Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

06 MART 2015

05 Mart 2015 Perşembe 22:54
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni haftanın beraberinde getirdiği yeni film sayısı dokuz. Arjantinli sinemacı Damián Szifrón’un yazıp yönettiği ve ‘en iyi yabancı film’ dalında Oscar adayı olan mizahla dramın iç içe geçtiği ‘Relatos Salvajes / Asabiyim Ben’, Almanya-İngiltere ortak yapımı romantik komedi ‘Love, Rosie’ ve Caner Erzincan imzalı yerli dram ‘Yeni Dünya’ haftanın notlarımız arasında yer alamayan filmleri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini asla bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

HAVANA’YA DÖNÜŞ
2008 tarihli ‘Entre les Murs / Sınıf’ ile Cannes’de Altın Palmiye kazanan, ‘Ressources Humaines / İnsan Kaynakları’, ‘L’emploi du Temps / İş Yok Zaman Çok’, ‘Vers le Sud / Güneye Doğru’ gibi kişilikli, derin ve sisteme uçan tekme saldıran filmleriyle tanıyıp sevdiğimiz ‘insan’ yönetmen Laurent Cantet, ülkemizde izleyiciyle ilk kez filmekimi’nde buluşan yeni filmi ‘Retour à Ithaque / Havana’ya Dönüş’ ile karşımızda. Kübalı yazar Leonardo Padura ve Cantet’in birlikte kaleme aldıkları senaryo, Havana’yı tepeden gören yoksul bir terasta başlayıp, sona eriyor. Beş arkadaş, Amadeo’nun İspanya’da geçirdiği 16 yıllık sürgünden sonra ülkeye geri dönmelerini kutlamak için yeniden bir aradadırlar. Günbatımından, ertesi gün şafağa dek, gençliklerini, hayal kırıklıklarını, öfkelerini, sorunlarını, sırlarını konuşurlarken, öte yandan devrim sonrası yıkılan umutlarına neden olan memleket gerçeklerini, Küba’nın problemlerini paylaşırlar. Acı, tatlı anılarının tahrip kapasitesi ve çok sevdikleri ülkelerinin onlara davranışı karşısında bir arada kalmalarını sağlayacak tek şey dostlukları olacaktır. Kendi çocuklarına özensiz ve sevgisiz davranan bir devrimin, yıllar sonra, o devrim ateşini yakmış insanlar tarafından eleştirisi, memleket özelinden, dünya geneline de yayılıyor. Cantet, her zamanki gibi, yaşadığımız çağın üşüten gerçeklerine parmak basarken, hiçbir zaman göz ardı etmediği ‘insan’ kavramına gerekli değeri veriyor yine. Kendi çocukları gibi büyümüş beş arkadaşa yemek hazırlayan yaşlı annenin, ‘tartışmayı kesin artık, siz arkadaşsınız, yeter. Ben aşağıya, fasulye pişmiş mi diye bakmaya gidiyorum’ demesi gibi hayat işte. Bu kadar! Havana’da çekilmiş, usta Kübalı oyuncuların rol aldığı, bir teras ve salonda süren tek mekan öykü, Ettore Scola’nın unutulmaz klasikleri ‘La Terrazza / Teras’ ve özellikle ‘C’eravamo Tanto Amati / Birbirimizi Öyle Çok Sevmiştik Ki’ filmlerinin ruhunu, günümüze taşıyan ve onlara saygı sunan bir yapım olarak duruyor perdede. Cesur, insancıl ve dürüst tespit filminin, yaşadığımız çağa tanıklık eden, sosyal politiğe sırtını dönmemiş, entelektüel ve sinemasever izleyici tarafından kaçırılması düşünülemez! (4,5 / 5)

