Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

07 KASIM 2014

06 Kasım 2014 Perşembe 19:52
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dördü yerli, beşi yabancı, toplam on yeni filme ev sahipliği yapıyor yeni hafta. Christopher Nolan’ın merakla beklenen yeni filmi ‘Interstaller / Yıldızlararası’ haftanın lokomotifi. Tom Hardy’nin başrolünde döktürdüğü derinlikli suç öyküsü ‘The Drop / Kirli Para’ ile birlikte iki yerli yapım, 21. Adana Altın Koza’dan ödüllerle dönen ‘Deniz Seviyesi’ ile on yıl aradan sonra yeniden çıkagelen ‘İnşaat 2’ notlarımız arasında. Başrollerini Bradley Cooper ile Jennifer Lawrence’in paylaştıkları Susanne Bier imzalı dram ‘Serena’, Steve Carrell ve Jenniger Garner’li aile komedisi ‘Alexander and the Terrible, Horrible, No Good, Very Bad Day / Alexander ve Berbat, Korkunç, Hiç İyi Değil, Çok Kötü Bir Gün’, üç boyutlu çizgi film ‘Tarzan’ ile birlikte üç yerli yapım, bir dram ‘Unutma Beni İstanbul’, bir komedi ‘Olur Olur!’ haftanın notlarımızda yer alamayan diğer filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

YILDIZLARARASI
‘Bir yolunu bulacağız. Daima bulmuşuzdur!’ der filmin kahramanı Cooper. İnsandan yana ümidini kesmeyen ama içerdiği bilimselliğe, öyküsünün odağındaki insan sıcağını tam olarak yediremeyen bilimkurgu serüveni, yedinci sanatın son on beş senesinin en parlak yaratıcıları arasında sayılan Christopher Nolan imzalı. Klasik fizikle, kuantum fiziği arasında salınan, ciddi ve bilimsel bir metin üzerinden hareket ediyor Nolan. Yakın bir gelecekte açılıyor film. Dünya gezegeninin gıda rezervi son derece azalmıştır. İklim değişiklikleri, kuraklık, kıtlık, kum fırtınaları içinde geçmektedir gündelik hayat. Uzun süredir çiftçilikle uğraşan eski mekik pilotu ve mühendis Cooper, insanlığın geleceğini kurtarmak adına, çok sevdiği küçük kızı başta olmak üzere ailesini geride bırakarak, bir grup bilim insanı ile birlikte, başka galaksilerde, artık sona gelip dayanmış olan dünyanın yerine, benzer özellikte bir gezegen aramak adına, farklı boyutlara sürüklenecekleri bilinmezlerle dolu uzay yolculuğuna çıkar. Her şeyden önce, bir baba-kız, hatta öykünün özeline bakacak olursak, babalar-kızlar hikayesi izlediğimiz. İnsanın yaratıcılığı ve zekasından, en önemlisi, ‘sevgisinden’ ümidi kesmeyen meselesini, fizik odaklı bir bilimkurgu macerasının tam ortasına yerleştirmiş Nolan. Birçok yıldıza rastlıyoruz oyuncu kadrosunda. Başrolü, Matthew McConaughey üstlenmiş. Anne Hathaway, Jessica Chastain, Matt Damon, Wes Bentley, Casey Affleck, John Lithgow, Topher Grace, Michael Caine, Ellen Burstyn, kadroyu oluşturan diğer usta isimler. Özellikle astrofizik alanındaki çalışmalarıyla tanınan ABD’li teorik fizikçi Kip Stephen Thorne’un başta; evrende bulunan solucan delikleri sayesinde zaman yolculuğunun mümkün olabileceği teorisinden ilham alan yapım, meselesinin içine fazla fizik ve bilim sokarak, duyguyu epey öteliyor. Filmin zayıf elini oluşturuyor açıkçası, Nolan’ın, bu sanatına kanıt olarak yaslandığı bilimsellik. Müthiş biçimi, son derece titiz teknik ayrıntıları, müziği ve genel yapım tasarımı detaylarıyla üst düzey bir film olmuş Nolan’ın yeni çalışması. Fakat eksik olan bir şey var ve o ‘bir şey’, film boyunca senaryonun odağında olan sevgi kavramının ve duygunun, perdeden, koltuğa aksetmemesi. Steven Spielberg’in 2001 tarihli harikası ‘Artificial Intelligence: AI / Yapay Zeka’da son derece iyi kotardığı bu duygu hali, Nolan’ın filmindeki eksiklik olarak duruyor. Kubrick’in, insanlığa armağan ettiği ve yedinci sanatın başyapıtları arasında yer alan 1968 tarihli benzersiz filmi 2001: A Space Odyssey / 2001: Uzay Yolu Macerası’nın üzerine en ufak bir söz söyleyemediği de ortada Nolan’ın. Alfonso Cuarón’un yedi Oscarlı harikası ‘Gravity / Yerçekimi’nin teknik meselelerde ve yetkinlikte açtığı yoldan ilerleyen Nolan, son derece düzgün, temiz, ‘şık’ bir film çekmesine ve hikayesini dosdoğru anlatmasına rağmen, artı değer yaratamıyor yedinci sanat adına özetle. (3,5 / 5)

