Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

25 ARALIK 2015

25 Aralık 2015 Cuma 00:04
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yedi filmlik yeni haftayla, 2015’e elveda diyoruz. Usta yönetmen Stephen Frears imzalı biyografik dram ‘The Program / Son Efsane’ , İspanya’dan çıkagelen romantik yapım ‘Barcelona, nit d’Hivern / Barselona’da Bir Yılbaşı Gecesi’ ve yerli romantik dram ‘Delibal’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan yenileri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler ve anlam, umut, barış, mutluluk ve tabii ki sinema dolu bir yeni yıl!

THE LOBSTER
‘Köpek Dişi / Kynodontas’ ve ‘Alpler / Alpeis’ gibi haşin ve acımasız dramların ‘yaman’ yönetmeni Yunanistanlı sinemacı Yorgos Lanthimos’un, çok uluslu ve büyük bir prodüksiyon altında çektiği filmi ‘The Lobster’ ziyaret ettiği bir çok festivalin ardından nihayet vizyonda. Cannes’de Jüri Ödülü dahil toplamda üç ödül elde eden ‘muzip’ film, bilimkurgudan romantizme, komediden, gerilime, birçok türe selam durup, neticede; politik bir dramın ipuçlarını barındırıyor içinde. Distopik bir yakın gelecek portresi çiziyor Lanthimos. Yalnız kalmış. İlişkisi olmayan bekar insanların tutuklandığı ve bir otelde alıkonulduğu yakın bir gelecek. Kırk beş gün içinde, kendilerine aynı özellik ve huylarda bir eş bulamayan ‘tek başınalar’, seçtikleri bir hayvana dönüştürülüyorlar. Otelden firar eden yalnız gezenlerin kuralları ise aynı şekilde; bir eşin olursa ceza görürsün! Lanthimos, bildik meselelerinin altını biraz daha kazarak, daha derinlere iniyor. Aile, birey, birliktelik, yalnızlık, his, yapaylık, toplum yapısı, en nihayet; her türlü dişlisiyle faşizm. Lanthimos’un, senaryosunu; yine her zamanki gibi Efthymis Filippou ile birlikte kaleme aldıkları muzip yapımda, başlıca rolleri, uluslararası yıldızlar üstleniyor bu kez. Colin Farrell ve Rachel Weisz’e, John C. Reilly, Léa Seydoux, Ben Whishaw ve Olivia Colman eşlik ediyorlar. Yönetmenin başucu oyuncuları ve vatandaşları Angeliki Papoulia ve Ariane Labed, yine oyuncu kadrosunun önemli çarklıları arasında. Orijinal, çok zeki –ki bu fazla zeki kısım, bir parça fazla iddia yaratıyor filmde- cesur bir deneme olmuş ‘The Lobster’. Lanthimos’un ne kadar iyi bir sinefil olduğu gerçeği, filmin dikkatli bakıldığında öne çıkan bir başka unsuru. Truffaut’nun klasiklerinden, 1966 tarihli ‘Fahrenheit 451 / Değişen Dünyanın İnsanları’ perdedeki film, bir bakıma. İzleyiciyle bilinçli ‘mesafesine’ ve mağrur, cermen, vakur duruşuna rağmen; görülmesi gereken, afallatıcı, suallere yol açan, incelikli bir film ‘The Lobster’. (3,5 / 5)

BUZ VE GÖKYÜZÜ
2005’te ‘en iyi belgesel’ Oscar’ını kazanan enfes yapım ‘La Marche de L’empereur / İmparator’un Yolculuğu’ndan anımsayacağınız Fransız sinemacı Luc Jacquet imzalı dokümanter, küresel ısınma ile ilgili önemli bir belge her şeyden önce. Buzul bilimcisi Claude Lorius’un, 1950’li yılların başında başladığı araştırma serüveni, gezegen ve insanlar açısından ‘hayati’ önem arz ediyor. Antarktika’da, her şey ve herkesten uzakta, iki arkadaşıyla bir yıl geçiren ve yirmi üç yaşında başladığı araştırmasını, 82 yaşında bizimle paylaşan bilim adamının, buz ve içinde sakladığı gerçekler üzerine yaptığı bilimsel araştırma, detaylarına dek karşımıza çıkıyor perdede. Gezegenin, buzulların kalbinde gizlenmiş gerçekleri ve gidişata dair karanlık ayrıntılar, Jacquet’in belgeselinde bilimsel bir dizi kanıt halinde sergileniyor. Kendisini, bilime ve insanlığa vakfetmiş gerçek bir bilim adamının portresi öte yandan bu kişilikli belgesel. Lorius’un şahsi geçmişi, aynı buzulların içinde saklı gezegenin gizemli geçmişi gibi seriliyor önümüze. Belgeselin gücü, büyük miktarda, baş karakterine, Claude Lorius’a dayanıyor işin aslı. Fransız bilim adamının ilk araştırma gezisinden itibaren çektiği görüntüler ve tuttuğu kayıtlar, filmde ulaşılan ve bize sunulan bilimsel gerçeklere birer kanıt oluşturuyor. Sadece gezegenin ve bilimin ruhu değil, bilim adamı kişiliğinde, sıradan insanın dayanma, direnme ve yaratım gücü de seriliyor gözler önüne. (3,5 / 5)

ERTUĞRUL 1890
Türkiye-Japonya arasındaki ‘kardeşlik’ ve ‘dayanışma’ bağını, iki yaşanmış tarihi olayla perdeye yansıtan yapım, iki millet ve ülke arasındaki güçlü bağın altını çiziyor. 1890 yılında Japon sularında batan Ertuğrul firkateyninin hazin öyküsü yanında, 1985’te, iki yüz kusur Japon vatandaşının Irak-İran savaşından kurtarılmasının hikayesi, Japonya-Türkiye ortak yapımı tarihi bir yapımla yansıyor perdeye. Kurgusal tarihi filmin yönetmen koltuğunda, Japonyalı sinemacı Mitsutoshi Tanaka oturuyor. Eriko Komatsu’nun senaryosuna, Türkiye’den proje-tarih danışmanı olarak Prof. İskender Pala destek vermiş. Bu yıl, dostluklarının 125. yılını kutlayan Türkiye ile Japonya arasındaki tarihsel bağın önemi, iki halk arasında nerdeyse bir asır arayla yaşanmış yardımlaşma, kurtarma ve fedakarlık hikayelerinde vurgulanıyor. Japonya kara sularında 681 mürettebatıyla batan Osmanlı firkateyni Ertuğrul’un yardımına koşan Japon halkı, kurtardıkları altmış dokuz kişi, denizden çıkarılabilen yüz elli gemicinin defnedilmesi ve olay yerine dikilen Türkiye-Japonya dostluğunu simgeleyen anıt. Buna karşılık, İran-Irak savaşının sürdüğü 1985 yılında, Tahran’da mahsur kalan Japonya vatandaşlarının imdadına dönemin başbakanı Turgut Özal’ın talimatıyla Türkiye’nin koşması, Tahran hava sahasının sivil uçaklara kapanmasına saatler varken, ülkeye inen THY uçağına binmek için, hava limanında bekleyen Türk yolcuların yerlerini, 215 Japon vatandaşına vermesi. Tarihte yaşanmış bu iki dostluk ve fedakarlık öyküsü, büyük bir prodüksiyonla yansımış perdeye. Sinema büyüsünün ve tadının yeterli olduğu ise söylenemez. Kamu veya tanıtım spotu ruhu sinmiş büyük resme. Ayrıca, filme adını veren 1890’da yaşanan trajik deniz kazasının Japonya’da geçen bölümünden sonra, Tahran’da yaşananlar, resmin bütününe bakıldığında bir yama gibi kalıyor. Japon oyuncular Yukiyoshi Ozawa ve Shiori Kutsuna’ya, başta Kenan Ece olmak üzere, Alican Yücesoy, Mehmet Özgür, Uğur Polat ve Tamer Levent eşlik ediyorlar. Resmi ve hamasi söylemin fazla öne çıktığı yapım, izlendikten hemen sonra zihinden uçucu nitelikte. (1,5 / 5)

POINT BREAK
Kathryn Bigelow imzalı 1991 tarihli sıkı aksiyon ‘Point Break / Kırılma Noktası’ndan büyük ölçüde esin almış aynı adlı ‘yeniden çevirim benzeri’ film, aksiyonu yüksek suç öyküsünün içine, ekstrem sporların hemen hepsini yerleştirmiş. Ericson Core’un yönettiği 2015 model ‘Point Break’, neredeyse bir ekstrem sporlar güzellemesi. Dağa çıplak elle tırmanıştan, otuz metrelik dev dalgalarda yapılan sörfe dek, bütün ekstrem dallar, resmi geçit yapıyor neredeyse. Orijinal filmde, FBI ajanı Johnny Utah’ı Keanu Reeves ve çete lideri Bodhi’ye de Patrick Swayze canlandırmıştı. Bu kez, Luke Bracy ve Édgar Ramírez, hayat vermişler yeni neslin aynı adlı kahramanlarına. Avustralyalı güzel aktris Teresa Palmer, Klaus Kinski’nin oğlu Nikolai Kinski, Delroy Lindo ve usta İngiliz aktör Ray Winstone, adrenalini bol aksiyonun öne çıkan oyuncuları. Hemen her karesinden, adrenalin ve hormon fışkıran tempolu film, orijinal yapımın ruh ikizi ve yeni versiyonu olsa da, öykü, ekstrem sporların tanıtımına kurban gitmiş bu kez. Bir tanıtım filmi olmuş, üstelik yapım tasarımına epey emek harcanmış, Venezuela’dan, İsviçre’ye, Avusturya’dan, Meksika’ya, Tahiti’den, Hawaii’ye dek pek çok muhteşem doğal güzelliklerde çekilmiş yapım. Perdeden izlerken bile inanılmaz gelen bu ekstrem spot aktiviteleri, özellikle gençlerin ve bu mevzuya kafayı takmış izleyicinin ilgisini çekebilir ama orijinal filmi izleyip, bilenler; başka bir şey bulacaklar karşılarında bu kez! (2,5 / 5) MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar