Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

08 MART 2013

07 Mart 2013 Perşembe 21:53
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Merhaba! Haftanın yeni film sayısı, altı. Notlarımız arasında yer almayan iki yapımdan biri yerli. Küçük Emrah olarak tanınan şarkıcı, şarkı yazarı ve oyuncu Emrah Erdoğan’ın ilk yönetmenlik denemesi olan “Gelmeyen Bahar” adlı dram. Diğeri ise Juliette Binoche’u başrole taşıyan 2011’de çekilmiş, Fransa-Polonya-Almanya ortak yapımı “Elles / Kadınlar”. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanı, pamuklar içinde yaşatmaya daha fazla önem gösterin lütfen; sokakların tıka basa, sinemadan çıkmayanlarla dolu olduğu günümüzde! Herkese iyi seyirler.

AŞKIN İZLERİ
Terrence Malick ustanın altıncı uzun metrajı, 2011 tarihli “The Tree of life / Hayat Ağacı”nın neredeyse devam anlatısı biçiminde. İlk filmi 1973 “Badlands / Kanlı Toprak” ve 1978 tarihli “Days of Heaven / Cennet Günleri”nin ardından sinemaya uzun bir süre ara verip, beyazperdeye; 1998 yapımı “The Thin Red Line / İnce Kırmızı Hat” ile geri dönen usta sinemacı, alışkın olmadığımız üzere; ardı ardına çektiği iki filmle şaşırttı izleyicisini. Kaybettiği eşine adadığı filmi, yönetmenin “Hayat Ağacı”ndan tanıdık meselelerini, biraz daha romantik ve ‘bir parça başka’ biçimde karşımıza çıkarıyor. Ruhani durumlar, tanrı, din ve inanç bu kez tamamen ön planda. Yüreği kaplayan varoluş acısı, bilinmezler, aşk dediğimiz bol soru işaretli ‘derin’ mevzu, bir ömür boyu söyleyememek, mesafeler, geçicilik, unutuş; kaybolmuşluk, umutsuzluk, ihanet, sadakat, tutku gibi gündelik hayata sokulup, hepimizi içine alan kavramlarla buluşmuş. Modern hayatın çıkmazları, çevre, insan zavallılığı, demografi ve her yerde aynı şey… İnsan haritasının karanlık ve bilinmez tarafı; varoluşun ve içimizdeki bütün duyguların ilk kaynağı olarak düşünülen bilinmez güce; Malick’in söylemiyle Tanrıya yöneliyor. Bu yöneliş, bizi; cevaplarını bulamadığımız soruların kaynağına ve yaşarken çektiğimiz acıların telafisine götürür mü onu eşeliyor yönetmen. Fakat bütün şiirsel anlatıya ve Meksikalı görüntü büyücüsü Emmanuel Lubezki’nin eşsiz kamerasına rağmen, ruhanilik ve inançla fazla ilgilenen yapım, bir noktada sıkıcı bir hal almaktan ve fazla öznel olmaktan kurtulamıyor. Ustanın tekrar filmi oluyor, Venedik’te ‘Altın Aslan’ için yarıştığı romantik dramı. Az diyaloglu, kırılgan ve hüzünlü anlatıda; güzelliğiyle ‘hemen her şeye inandıran’ Olga Kurylenko ile resmi Oscar’lı “Argo”nun dünyeviliğinden sıyrılıp gelen Ben Affleck başrolleri üstleniyorlar. Rachel McAdams ile usta aktör Javier Bardem; orijinal adıyla “To the Wonder”ın öne çıkan diğer isimleri. (2,5 / 5)