KİRLİ PARA
Bob Saginowski, yalnız bir adam… Brooklyn’de, mafyanın, kara para akladığı bir teslimat barında ‘duruyor’ Bob. Barmenlik yapıyor. İşin gidişatını sağlıyor ve arada ortaya çıkan küçük pürüzlerle uğraşıyor. Bar, mafyanın eline geçmeden, ‘korkulan’ ve ‘saygı duyulan’ biri olduğunu düşünen kuzeni Marvin’e aitken, şimdi Marvin, aynı Bob gibi barın çalışanı. Ama patron havasında tabii. Onun da herkes gibi ‘küçük’ hesapları var. Bir semtte geçiyor olay işin aslı ve Bob, barla ev arasında yürürken tanıştığı göçmen komşusu Nadia’nın çöpüne bırakılmış yavru bir pitbull buluyor. Kendini azılı bir suçlu olarak gösteren Nadia’nın eski erkek arkadaşı serseri ve dengesiz Eric’e ait olan, dövülmüş ve çöpte, ölüme terk edilmiş köpeği sahiplenen Bob, kendini kısa süre içinde barlarında meydana gelen sıradan bir soygunun ve polis tarafından açılan soruşturmanın ortasında buluyor. Bir şekilde geçmiş aralanıyor işte… ‘Mystic River / Gizemli Nehir’, ‘Gone Baby Gone / Kızımı Kurtarın’ ve ‘Shutter Island / Zindan Adası’ filmlerinin uyarlandığı romanların yazarı Denis Lehane’in yine kendi romanından perdeye uyarladığı suç dramını, Michaël R. Roskam yönetmiş. Başrollerini, Tom Hardy, Noomi Rapace ve geçtiğimiz yıl içinde yitirdiğimiz usta aktör James Gandolfini’nin –ki oyuncunun rol aldığı son uzun metraj- üstlendikleri filmde, Jacques Audiard filmi ‘De rouille et d´os / Pas ve Kemik’ten anımsayacağınız Belçikalı aktör Matthias Schoenaerts ve usta karakter oyuncusu John Ortiz diğer önemli rolleri üstleniyorlar. Brooklyn sokaklarında para aklayan ve vahşi biçimde çalışan Çeçen mafyasının da dahil olduğu suç öyküsü, suç, ahlak, etik, racon, kavramlarına son derece yalın ve gerçek biçimde bakıyor. Geçmişin hayaletleri, tuhaf bir anti kahraman tiplemesi, yalnızlığın ayak sesleri, inanç, görüntünün aldatıcılığı üzerine ters köşe bir öykü perdeye yansıyan. Netameli ve bir yanı çocuk saflığında bir caniliği barındıran, son derece incelikli bir suç filmi. Her anı olabildiğince titiz yazılmış, çok sağlam, düzgün ve dram tarafı bileylenmiş netameli ve kapkara filmde, üzerine hangi rolü giyinse yakıştıran İngiliz aktör Tom Hardy, ‘Bob Saginowski’ karakterini, işin içine müthiş bir ruh ve ‘lezze’ katarak canlandırmış. Kendisi, meslektaşım ve dostum Uğur Vardan’ın ‘lezzet abi’ lakabına denk düşen, ‘bambaşka’ bir performans sergiliyor! Koyu karanlık atmosferiyle bizi üşüten ama derinliği ve inceliğiyle zihne çakılan yılın en iyi filmlerinden biri orijinal adıyla ‘The Drop’! (4,5 / 5)

