Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

09 EKİM 2015

08 Ekim 2015 Perşembe 21:39
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu hafta vizyona giren altı yeni filmin dördü notlarımız arasında. Haftanın diğer iki yenisi ise, iki yerli komedi. Televizyon ekranlarından sonra sinema izleyicisiyle buluşan, Ömer Uğur imzalı ‘Geniş Aile: Yapıştır’ ile başrollerini Ali Sunal ve Hatice Şendil’in paylaştıkları ‘Hayat Öpücüğü’. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

MANTIKSIZ ADAM
Filmekimi’nin programında da yer alan Woody Allen’ın yeni filmi, ustanın kırk altıncı uzun metraj kurmaca yönetmenliği. Seksen yaşında olmasına rağmen, pırıl pırıl bir zekaya sahip olan Allen’ın, mizah duygusundan en ufak bir kırıntı kaybetmemesi, takdire şayan. Varoluş kriziyle mücadele etmeye çalışan, kendisini tamamen ‘salmış’ orta yaşlı felsefe profesörünün hikayesi, ustanın bildik hüneriyle kotardığı bir suç dramı öte yandan. Eserleri ve akademik geçmişiyle ‘ün salmış’ felsefe profesörü Abe, son yıllarda yaşamdan zevk alamayan, duygusal olarak dibe vurmuş, özel hayatında sorunlar yaşayan, yalnız bir münzeviye dönüşmüştür. Küçük kasabadaki üniversitede ders vermeye başlayan Abe, varoluşuna anlam yüklemek için son derece mantıksız gözüken, sıra dışı bir karar verecektir! Joaquin Phoenix’e, artık iyiden iyiye bir Woody Allen oyuncusu olmuş Emma Stone ve Parker Posey’in eşlik ettikleri Woody Allen filmi, varoluşun anlamsız, sıradan, otomatik bir devinim olduğunun altını çizerken, yaşama arzusunu kazanmak adına, en bayağı en vahşi, en basit güdülerle donanan entelektüel insanın çıkışsız trajedisini yansıtıyor perdeye. İlk gösterimini Cannes’de gerçekleştiren yapım, Woody Allen’ın sihirli tadından ve atmosferinden hoşlananlar için ideal bir seyirlik olsa da, ustanın ‘iç cebimizde saklanacak, dahiyane’ işleri arasında gösterilemez öte yandan. İncelikli öykü, en ilkel uyarılarla hareket eden insanın kadersizliğini ve dünyada ‘oyalanırken’ kazanıp kaybettiği anlam ve anlamsızlıkları şık ve hınzır biçimde dikte ediyor bize. (3 / 5)

TEHLİKELİ YÜRÜYÜŞ
Robert Zemeckis imzalı ‘The Walk / Tehlikeli Yürüyüş’ üzerine bir şeyler karalamadan önce, aynı mevzuu üzerine, James Marsh tarafından çekilen 2008 tarihli Man on Wire / Teldeki Adam’ adlı belgeseli ‘iyice’ anımsamak gerek. Bakın o müthiş belgesel üzerine neler yazmışım: Philippe Petit adındaki Fransız ip cambazı, 7 Ağustos 1974’te sabah saat 07:15’te, o zamanın en yüksek binaları olan New York’taki ikiz kuleler arasında gerilmiş, Manhattan sokaklarından 411 metre yükseklikteki telde gezinirken, dünya bu ‘çılgın’ adamı, 45 dakika süren ‘yüzyılın sanatsal suçunu’ konuşuyordu… Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülünü, Akademi Ödülleri’nde En İyi Belgesel Oscar’ını kazanan toplam 43 ödüllü dokümanter adını, Petit ve arkadaşlarını gözaltına alan polisin tuttuğu zabıttaki başlıktan alıyordu: ‘Teldeki Adam’. Petit, resmi açılışı 1973 yılının Nisan ayında yapılan İkiz Kuleler arasında yürümeyi, henüz gökdelenlerin inşa haberini okur okumaz hayal etmeye başlamıştı. Bu amaç için yakın arkadaşları, yani suç ortaklarıyla New York’ta sekiz ay boyunca ince planlar yaptı. İkiz kulelerin sıkı güvenliğinden geçti. Üzerinde yürüyeceği teli ve ipi germek için gerekli ekipmanları binaya soktu, teli iki kulenin iki çatısına ulaştırdı, kulelerin salınma durumunu ve rüzgârın gücünü hesapladı. Nihayet teli gerdi ve 45 dakika sürecek şovuna başladı. Telin üzerinde yattı, çömeldi, oturdu, hızlı, bazen ağır adımlarla defalarca, bir uçtan ötekine ulaştı. James Marsh’ın yönettiği ABD-İngiltere ortak yapımı belgesel, bu tarihi olayı, öncesini ve bu sanatsal suçu gerçekleştiren gerçek insanların günümüzdeki görüşlerini içeriyordu. Yaşamı sınırlarda yaşayan, olabildiğince ilginç bir adamın, ‘tuhaf’ özgürlük hissinin, farklı bir yaşam tarzının, bir ‘suçun’, aslında bir bakış tarzının ve idealleri, rüyaları gerçek kılmanın öyküsünü nakleden belgesel, yaşamın ta kendisi gibi. Hüzünlü, bazı anlar komik, sıra dışı, devrimci, anarşist, heyecanlı ve hepsinden öte insan denen o büyük bilinmeze dair ipuçları içeren tarihi bir belge… Şimdi, Zemeckis’in bu hafta vizyon görecek filmine dönelim. Aynı ‘Teldeki Adam’ gibi, olayın kahramanı Philippe Petit’in anılarından derlediği ‘To Reach the Clouds’ adlı kitaptan perdeye uyarlanan biyografik dram, James Marsh’ın belgeselinin kurmaca hali gibi. Ama bu ‘gibi’ de düğümleniyor her şey. Gerilimli ve ‘müthiş’ yürüyüşün hikayesi, her ne kadar gelişmiş foto gerçeklik teknikleri ve üç boyutlu IMAX sihriyle buluşsa da, 2008 tarihli belgeselin kıyısından bile geçemiyor. İp cambazı, gösteri ustası ve özgür sanatçı Philippe Petit’i, Joseph Gordo-Levitt’in canlandırdığı yapım, Petit’ten çok, 11 Eylül 2001’de gerçekleşen terörist saldırı sonucu yerle bir olan ikiz kulelerin öyküsü olmuş adeta! Sınır tanımaz bir sanatçının rüyasını gerçekleştirme hikayesi, ona ilham veren ve artık dünyamızda olmayan o muhteşem! kulelerin ruhunun öyküsüne dönüşmüş. Bu mesele, 2008 yapımı belgeselin görkemi ve gücüyle, işin özü, olayın gerçek meselesiyle büyük tezat yaratıyor. ‘İkiz Kulelerin Esin Veren Ruhani Gücü’ filan olsaymış Zemeckis’in filminin adı, daha ‘hakiki’ olurmuş sanki her şey. Petit de, bir yama gibi durduğu filmde, bir şekilde anılmış ve düşleri alkışlanmış olurmuş açıkçası. Polonyalı Dariusz Wolski’nin kamerası ve Alan Silvestri’nin özgün müziğiyle değer kazanan film, izletiyor kendini izletmesine ama biz biliyoruz ki, aynı mesele ve öyküyü, peliküle olağanüstü güçte aktaran bir belgesel var ve sinema tarihinde duruyor. (2,5 / 5)

