Konuk Yazar

‘SANA BİR MASALDAN BAKTIM AZİZ İSTANBUL'

18 Eylül 2022 Pazar 21:18
‘SANA BİR MASALDAN BAKTIM AZİZ İSTANBUL'

Yaşıtlarının yanında son derece sakin görünen ve yalnızlığı seçen küçük bir kız; onun da bir arkadaşa ihtiyacı vardır. ‘Enzo’ adlı hayali bir karakter yaratıp sırdaşı olarak kabul eder. Alithea Binnie büyür, ‘gerçek hayat’a atılır, akademisyen olur, ‘anlatıbilim’ (naratoloji) dalında uzmanlaşır... Evlenir, lakin eşi onu genç bir kadınla aldatır. Kendini işine adar. Günün birinde yolu İstanbul’a düşer. ‘Mitoloji ve bilim’ üzerine söyleşi yapmak için geldiği bu kadim şehirde Agatha Christie’nin ‘Şark Ekspresi’nde Cinayet’i yazdığı Pera Palas’taki odaya yerleşir. Sonrasında Kapalıçarşı’daki bir dükkândan hediyelik küçük şişe alır. Derken odasında şişe bir şekilde açılır ve içinden bir ‘cin’ çıkar. Sonrası fantastik bir yolculuktur...

En son ‘Mad Max: Fury Road’unu izlediğimiz Avustralyalı George Miller yukarıda özetlediğim son çalışması ‘Üç Bin Yıllık Bekleyiş’te (Three Thousand Years of Longing), A.S. Byatt’ın ‘Bülbülün Gözündeki Cin’ini sinemaya uyarlıyor. Senaryosunu kızı Augusta Gore’la birlikte kaleme aldığı filminde emektar yönetmen bir anlamda ‘Binbir Gece Masalları’na ait bir bölümden yola çıkarak modernizme söylenceler üzerinden bakıyor. Miller’ın yapıtında karşımıza gelen ‘cin’, içine sıkıştırıldığı ‘çeşm-i bülbül’den çıkmak suretiyle ‘akıl çağı’na dahil olmuş ama kökleri itibariyle mitler döneminin üyesi bir şahit konumundadır. Miller, bu ayrı zamanlara ait iki ana karakterle bilim ve mitoloji arasında gidip gelen bir öyküyü aktarıyor. Aslında anlatılan elbette bir masaldır ama film bu masalı bir anlamda ‘materyalist’ dünya içinde inşa etmeye çalışıyor. Alithea nihayetinde bir akademisyendir ve ‘akıl’dan, ‘mantık’tan yanadır. Cin ise görmüş geçirmiştir ve öyküsü Saba Melikesi Belkıs zamanından başlamaktadır. Önce çok sevdiği Belkıs’ı Kral Süleyman’a kaptırır, sonrasında bir büyüyle küçücük bir şişeye hapsolur ve bir şekilde kendisini Osmanlı döneminde bulur. Kanuni zamanına gider, padişahın cariyelerinden Gülten’e kol kanat germeye çalışır, ardından da 1800’lerin başında Zefir adlı genç bir kadın mucidin ‘Cin’i olur...

Miller, sanki ‘Kadrajlarla Osmanlı Tarihi’ne soyunmuş. Film ‘Cin’ ve ‘Üç dilek tut’ mottosundan yola çıktıktan sonra Kanuni’ye, Hürrem Sultan’a, Şehzade Mustafa’ya, 4. Murat’a, Kösem Sultan’a ve Sultan İbrahim’e de uğruyor. Bütün bu ziyaretlerde bilinen tarihi notları (Hürrem Sultan’ın iktidar hırsıyla yanıp tutuşması, Şehzade Mustafa’nın babası tarafından katledilmesi, Sultan İbrahim’in kafes içindeki hayatı ve şişman kadınlara düşkünlüğü vs.) perdeye aktarıyor. Özellikle İbrahim’in haremi görsel açıdan çok etkileyici ve bence atmosfer olarak ‘Mad Max: Fury Road’ tadında. Öte yandan 4. Murat’ın savaş alanındaki sahnesi de çok çarpıcıydı; ne yazık ki sinemamızın ‘tarihsel’ kulvarında ben bugüne kadar böylesi bir kadraj ve aksiyon görmedim.

 

Fantastik bir yolculuk

Film şöyle bir denge üzerinde yükseliyor; masala yaslandığı kısımlar fazlasıyla klişe ama iş geçmişe uzandığında görsel kalite seyircisini bu masalı kulak kabartmaya değer bir fantastik yolculuğa dönüştürüyor. Aradaki mesajlardaysa şu vurguları buluyoruz: Cin, sevme ve sevilme arzusuna sahip ve ölümsüzlük üzerinden bir tür ‘vampir yalnızlığı’ sunuyor. Alithea ise yalnızlığı bir tercih ve yaşam biçimi olarak görüyor, hatta boşandıktan sonra ‘özgürleştiğini’ düşünüyor. Film insanda şu şüpheyi de
oluşturuyor; ‘cin’, onun yetişkinliğinde Enzo’nun yerini alan hayali bir karakter mi? Bu arada sonlara doğru Londra’daki yaşlı komşular üzerinden filmin İngiliz muhafazakârlığına ve milliyetçiliğine dokundurduğunu söyleyebiliriz. Ben bir tür Leonardo Da Vinci esintileri sunan Zefir üzerinden, kadına biçilen role yapılan vurguyu çok beğendim...

Ana karakterlerde Tilda Swinton ve Idris Elba’yı izlediğimiz ama aralarındaki kimyanın pek tutmadığı hissine sahip olduğumuz yapımda Gülten’i Ece Yüksel, Zefir’i Burcu Gölgedar, Kösem Sultan’ı Zerrin Tekindor, Prof. Günhan’ı Erdil Yaşaroğlu, 4. Murat’ı da Oğulcan Arman Uslu canlandırıyor. Filmin Türkiye ‘cast’ını Ezgi Baltaş’ın yaptığını da belirtelim. 

Sonuçta Doğu’ya ve de İstanbul’a egzotik, oryantalist bir bakış atarken yine de yer yer daha derinlere inmeye çabalayan kadrajları ve görsel atmosferiyle masal tadını yansıtan bir çalışma...

UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/17.09.2022)



Diğer Yazılar