DENİZ SEVİYESİ
21. Adana Altın Koza Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’, ‘En İyi Kurgu’ ve ‘En İyi Müzik’ dahil tam altı ödül kazanarak, festivale damgasını vuran duygusal dram, iki genç kadın yönetmenin, Nisan Dağ ve Esra Saydam’ın imzasını taşıyor. Öyküsünü de birlikte kaleme aldıkları, ilk uzun metraj filmlerinde, eski bir aşk hikayesinin küllenme mevzusunu taşımışlar perdeye genç yönetmenler. New York’ta Amerikalı kocasıyla birlikte yaşayan Damla, eşinin de ısrarıyla, çocukluğunu geçirdiği yazlık eve, Ayvalık’a geri döner. Yıllar önce, büyük bir aşk yaşadıkları Burak’a tek bir söz söylemeden çekip giden Damla, eski sevgilisiyle karşılaşınca, geçmişin hesaplaşması yaşanır ve sırlar ortaya dökülür. Damla Sönmez ve Ahmet Rıfat Şungar’ın başrolleri paylaştıkları romantik öykü, çok inandırıcı değil kanımca. Yani inandırıcı olmayan, bu aşk öyküsünün iç dinamikleri. Kopuşu, dönüşü, tutkuyu, bağlılığı, sevgiyi tam manasıyla perdeden bize aksettiremeyişi. Yüzeyden, öylesine hafif şımarıkça bir ilk gençlik hesaplaşması sanki, dakikalarca bize sunulan hikaye. Gerilim dozu yüksek başlayan bu duygusal hesaplaşma filmi, kısa bir süre sonra, başka bir şeye, ısrarcı bir tekrara bürünüp, uzayıp gidiyor. Boşluk hali, erotik bazı anlarla bezenmiş. Belki de sadece bu yönü öne çıkarılsaydı mevzunun diye düşündürüyor film, finale doğru. Yine de temiz çekimleri, titiz haliyle, izlenir bir yapım ‘Deniz Seviyesi’. Yönetmenleri de takip etmek gerek zira ‘en iyi yönetmen’ ödülü, onlara ciddi bir sorumluluk yüklüyor. (2 / 5)

İNŞAAT 2
Ömer Vargı’nın 2003’te çektiği ‘İnşaat’, dönemin memleket halleri üzerine düşündüren ciddi bir sosyal taşlamaydı. Mütevazı fakat etkiliydi de! Ali ve Sudi, bir mafya patronunun şoförlüğünü yapan Nizamettin’in İstanbul’un kenar semtlerinden birindeki inşaatında çalışan ve daha iyi bir yaşamın hayalini kuran iki ameledir. Nizamettin bir gece inşaata bir ceset getirir ve gömer. Ali ve Sudi’nin tesadüfen dahil oldukları bu olay, onları içinden çıkılması zor bir maceraya sürükler. Ali ve Sudi, düşlerini gerçekleştirebilmek için mezar kazıcılık ve yalancı şeyhlik gibi yan işler edinirler. İnsani düşlere ulaşmak bazıları için imkansız gibidir. ‘Her Şey Çok Güzel Olacak’ ile ilk yönetmenlik denemesini gerçekleştiren Ömer Vargı’nın ikinci filmiydi. İyi kaleme alınmış senaryo ve diyaloglar ile şahane oyunculuk, filmi; yerli sinema adına önemli bir yere taşıyordu. Doğru, samimi ve gerçek şeyler söyleyen, kanayan yaralara parmak basan Vargı, toplumsal bir anlatıyı besleyen mizahi tonla, ortaya ciddi bir film çıkarmayı başarmıştı. Bir inşaat alanında izlediğimiz memleket halleri yer yer can acıtıcıydı. O dönemin, ‘Televole’li, ‘Ben Evleniyorum’lu, ‘Asmalı Konak’lı kamuoyu, ‘hakiki’ bir öykü izliyordu perdede. Aradan geçen on yılın ardından –tam on bir yıl sonra- Ömer Vargı, Ali ve Sudi’nin öykülerini, kaldığı yerden sürdürüyor. Memlekette değişen pek bir şeyin olmadığını, aksine, toplumsal dinamiklerdeki aşınmanın sürdüğünü söylüyor yönetmen. Ali ve Sudi, çalıştıkları inşaata ceset gömdükleri için on yıl hapis cezası almışlardır. Cezalarını çekip çıkan ikili, bu kez ruhsatsız ve kapanmış bir açık hava diskosunda bekçi olarak çalışmaya başlarlar. Diskoda yasadışı olan tek şey ruhsatsız olması değildir. Eski suçlular ortaya çıktığında, on yıl sonra özgürlüklerine kavuşan Ali ve Sudi ise, geçmişlerinden kolay kolay kaçamayacaklarını anlarlar. Sahile vuran iki ceset, hayatlarını yeniden alt üst edecek olaylar silsilesini başlatır. Başrollerini ilk filmde olduğu gibi yine Emre Kınay ve Şevket Çoruh’un paylaştıkları komedide Bülent Kayabaş, Yeşim Büber’de rol alıyorlar. Kaderleri ‘ölü gömmek’ olan iki yakın dostun, garibanın başına gelenler, ilk filmdeki kadar güçlü bir toplumsal hiciv içermiyor. Bildik hikaye, bu kez yavan bir tekrara, zorlama oluşlara ve sarkan tempoya evrilmiş. Oyuncular, filmin en başarılı unsuru! (2 / 5) MURAT ERŞAHİN





Diğer Yazılar