KORKU TERAPİSİ
İzleyici ile ‘oynayan’, zihne ters köşe plaseler gönderen Alejandro Amenábar filmi, ‘lezzetsiz’ yanına rağmen sağlam. 1990 yılında geçen öykü, babasını korkunç bir suçla itham eden genç kızın, olayı araştıran başta bir dedektif ve bir psikolog olmak üzere yetkililerin ve bütün bir kasabanın öyküsü. İnanç, tarikatlar, yalanlar, gerçekler, halüsinasyonlar, ‘gibi olmalar’, zihin oyunları, şeytan, Tanrı ve insanlar… Bir suç iddiasının etrafında dönen öykü, elini belli bir yerden sonra ‘açık’ oynasa da, beraberinde mütevazi bir ‘acaba’yı taşıyor, ilk sahnesinden, finaline dek. Başrolü Ethan Hawke’nin üstlendiği korku-gerilimde, Emma Watson, David Thewlis, Lothaire Bluteau ve Dale Dickey, diğer önemli rolleri üstleniyorlar. İspanya-Kanada ortak yapımı, görüntü yönetmeni Daniel Aranyó’nun nitelikli kamerasıyla artı değer kazanmış. Sağlam kurulmuş atmosfer, Amenábar’ın bildik işleri kadar lezzetli, ‘içe işleyici etkileyicilikte’ olmasa da, baştan sonra ilgiyle izletiyor kendini. Öyküye-meseleye ait bazı saptamaların, son derece iddialı ve ‘kesin’ olması; hemen her açıdan tartışılacak kavram ve oluşların varlığını yeniden anımsatıyor. (3 / 5)

EJDER KILICI
‘Tarkan Altın Madalyon’ tadı ve dokusunda bir tarihi aksiyon. Başrolünde malumunuz Kartal Tibet’i izlediğimiz 1972 tarihli Mehmet Aslan filmine haksızlık olmasın, onun büyü ve etkisinin kıyısından geçmeyen bir avantür olmuş orijinal adı ‘Tian jiang xiong shi’ olan Çin yapımı. Filmin başrolünü, aynı zamanda künyede dövüş sahneleri yönetmeni olarak da geçen Jackie Chan üstleniyor. John Cusack ve Adrien Brody ise Romalı rolünde karşımıza çıkıyorlar. Filmin güzel savaşçı kontenjanını ise Peng Lin dolduruyor! Kötücül Romalı imparator Tiberius, babası ve kardeşini yok ettikten sonra, İpek Yolu’nu ele geçirmek için, ordusuyla beraber müthiş bir işgal planlar. Zalim liderine isyan eden kahraman komutan General Lucius ise, en büyük desteği, Huo An adlı korkusuz ve barışın mutlak gücüne inanan bir savaşçıdan alacaktır. Barış için savaşan kahramanların, kötücül, emperyalist ve faşist zihniyete karşı olan mücadelesi, Jackie Chan’ın dövüş koreografisi sayesinde bir parça da olsa ilgi çekiyor ama işin geri kalan kısmı, tekrar ve sarkmalardan oluşan hamasi bir boşluk. Her şey bir yana, Romalıların, koskoca Çin seddini yapmış bir medeniyete, mimari ve inşaat öğretmesi abesle iştigal bir durum yaratmış. Zayıf sineması yanında, batıya yaranayım derken, hatırı sayılı bir kültürel geçmişi zedelemek de, Daniel Lee’nin yazıp yönettiği hareketli filmin önemli eksisi olmuş. (1,5 / 5) MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar