Söyleşi

TANER ÖNGÜR: ´MOĞOLLAR´IN SIRRI ARAMIZDAKİ UYUMDA´

29 Mayıs 2017 Pazartesi 10:18

Yine bir heyecan silsilesi. Konuk Taner Öngür çünkü. “Ne soracağım, nasıl yanıtlar alacağım” diye binlerce soru kafamda. Hem röportaj için aracı olan hem de fotoğrafları çeken Deniz, “rahat ol dünyanın en iyi insanıdır Taner abi” diye rahatlatıyor beni. Kadıköy Osmancık Sokak’taki çok sevdiği bir zamanların Beatles’ı şimdinin Old Sailor’ında beklemeye koyuluyoruz. 10 dakika sonra Taner Öngür giriyor kapıdan. Daha önceki projelerden tanışık oldukları Deniz ile kucaklaşıyorlar. Sonra tanışma faslı. Deniz’in anlattığından biraz daha fazlası Taner Öngür, hem iyi hem de insana daha ilk dakikadan güven veren çok yüksek bir enerjisi var.
“İçeride konuştuklarımızı duyabilir miyiz?” diye sorunca, biz de sokağa doğru yöneliyoruz. Dışarıdaki masalardan birine oturuyoruz, tepemizde “hayat sokakta” sloganının olduğu bir tabela. “Yanınıza gelmeden plak aldım kendime” diye elindeki poşeti uzatıyor. “Bu aralar chansonlara taktım kafayı” diye de ekliyor. Eskiden muaazzam bir arşivi varmış, yurtdışına giderken de eşe dosta dağıtmış.

Röportajlar öncesinde dersime çalışmakla beraber, soruları belirlemekten hoşlanmıyorum. Sohbet kendi kendine açsın istiyorum o kapıları. Biz biraz duralım hayat karar versin diye… Röportajdan sonra soundcheck’e gidecekmiş. Moğollar ile mi yapacaksınız diye sorunca, “Yok artık Moğollar ile sahne öncesi prova yapmıyoruz” diye yanıtlıyor beni. Röportaj da bu yanıt ile kapılarını açıveriyor. İlk sorumu soruyorum; “Moğollar ile prova almıyoruz dediniz, o zaman Moğollar ile başlayalım. Sizlerin müziğe başladığınız dönem ile şimdiki dönem arasında ne gibi farklar var” diye soruyorum

Gülümsüyor Taner Öngür, “Eskiden yapardık canım. Şimdi birbirimizi iyi tanıdığımız, aynı şarkıları çaldığımız için almıyoruz prova” diye yanıtlıyor beni ve devam ediyor; “O zaman daha kolaydı müzik yapmak. Geçmiş ile bugün arasında net bir resim çekmek gerekir ise o zamanlar müzik ile ilgilenen insan sayısı da nüfus da bu kadar çok değildi. Bir şey ürettiğinizde dinleyici ile buluşması daha kolaydı. TRT ya da Milliyet aracılığı ile halka ulaşırdı üretim. Gazetede çıkan küçücük bir yazı, sizin ürettiğiniz şeyi bütün Türkiye’nin duyması anlamına geliyordu. Bugün medya çeşitlendi, yüzlerce televizyon, yüzlerce gazete var. İnternet karmakarışık. Bir şey ürettiğinizde insanlara duyurmanız eskisine nazaran daha zor. Medya olanakları çoğaldı ancak hepsini takip eden belli bir kitle var. Bugün heavy metal dinleyen metalin başka bir çeşidini dinlemiyor, pop dinleyen rock dinlemiyor. Eskiden böyle bir ayrım yoktu. Gazinolar bunun en iyi örneğidir mesela. Sahneye önce bir pop sanatçısı çıkar, ardından Anadolu Rock grubu sahne alır, onu bir türkücü izler en son da Türk Sanat Müziği icra etmek için assolist çıkardı. Aynı halk hepsini dinlerdi, bugünle dün arasındaki en önemli fark bu”

“Peki bu durum müziğin niteliğini düşürdü mü?” diye sorduğumda ise, “Niteliği hem düşürdü hem de yükseltti. Ama bu kadar parçalanmış bir toplum olmamıza hayret ediyorum” diye biraz sitemle yanıtlıyor beni.

Burada ufak bir parantez açmakta fayda var. İlk gençliği 2000’ler öncesine denk gelen kuşaklar açısından müzik dinlemek emek isteyen süreçlerdi. En azından iyi bir dinleyici olduğumu düşündüğüm şahsım açısından durum böyle. Takip ettiğiniz ya da başkaları vesilesi ile tanıştığınız bir müzisyenin albümünü aldığınızda, o albümü hatmetmek, o albümün öyküsüne dahil olabilmek için uzun süreçlerden geçerdiniz. Şimdi durum öyle değil. Sevdiğiniz bir şarkıya internetten ya da başka dijital mecralardan ulaşıp tek tıkla dinleyebiliyorsunuz. Sona eren bu albüm dönemin üretimin niteliğini düşürdüğünü varsayarak, bu konuya ilişkin ne düşündüğünü soruyorum Taner Öngür’e;

“Haklısın” diyor ve devam ediyor; “Dinleyici açısından harika bir durum, istediğinizi alıp istemediğinizi bırakıyorsunuz. Ama üretici açısından korkunç. Aylarca uğraşıyorsun, kafa patlatıyorsun, eğer sanatsal bir şeyse yaratmak istediğin hayatını veriyorsun. Dinleyici ise alıyor ya da kenarından geçip gidiyor.Gerçek dinleyiciler plak alıyorlar, üzerinde konuşuyorlar, değerlendiriyorlar, kafa patlatıyorlar.Ben diğerlerini dinleyici olarak görmüyorum, tüketici olarak tarif ediyorum.”

Moğollar’a geliyor konu, bu sürekliliğin sırrını soruyorum. Sihirli bir formül vermiyor bana Taner Öngür ama onun yerine geçebilecek değerlerden bahsediyor; “Egolarımız var elbet ama birbirimize duyduğumuz saygı her şeyin önünde. Bir de yıllarca yan yana üretmiş olmanın verdiği bir alışkanlık, onun konforu. Yapılmış olana ve tarihine saygı duyuyorsun. Sırrı nedir bilemiyorum ama uyumlu bir grup olduğumuz kesin”

Grubun yıllandıkça müzikal anlamda ne yöne evrildiğine ilişkin ise şöyle yanıtlıyor beni Öngür; “Seneler içinde müzik bilgisi arttı, armoni bilgisi arttı. Ben 14 yaşında kontrbas ile başladım müziğe o yüzden bas gitar bir oyun aracı. Onunla eğleniyorum. Senelerin sahne tecrübesi çok önemli ek olarak. Örneğin akustik konusunda zorluk çekmiyorum. İlk iki parçada mekanın akustiğini öğrenip kendimi ona adapte ediyorum.”

Müzik eğer bir aşk hali ise ilk nasıl tutulduğunu ve kimlerden beslendiğini soruyorum; “Beatles’ın ilk plağı çıktığında deli gibi onları dinliyorduk. Onun dışında enstürmantel rock müziği, orijinal Rock’n Roll vazgeçilmezim. Frank Zappa ise benim için başka bir yerde. Yalnızca müzisyen değil aynı zamanda müthiş zeki bir aktivist. Bence 20. Yüzyılın en büyük müzisyeni. Eskiden bütün kazandığımı plaklara yatırırdım. 75’te ise yurtdışına çıkarken bütün arşivimi arkadaşlarıma dağıttım ve o tarihten bu yana da son zamanlarda yeniden plak almaya başladım. Beni etkileyen isimlerin dışında senfonik müzikten, Anadolu halk ezgilerine birçok müziği incelemiş, çalışmış bir müzisyenim. Yeniden plak almaya başlayınca da 60’lardan önceki dönemi ıskalamış olduğumu fark ettim. Şimdi 50’lerin, 40’ların müziğini keşfediyorum” diye yanıtlıyor beni ve yeni projesinden bahsediyor; “Ek olarak Türkiye’de 20’lerde, 30’larda, 40’larda yapılmış şeyleri dinleyerek, o kayıp şarkıları bir albüm haline getirecek yeni bir proje üstünde çalışıyorum. O şarkıların gitar müziği şeklinde yeniden yorumluyorum”

Müzisyen kimliğinin yanı sıra çevre konusunda da oldukça hassas Taner Öngür, ama çevreci olarak tanımlamıyor kendini. Çevrenin, doğanın tahribatı kapitalizmin yarattığı bir sorun. Deniz ise ayrı bir şey onun için. Heybeliada’ya yerleşip yerini bulmuş. Marmara Surfing diye bir çalışmanın altına imza atacak yakın zamanda. Deniz, ada, Marmara derken, bu sene 4.sünü gerçekleştirecekleri Burgazada Progresif Rock Festivalin’e çağırıyor olanca nezaketi ile bize de bu davete seve seve icabet etmek düşüyor.

Ses kayıt cihazını kapattığımızda aslında soracak daha çok şeyim olduğunu fark ederek iznini istiyorum…Yarım kalan soruların cevabını Burgazada buluşmasında almak umudu ile ayrılıyoruz. Benim payıma da bu büyük müzik insanı ile tanışmanın, sohbet etmenin keyfi ve bir büyük bahtiyarlık düşüyor. ALEV DOĞAN (ABC GAZETESİ/26.05.2017) ÖZGÜN HABERE GİDİN



Diğer Haberler