Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

04 NİSAN 2014

03 Nisan 2014 Perşembe 20:59
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

3 Nisan Perşembe günü gösterime giren ‘Noah / Nuh: Büyük Tufan’ dahil, toplam on yeni film, merhaba diyor vizyona! Yerli komedi ‘Mandıra Filozofu’, yerli romantik komediler ‘Meleklerin Mucizesi’ ve ‘Aşk Oyunu’, ‘sigara sağlığa zararlıdır, sigara sizi öldürür’ demeden, sigarayı bırakmanızı sağlama iddiasındaki yerli belgesel ‘Bırakmak İstiyorum’, üç boyutlu Belçika yapımı animasyon ‘The House of Magic / Büyüler Evi: Sihirbaz Kedi’, komedi ile dramı aynı potada eriten Meksika yapımı ‘No se Aceptan Devoluciones / Çocuk Büyütme Rehberi’ ile adı ‘özgürlük’ ile anılan Güney Afrikalı efsane isim Nelson Mandela’nın hayat öyküsünü perdeye taşıyan tarihi, biyografik dram, ‘Mandela: Long Walk to Freedom / Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan filmleri. ‘Noah / Nuh: Büyük Tufan’, dramatik korku-gerilim ‘We Are What We Are / Kan Kokusu’, ve Endonezya yapımı adrenalin bombasının yeni halkası ‘Raid 2 / Baskın 2’, notlarımızda ilginizi bekliyor. İçinizde yaşayan, sinemadan çıkmış insanın elini sakın bırakmayın. Herkese iyi seyirler!

NUH: BÜYÜK TUFAN (3 Nisan 2014)
Beyazperdenin, kendine has, özel imzalarından biri olan Darren Aronofsky, altıncı uzun metrajında, ‘tufan peygamberi’ olarak bilinen Nuh’un ve Tevrat’ın, Tekvin (Yaratılış) bölümünde anlatılan, Tanrının insan ve diğer canlı ırklarının devam etmesi için büyük tufandan önce Nuh peygambere yapmasını emrettiği efsanevi geminin öyküsünü uyarlamış. Yaratılış efsanesine göre, Tanrı, insanoğlunun sapkınlığına bir ceza vermek adına, yeryüzündeki tüm canlıları yok edeceğini söyler. Nuh da, Tanrı’dan ona bir şans vermesini ister ve yanındaki üç oğlu ve eşi ile birlikte, yaşayan bütün hayvanlardan birer çift içine alacak bir gemi inşa etmeye başlar. Aronofsky’nin, 2006 tarihli ‘The Fountain / Kaynak’ filminde de birlikte çalıştığı Ari Handel ile yazdıkları senaryo, son derece düzgün anlatıyor, din kitaplarında yer alan hikayeyi. Meselenin, son derece güncel olduğunu fark ediyoruz. Günümüzle tamamen ilintili durum ve gerçekler yansımış perdeye. İnsanlığın durumu, kıyamet beklentisi ve işin içinden çıkılmaz ikilem! Yapım tasarımının, ekonomik biçim ve yalınlığa zıtlık oluşturan; eserin perdede, ne yaptığını bilen ölçüde ‘muhteşem’ duruşu, yaratılan kıyamet atmosferi ve anlatımıyla, başarılı bir iş olmuş orijinal adıyla ‘Noah’. Bu arada, Nuh peygamber biraz daha dirayetli ve merhametsiz olsaydı, yırtmıştı gezegen diye geçiyor insanın içinden! En gereksiz yaratık ‘insan’dan yana umudu kesmeyen ve verilen ikinci şansta, gözlerini kapayıp, ‘bu kez başarsınlar, insan kalsınlar’ dilediği hemcinslerinin, gezegenin canına okuduğunu görse, Nuh’un ruh halini merak ediyor insan filmin ardından! Yok oluştan kurtulup, verilen ikinci şans sonucu yeniden gezegende hükmünü sürdüren insanın trajik ve değişmez kaderi / laneti öte yandan. Bu lanet üzerine kurduğu yaratılış öyküsünü, günümüze soylu bir ağıt olarak armağan eden Aronofsky’nin sade, temiz, net ve güçlü sineması, ilgiye aday olmalı! Russell Crowe ise, en iyi performansını sergilemiş. Usta aktör Ray Winstone yine çok iyi. Jennifer Connelly’nin ‘nüanslı’ performansı, öyküye güç katıyor. Genç oyuncular Emma Watson, Logan Lerman ve büyük usta Anthony Hopkins, ‘kreması ’olmuşlar lezzetli ürünün. ‘Black Swan / Siyah Kuğu’ ile Oscar adayı olan görüntü yönetmeni Matthew Libatique, müthiş kamerasıyla meydan okumuş yine. Sanat yönetimi bölümü, işin yalın görkeminden sorumlu olan ekip. Dünyanın sonunun, yeni bir başlangıç olduğun söyleyen adamın epik öyküsü, övgüyü hak ediyor. (4 / 5)