CHAPPIE
2009 tarihli ilk uzun metrajı ‘District 9 / Yasak Bölge 9’ ile bağrımıza bastığımız Güney Afrikalı sinemacı Neill Blomkamp, ikinci uzun metrajı ‘Elysium / Elysium: Yeni Cennet’te ‘Hollywood’a mı teslim oldu’ düşüncesine sevk etmişti şahsımı. Bu tedirgin edici sorudan, Blomkamp’ın aslına döndüğü yeni filmi ‘Chappie’ ile kurtuldum şimdilik. Aksiyon ve gerilim katkılı bilimkurgu öyküsünde, Blomkamp’ın senaryo ortağı, ‘Yasak Bölge 9’da da birlikte çalıştığı senarist arkadaşı Terri Tatchell. Çok yakın gelecekte, 2016’da, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde kontrolden çıkan suç ile mücadele için mekanik robotlar, polis gücünde kullanılmaya başlanmıştır. Baskıcı bir tutum izleyen bu mekanize ekibin 22 numaralı üyesi, suç örgütü üyeleri Ninja, Yo-Landi Visser ve America tarafından çalınıp, bir şekilde, robotları hayata geçiren projenin genç ve dahi mühendisi Deon Wilson tarafından yeniden programlanınca, çetenin ‘Chappie’ adını verdiği bu robotta yapay zeka belirtileri görülür. Hızla öğrenen, sevgi dolu bir çocuk olan Chappie, gerçek dünyanın zorluklarını kısa sürede öğrenecek, bir yandan ‘büyürken’ öte yandan düzene ve insanlığa karşı bir tehdit olarak görülmenin zorlu getirileriyle mücadele edecektir. Neill Blomkamp, bir seriye dönüşeceği belli filminde, son derece sevimli, insancıl bir robotla çıkıyor karşımıza bu kez. İnsanlaştıkça, insanların neden bu denli kötü olduğunu sorgulayan Chappie’nin (İngilizce argoda, delikanlı anlamında) varolma macerası, bilinç ve ruhu, bedenin çok ötesine taşıyan kavrayışı ile de son derece aydın ve özgürlükçü. Bilinç akışının önemini ve bedenin emanet bir giysi olduğunu savunan hikayede, Blomkamp’ın başucu oyuncusu Sharlto Copley, ‘Chappie’ye sesiyle hayat veriyor. Hugh Jackman, bu kez kötü adam rolünde karşımıza çıkarken, 2008 tarihli ‘Slumdog Millionaire / Milyoner’ ile yıldızı parlayan Dev Patel Chappie’nin yaratıcısı rolünde. Sigourney Weaver’ın konuk oyuncu olduğu zeki ve sürükleyici bilimkurguda, kadronun en başarılı ikilisi ise, çete üyesi anne ve baba rolünde izlediğimiz Hip-hop sanatçıları Ninja ile Yolandi! Blomkamp, 2001 tarihli Spielberg filmi ‘Artificial Intelligence: AI’ ve Paul Verhoeven klasiği ‘Robocop’ DNA’sı içeren öyküsünde, insan sıcağı bir ton tutturmayı başarmış. ‘Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil’ diyen mesele sahibi bilimkurgu, gayet duygulu, özenli ve güçlü. (4 / 5)

BÜYÜK GÖZLER
‘Kalitesiz ve ucuz ürünleri tercih eden tüketicilerin ne suçu var? Bu ülke bunun üzerine kuruldu’ der, ‘Big Eyes / Büyük Gözler’ filminin iki ana karakterinden biri olan, iş bilir sahtekar Walter Keane. Christopher Waltz’un gerçekten ince nüanslarla başarıyla canlandırdığı Keane, Amerikan rüyası-kabusu içinde ‘tanınmış’, hayata, sefalet içinde ve yalnız başına veda etse de, bir dönem toplumun ‘saygın’ ve ‘popüler’ bireylerinin başında yer almıştı. Usta sinemacı Tim Burton, adeta bir ‘korku’ filmini andıran toplumsal eleştirisinde, hüzünlü bir dram da yaratmış. Altmışlı yıllarda oldukça sansasyon yaratan hatta Andy Warhol’a ilham verdiği söylenen koca gözlere sahip çocuk resimlerinin ressamı Margaret Keane ve onun resimlerine, ‘benim’ diyerek sahip çıkan ve uzun yıllar boyu haksız bir şöhreti yaşayan eşi Walter Keane’in öyküleri. Resimlerin, her türlü sanatsal ürünün tartışılır sanat değeri dışında, kopyalanıp, kitlelere ucuz ve kolay satılmasının önünü açan bir pazarlama yönteminin ahlaki ve sosyal yanı üzerine düşünmemizi de sağlıyor Tim Burton. Eleştiri müessesesi de payını alıyor bu ince gözlemden. Yüzyılın muhtemelen en büyük sahtekarlıkları arasında sayılacak ve sansasyonel bir davayla noktalanan olayın kahramanlarından Margaret Keane’i ise, performansıyla, ‘en iyi komedi-müzikal türü en iyi kadın oyuncu’ dalında kazandığı Altın Küre ödülüyle Amy Adams canlandırıyor. Danny Huston, Terence Stamp ve Jason Schwartzman, kadronun diğer usta isimleri. Margaret’in resimlerindekiler gibi, yardım ve ilgi bekleyen iri gözlerle anlatılmış öykü, Burton’un bildik eserlerinin gücünün altında olsa da, yine de usta yönetmenin gerçeküstü dünyası ve hayal gücünün, hakiki olanla kesişmesinden esintiler taşıyor. Lana del Rey, seslendirdiği şarkılar da, filmin sürprizi olmuş. Yalanlar ve ‘kar marjının’, sanatsal değer ve gerçeklerden daha ağır basıp, daha çok prim yaptığına dair trajik bir masal. (3,5 / 5)