EVE DÖNÜŞ: SARIKAMIŞ 1915
Reklam yönetmeni Alphan Eşeli’nin ilk uzun metraj sinema denemesi, bir ilk film için başarılı olarak nitelenebilir. Son dönemde sıkça karşımıza çıkan hamasi, milliyetçi yerli yapımlardan ayrılıyor koyu dram. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslara karşı yapılan ve yüz binden fazla askerin şehit düştüğü –ki çoğunun düşman silahıyla değil, soğuk hava koşullarına, sert doğaya yenik düşerek hayatını yitirdiği – Sarıkamış Harekatı’nın ardından geçiyor öykü. Doğu Anadolu, 1915’in Ocak ayından sonra, belirsizliğin ve karmaşanın hüküm sürdüğü sahipsiz; ölü bir bölgeye dönüşmüştür. Yolları bu bölgeye düşen yedi farklı insan, kendilerini; dondurucu soğukla birlikte yaşanan çetin doğa koşullarıyla, açlıkla ve imkânsızlıkla mücadele ederken bulurlar. Sığındıkları terk edilmiş, harabeye dönmüş bir köy evinde; vahşi doğaya karşı direnirlerken, en büyük düşmanın birbirleri olduğunu unutmuşlardır. Hayatta kalmak ve sağ olarak eve dönmektir tek amaç. Yönetmen Alphan Eşeli’nin, Serdar Tantekin ile birlikte yazdıkları senaryoyu, Hayk Kirakosyan görüntülemiş. Usta görüntü yönetmeninin etkileyici drama olan katkısı, gerçekten çok büyük. Macar besteci Mihaly Vig’in özgün müzik çalışması da, dramın keskinliğine eşlik ediyor. Uğur Polat, Nergis Öztürk ve Serdar Orçin’in başı çektiği gayet başarılı oyuncu kadrosunda Muharrem Bayrak, Şevket Süha Tezel, Sıla Çetindağ ve Şebnem Hassanisoughi’de yer alıyor. Gerçekçi, farklı bir yanı var öykünün. Örneğin, finalde yer alan epilogda da izlediğimiz gibi; dünya savaşına gidenlerin birçoğu; iradeleri dışında, mecburen cephede buluyorlar kendilerini. Eşlerinden, çocuklarından, sevdiklerinden, yuvalarından uzakta, nedenini bilmedikleri bir savaşta. Tabii, Kurtuluş Savaşı’ndan farklı bir konumu var bu savaşın. Politikanın ve müttefik ülkelerin baskı ve istekleriyle yönlendirilen bir halk var ortada. Tek düşünceleri; evlerine, onları bekleyenlere sağ salim dönmek olan! Çaresizlik içinde verilen hayatta kalma savaşının kuralsızlığına, acımasızlığına parmak basan insani öykü; alışageldik örneklerle karşılaştırınca ters köşeye yatırıyor izleyiciyi. Başarıyla kurulan atmosfer ve makyajı da içeren yapım tasarımı, öyküdeki bir takım boşluklara ve soru işaretlerine rağmen, ilgiyi ayakta tutmayı başarıyor. Senaryodaki bazı içi dolmayan noktalar rağmen, sinemamız adına özgün ve düzgün bir iş bu ilk film. Alphan Eşeli’yi takibe almak gerek! (3 / 5)

UZUN BOYLU ESMER ADAM
Woody Allen’ın 2010 tarihli filmi, üç yıl gecikmeyle vizyonda! Ülkemize ciddi bir rötarla uğrayan orijinal adıyla “You Will Meet a Tall Dark Stranger”, bildik bir Woody Allen anlatısı. Romantik komedinin, ‘light’ bir Bergman atmosferine yedirilmiş şekli, Londra’da geçen bir insanlık halleri öyküsü. Allen, bu filmin ardından; 2011’de Paris’i ziyaret etmiş, En İyi Orijinal Senaryo Oscar’ını kazanan “Midnight in Paris / Paris’te Gece Yarısı”nı ve 2012’de Roma’da, “To Rome with Love / Roma’ya Sevgilerle”yi yönetmişti. Üç yıl öncesine döndüğümüz filminde Londra’da geçen bir öyküyle çıkıyor karşımıza usta sinemacı. Film, Allen’ın, yağmurlu, gri şehri fona aldığı dördüncü filmi. Daha önce, yine Londra’da geçen, üç şık filmi; “Match Point / Maç Sayısı”, “Scoop” ve “Cassandra’s Dream / Cassandra’nın Rüyası”nı izlemiştik. İlerlemiş yaşında gençlik sevdası yüzünden eşini terk eden Alfie, eşi Helena’nın ardından; bir telekızla evlenir. Helena ise, kızının bulduğu ‘çakma’ falcı ile avunmaktadır. Falcı, uzun boylu, esmer, yakışıklı bir yabancıyla tanışacağını söyler Helena’ya. Bu arada, çiftin tek çocuğu Sally ise, başarısız roman yazarı eşi ile sorunlar yaşamaktadır. Herkes mutsuzdur; buna karşılık herkesin keyfi yerindedir. Trajiktir, varoluşunun ve bulunduğu yerde ne yaptığının anlamını bilmeyen insanın hali. Woody Allen, oyuncu kadrosunu yine oldukça iddialı isimlerden oluşturmuş. Anthony Hopkins, Naomi Watts, Antonio Banderas, Josh Brolin ve Gemma Jones zengin kadronun öne çıkan yıldız isimleri. Woody Allen’ın iyi filmleri arasında sayamayacağımız, buna karşılık asla kötü olmayıp, vasat sınırında gezinen yapım, oldukça ince ve lezzetli anlar içeriyor içermesine ama budur işte dedirtip, içli bir gülümsemeyle çıkarmıyor insanı, salondan sokağa. (2,5 / 5)