KAN KOKUSU
Meksikalı yönetmen Jorge Michael Grau’nun 2010 tarihli ‘Somos lo que hay’ adlı dramatik korku filminin ABD yapımı gotik uyarlaması, Jim Mickle imzası taşıyor. 2006 tarihli ‘Mulberry St’ ve 2010 yapımı zombi-vampir bileşenli kıyamet gösterisi ‘Stake Land / Vampir Cehennemi’ filmlerinden tanıdığımız Mickle, gerçekten ‘karanlık’ atmosferler yaratmakta usta bir sinemacı. Distopik çağrışımlı tekinsiz ve karanlık, karamsar atmosferlerde yaşanan sona gelip dayanmış öyküler anlatmayı başaran, söyleyecek sözleri, en önemlisi de ‘ruhu’ olan yenilikçi bir sinemacı Mickle. Meksika kökenli korku-gerilimin, Sundance ve Cannes’de gösterimi yapılan bu incelikli uyarlaması, kapkara ve netameli bir atmosfere sahip. Dramatik zenginlik, bir tragedyayı andırıyor, öte yandan, oldukça politik bir film orijinal adıyla ‘We Are What We Are’. Öteki olmak, sistemden uzak durmak ve sadece hayatta kalmak adına verilen mücadele, sistemden aldıkları gayri safi mutluluk ve zenginliğin minimum olduğu ‘bireylerin’ öyküsü. Parker ailesi, kasabanın dışında oldukça kapalı bir hayat yaşamaktadırlar. Karavan parkı yanında yaşayan ve az komşulu bir hayatı tercih eden aile, bütün eyaleti etkisi altına alan şiddetli fırtınayla birlikte, felaketlerle karşılaşırlar. Ailenin annesi ölünce, Frank Parker, iki kızı Iris ve Rose ile küçük oğlu Rory’le bir başına kalır. Erdem, onur, sevgi ve bağlılıktan oluşan aile değerleri, ailenin köklerinden gelen gizem dolu bir mirasla korunmalıdır. Vahşet dolu sır, annenin ardından; ‘besleme’ sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalan iki kız kardeşin omuzlarında ağır bir yük olarak durmaktadır şimdi. Dehşet yüklü ‘yamyamlık’ öyküsü, adına ‘normal’ dediğimiz olgunun görünümü ve sınırları üzerine, içi dopdolu bir öykü anlatıyor. Bill Sage, son derece yetenekli iki genç aktrise, Ambry Childers ve Julia Garner’a eşlik ediyor. Yıllar içinde geçirdiği deformasyona tanık olacağınız Kelly McGillis ve emektar aktör Michael Parks, lezzetli ev pastasının kremaları. Enfes bir kamera, renk paleti ve yapım tasarımıyla desteklenmiş, iyi yönetilmiş, iyi oynanmış film, kadrajı kuşatan fırtınanın, yok edici zalimliğiyle at başı bir acımasızlık resitali sunuyor bize. İnsancıllıktan bir an olsun ayrılmadan ama! (3,5 / 5)

