştığı Edmund’a aşık olur ve kır yaşamın alışmaya başlar. Fakat aniden başlayan üçüncü dünya savaşı, bütün sevenlerin ayrılmasına ve felakete yol açacaktır. Genç Daisy ve çevresindekiler, kendilerini bir ölüm kalım mücadelesinin içinde bulur. Meg Rosoff’un, özellikle genç okura seslenen ödüllü popüler romanından perdeye uyarlanan, distopik romantik yapımı, Kevin MacDonald yönetmiş. ‘The Last King od Scotland / İskoçya’nın Son Kralı’ ile tanıdığımız McDonald imzalı film, bir çeşit ‘kıyamet sonrası romantizm öyküsü’. Genç izleyiciyi özellikle hedef alan duygusal yapım, belli oranda, gerilim ve aksiyon da içeriyor. Nerede duracağını ve ne olduğunu bir türlü netleştirmeyen, bir tür karmaşa içinde olan film, genele yayamasa da, bazı anlar etkileyici bir atmosfer kurmayı başarıyor. ‘The Hunger Games / Açlık Oyunları’, ‘The Host / Göçebe’ve ‘The Mortal Instruments: City of Bones / Ölümcül Oyuncaklar: Kemikler Şehri’ gibi benzer yapımların izleğinde yol alan, distopik açılımını, tutkulu bir aşk öyküsüyle birleştiren duygusal filmin başrolünü, yıldızı iyice parlayan Saoirse Ronan üstleniyor. Tom Holland ve George MacKay, genç aktrise eşlik eden aktörler. Alman görüntü yönetmeni Franz Lustig’in başarılı kamerası ve karşımıza tilkilerin çıktığı plan, filmin kayda değer noktalarından. (2 / 5)

YASAK BÖLGE
Senaryosunu, Luc Besson ve Bibi Naceri’nin kalem aldıkları, Pierre Morel’in yönettiği 2004 tarihli aksiyon bombası ‘Banlieue 13 / Banliyö 13’ün yeniden çevirimi olan Fransa-Kanada ortak yapımı ‘Brick Mansions / Yasak Bölge’nin senaryosu; orijinal filmde olduğu gibi, yine Luc Besson ve Bibi Naceri imzalı. Yönetmen koltuğunda ise, kurgu masasından gelme ve ilk uzun metrajını yöneten Camille Delamarre oturuyor. Aksiyonu yüksek suç filminde, geçtiğimiz aylarda hayatını yitiren Paul Walker başrolü üstlenmiş. Kendisine eşlik eden isimlerse, yine orijinal filmdeki karakteriyle karşımıza çıkan David Belle ve RZA. Yakın gelecekte, bir distopya tasviri içindeki Detroit’te geçiyor öykü. Terk edilmiş tuğla evlerde, sadece suçlular yaşamaktadır. Polis ve yerel yönetim, şehrin geri kalanını suçtan korumak için, adeta bir suç işleyip, bölgenin etrafına bir duvar örmüştür. Babasının katilini bulmayı, en büyük amacı haline getirmiş narkotik polisi Damien, bundan sorumlu gördüğü Tremaine’i ele geçirmek üzere suç bölgesine gönderilir. Özellikle genç izleyiciye seslenen, bilgisayar oyunlarına benzer, göz alıcı yakın dövüş teknikleriyle süslü, gerçekten son sürat bir aksiyon olmuş yeniden çevirim. Belli bir noktaya kadar, benzerlerinden farksız ilerlese de, finale doğru, bambaşka bir oluşa evriliyor ve ters köşe bir hamleyle, içi dolu, cesur, ciddi şeyler söylüyor. Paul Walker’ın son rolü olduğu içinse ayrıca ilginç. (2,5 / 5) MURAT ERŞAHİN




Diğer Yazılar