ÇEKMECELER
Antalya Altın Portakal’da beş dalda ödül kazanarak, yılın en çok konuşulan, tartışılan filmlerinden biri olmayı başaran, 2011 tarihli ‘Zenne’nin yönetmenleri M. Caner Alper ile Mehmet Binay, ikinci uzun metrajlarında, kaldıkları yerden devam ediyorlar önemli gördükleri sosyolojik ve psikolojik sorunlara parmak basmaya. Geçmişin travmaları ve bu travmalarla birlikte bir büyüme, olgunlaşma, özgürleşme öyküsü ‘Çekmeceler’. Yaşanmış olaylardan esinlenen öykü, bir saldırı sonucu hastaneye kaldırılan Deniz’in fiziksel yaraları yanında, ruhsal yaralarının farkına varılmasıyla başlıyor. Geçmişin hayaletleri, kendisiyle ilgilenen doktorun gayretiyle buluşunca, aşırı baskıcı tiyatrocu babası Ayhan ve boşvermiş, sevgisiz, ilgisiz annesi Saadet’in, genç kadının travmalarla dolu hayat çekmecelerinden sadece bir kaçı olduğu ortaya çıkar. Çekmeceler, birer birer açılırken, geçmişin sırları ve kirleri de, etrafa saçılır. Aynı ‘Zenne’ gibi, ezber ve tabularla oynayan sarsıcı bir dram ‘Çekmeceler’. Yönetmenlerin, yeni filmlerinde, ‘Zenne’nin üzerine çıktıkları açıkça ortada. Biçim anlamında, biraz daha sade ve yalın olabilseymiş keşke proje. Mesele, atmosfer ve yaklaşımda ise, aleni bir Pedro Almodóvar etkisi kendini hissettiriyor. Aynı zamanda senaryo ortağı olan usta aktris Tilbe Saran, Almodóvar kadınları gibi, aynı duygusal etkiyi taşımış perdeye. Başrolü üstlenen Ece Dizdar, gayet iyi. Usta aktör Taner Birsel de öyle. Nilüfer Açıkalın ve Hakan Çimenser filmin öne çıkan diğer isimleri. Norayr Kasper’in titiz görüntü yönetimi, iyi hazırlanmış müzikle birlikte, etkileyiciliği artırıyor. Yapım tasarımı anlamında, biraz daha küçük ölçekli bakılsa ve öykülemede, genellemelerden biraz daha kaçınılsa, çok daha sarsıcı olabilirmiş gibi ‘Çekmeceler’. Yine de erk ve iktidarın ‘erkeklik’ durum ve halleri içinde, yok edici, baskıcı, sapkın ve zorba bir otorite figürüne dönüşmesini, başarıyla taşıyor perdeye yapım. Toplumca ihtiyacımız olan bir tespit ve tedavi önerisinin filmine ilgisiz kalmayın. (3 / 5)