MUHTEŞEM VE KUDRETLİ OZ
Bütün zamanların en önemli, en sevilen ve en çok bilinen filmlerinden, Amerikan popüler kültürünün mihenk taşlarından olan 1939 tarihli “Wizard of Oz / Oz Büyücüsü”nün öncülü olabilecek yeni bir uyarlama var karşımızda. L. Frank Baum’un (1856-1919) “The Wonderful Wizard of Oz” adlı kitabından uyarlanan (aslında Baum’un kaleme aldığı 13 romanı kaynak kabul eden) yeni filmi, sinemaya ‘korku sinemasına yeni bir ruh katan genç yetenek’ olarak girmiş, ardından Hollywood’un parlak isimleri arasına sokulup altın çocuklardan biri olmuş, usta sinemacı Sam Raimi yönetmiş. David Lindsay-Abaire ve Mitchell Kapner’in uyarladıkları fantastik macera, Kansas’lı üç kağıtçı, çıkarcı sihirbaz Oscar Diggs’in efsanevi ‘Oz Büyücüsü’ne dönüşmesinin hikâyesi. Orijinal filmin unutulmaz ana karakterleri Dorothy, Korkuluk, Teneke Adam ve Aslan yok bu kez karşımızda. Yeni karakterlerle tanışıyoruz. Oscar Diggs’e yoldaşlık eden sevimli komi maymun Finley, porselen küçük kız, iyi cadı Glinda, kendi küçük, yüreği büyük, cesur ama aksi kahraman Knuck ve usta Tinker, 2013 versiyonunun yeni kahramanları. Orijinali gibi bir müzikal değil Sam Raimi’nin filmi ama içinde şarkılar ve danslar mevcut. Orijinal filme, Hollywood’un altın yıllarına ve yedinci sanatın bizzat kendisine saygılarını sunuyor film öte yandan. ‘Oz Büyücüsü’ olarak James Franco çıkıyor karşımıza. Birbirinden yetenekli ve güzel üç aktris; Michelle Williams, Rachel Weisz ve Mila Kunis, başarılı aktöre eşlik ediyorlar. Zach Braff, Bill Cobbs ve Tony Cox, filmin diğer isimleri. 1939 tarihli film kadar etkileyici ve sihirli değil tabii ki Sam Raimi’nin uyarlaması fakat son derece görkemli, konusunda uzman bütün teknik ustaların bir araya geldiği, üst düzey yapım tasarımına sahip, sanat yönetimi konusunda örnek gösterilebilecek bir iş duruyor perdede. ‘Oz’u, yeni nesillere sevdirecek ve özlemin eski tadını anımsatacak keyifli bir yapım olmuş, orijinal adıyla “Oz the Great and Powerful”. İnsanlar, en önemli hazineleri olan özgürlükleri için ayaklanıp, isyan ederler, sıradan bir adam, doğuştan gelen yeteneğini, zekâsı ve bilgisi ile birleştirerek, güç ve iktidar sahibi kötüleri alaşağı eder, son tahlilde dürüstlük, sevgi, dostluk ve iyilik; yaşamın en önemli oluş ve erdemleridir. Hemen her yaş, sinema salonunu doldurup izlemeli; renk cümbüşü ile akıllara kazınacak, bu görkemli masalı. (3,5 / 5) MURAT ERŞAHİN






Diğer Yazılar