BASKIN 2
2011 tarihli Endonezya filmi, bir an olsun dinmeyen aksiyonu ile adrenalin krizlerine yol açmıştı, izleyici koltuğunda oturanlar için. 2011 Toronto Film Festivali’nde ‘halkın seçimi’ ödülünü kazanan adrenalin bombası aksiyon, senarist-yönetmen Galler doğumlu Gareth Evans imzası taşıyordu. Öyküyü hatırlayacak olursak; seçkin polislerden oluşan özel tim, Cakarta’nın fakir mahallelerinin çevresinde bulunan bir apartmanın uyuşturucu tüccarı olan sahibi ve çetesini yakalamak için gizli bir baskın planlayıp, kapıya dayanıyorlar fakat baskın umulduğu gibi gitmiyordu. Katiller, tecavüzcüler ve hırsızlar için sığınak olmuş bu binaya daha önce hiç baskın düzenlenmemişti. Altıncı katta mahsur kalan özel tim üyeleri, kurtulabilmek için apartmanın çatısına doğru ilerlemek zorundaydılar. Üst katlarda onları bekleyense, birbirinden azılı, gözü dönmüş canilerdi… Tempolu aksiyon filminin başrollerini, Asyalı yeni aksiyon yıldızı Iko Uwais, Endonezya judo şampiyonu Joe Taslim ve ‘Mad Dog’ rolünde ‘Martial Arts’ eğitmeni Yayan Ruhian paylaşıyorlardı. 31. İstanbul Film Festivali programında da yer alan film, dinmek bilmeyen aksiyon dozu, titiz koreografisi ve ‘tutarlı bütünlüğüyle’ geçer not alıyordu. Nefesinizi tutup, özel bir timle birlikte ani bir baskına katılıyordunuz ve günümüz yüksek doz şiddet içeren bilgisayar oyunlarını andıran evrende, vahşet dolu bir ölüm kalım yolculuğu yaşıyordunuz. İlk filmin göz alıcı dövüş sahneleri ve dur durak bilmez adrenalini, ikinci filmde, ‘salt şiddet’ gösterisine dönüşmüş adeta. Kan-revan sahneler, ilk filmin özgün öykü ve atmosferinden oldukça uzaklaşıp, farklı mekanlarda geçen ‘kıyım’ şovuna evrilmiş. Bir filmden çok, vahşet yüklü bir bilgisayar oyununun tanıtım görselini andırıyor perdede duran yapım. Öyküye gelelim… Tahmin ettiğinden çok daha zorlu olan baskın operasyonuyla çeteyi çökerten Rama, yeraltı dünyasının çok daha büyük isimlerinin dikkatini çeker. Ailesi tehlike altında olan polisin, karısını ve yeni doğmuş bebeğini korumasının tek yolu; yeraltı dünyasına casus olarak girmek ve yozlaşmış sistemin çürük halkalarını, açığa çıkarmaktır. Sony tarafından bir seriye dönüştürülen ‘Baskın’ın üçüncü filminin çekileceğinin şimdiden açıklandığını da belirtelim. İlk filmin başrol oyuncusu Iko Uwais yeniden bizimle. İlk filmde hayata veda eden ‘Mad Dog’ rolünde izleyiciyi büyüleyen Yayan Ruhian, bambaşka bir karakterle, ikinci filmde de konuk olmuş. İçerdiği şiddet, grafik şiddetten çok başka bir yere giden, adeta şiddet pornografisine dönüşen film, son derece rahatsız edici, sömürücü bir vahşet yapımı oluvermiş. Özgün dövüş sahneleri, bir yere kadar kendini izlettirse de, fazla kandan prim yapma gayretinde olduğunu düşündürüyor ‘Baskın 2’. Mezbahaya dönüşen setlerde, iki buçuk saati bulan şiddet gösterisi, albenisini ve orijinalliğini yitirip, can sıkıyor bir yerden sonra. (1,5 / 5) MURAT ERŞAHİN




Diğer Yazılar