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ
Yuva öğretmeni olan Nehir bir gün en yakın arkadaşının evinde yalnızken, yan daireden gelen müzikten etkilenir. Bir gitar eşliğinde, bir erkek sesi, bir beste yapma gayretindedir. Sabaha kadar, kulak kabartır Nehir, duvardan içeri dolan melodiye. Duyduğu besteden etkilenen Nehir, gizemli şarkıcının izini sürer ve Ozan’la tanışır. Bir müzik grubunda solist olarak yer alan Ozan’la, duygusal bir ilişkiye başlar genç kadın. Gel-gitleri fazla olan, kendi mutsuzluğuna, karşısındakini ortak etmek isteyen genç adamın, geçmişe ait gizlediği bir sır vardır. Film ilkin, adı ve öyküsünün içeriğiyle; sizi bir masal evreninde yolculuğa çıkaracakmış düşüncesi yaratıyor fakat problem de tam bu noktada yaşanıyor. Öyküde sıkça referans olarak yer alan ‘masallar’, anlatıcılarının diyaloglarıyla sınırlı kalıyor ancak. Kararlılık-tutarsızlık-bocalama arasında gidip gelen aşk hikayesinin yönetmeni, 2009 tarihli ‘Başka Dilde Aşk’, 2011 yapımı ‘Atlıkarınca’ ve 2013’de çekilen ‘Erkek Tarafı Testosteron’ adlı filmleriyle tanıdığımız İlksen Başarır. Başarır, her zaman olduğu gibi aynı zamanda senaryo ortağı olan Mert Fırat’a yine başrolü vermiş. Fırat’a, Melisa Sözen’in eşlik ettiği romantik dramda, diğer öne çıkan karakterleri, Hare Sürel, ödüllü kısa filmleriyle yönetmenlik sandalyesini de deneyen Derya Durmaz ve çocuklarla, yetişkinlere masallar anlatan, on bir yıldır Türkiye’de yaşayan Fransız masal anlatıcısı Judith Liberman eşlik ediyorlar. Aşk hikayesinin etkileyici olması için, bir miktar sosyal içerik, politik detay, bir parça da iyi dengelenmiş melodram gerekiyor. Karakterler, boşlukta salınır gibi gözüktüğünde, fon da, Ottawa- Toronto atmosferinde olduğunda, perdede ne olup biterse, izleyiciye kalan tuhaf bir yabancılaşma efekti oluyor, elde değil. Öyküdeki detaylar ve genel akış inandırıcılıktan uzak. Biz hangi ara bu kadar ketum insanlar olduk diye düşündürüyor, filmin karakterleri. Kimseden kimseye bir açıklama, yardım, girişim yok! Sıfır problem, medarı maişetten uzak haller, apolitik durumlar ve duygulandırmayan suni romantizm, ‘teşekkür ederim, ben almayayım’ dedirtiyor. Yarım puan ise fazladan, ömrümün geçtiği Yoğurtçupark, Kurbağalıdere ve Bahariye’yi fon alan sahneler için. (1,5 / 5)

LAZARUS ETKİSİ
Bir grup araştırmacı, ölen canlıları yeniden hayata döndürmeyi hedefleyen bir proje üzerine çalışmaktadırlar. Bir köpek üzerinde başarıyla sonuçlanan deney sonrası, bağlı bulundukları üniversite tarafından proje durdurulur ve ellerindeki bütün materyaller toplanır. Deneyi yeniden uygulamaya karar veren ekip üyeleri, bir gece gizlice laboratuvarlarına girerler fakat beklenmedik kaza, dehşet dolu saatlerin başlangıcı olacaktır. Filmden daha ilginç olduğuna inandığım öykü anlatımım, Hristiyan mitolojisi ve dini metinlerden gelen adının derin gizemine denk düşmeyen, son derece sıradan korku-gerilimi yazarken katlanılabilir hale getirmek amaçlı. Frankenstein mitinden hareket eden, ‘Flatliners / Çizgi Ötesi’ ve ‘Pet Sematary / Hayvan Mezarlığı’ ile buluşan hikaye, cehennemden gelen kötülükle bizi baş başa bırakıyor. Sarkmalar eşliğinde, hemen her oluş, gelişim ve detayın havada kaldığı, korku-gerilimin yönetmeni, ilk uzun metrajını imzalayan David Gelb. Güzel yıldız Olivia Wilde’ı başrolde izleyeceğimiz yapımın diğer isimleri, Mark Duplass, Evan Peters, Donald Glover ve Sarah Bolger. İzle ve unut ürünlerden taze bir örnek daha. (0,5 / 5)
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar