Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

23 EKİM 2015

22 Ekim 2015 Perşembe 21:36
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni vizyonun beraberinde getirdiği yeni film sayısı sekiz. İtalyan yönetmen Gabriele Muccino imzalı dram ‘Fathers and Daughters / Babalar ve Kızları’, popüler korku serisi Paranormal Activity’nin beşinci bölümü olan ‘Paranormal Activity: The Ghost Dimension / Paranormal Acvitiy 5: Hayalet Boyutu’ ve yerli bir romantik komedi örneği olan ‘Evlenmeden Olmaz’, notlarımız arasında yer alamayan yapımlar. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

TAKIM: MAHALLE AŞKINA!
Yerli popüler gişe sineması filmleri böyle olmalı gerçekten! Memleket insanın kaybettiği, ona çoktan unutturulan takım ruhunu ve takım olma duygusunu yeniden anımsatan iyi niyetli, tertemiz yapım, hedefi on ikiden vuran toplumsal bir dram. Kentsel değil, rantsal dönüşümün gerçek yüzü ve yok olmaya yüz tutmuş mahalle dayanışması üzerine yürek ısıtan ‘iyi kalpli’ bir öykü duruyor perdede. ‘40’ adlı ilk uzun metrajıyla tanıdığımız Emre Şahin’in yeni filmi, babalarından miras kalan halı sahayı ‘mafya oluşumlarına’ satmak istemeyen iki kardeşin öyküsü. Kimi anlar hüzünlü, kimi anlar eğlenceli bir dille altı çizilen dayanışma ruhuna saygılarını sunan hikayede başlıca rolleri, Fırat Tanış, Yağız Can Konyalı ve Beyza Şekerci üstleniyorlar. Usta isimler Rozet Hubeş, Mehmet Özgür, Sinen Bengier, Cezmi Baskın ise genç oyunculara destek veriyorlar. Filmin sürpriz ismi ise, Afrikalı bir göçmen futbolcu canlandıran Pascal Nouma. Plazalar tarafından kuşatılmış bir mahallede, ranta ve zorbalığa direnen ‘küçük’ insanların dayanışma çabası. Ortak ve hayati bir hedef için bir araya gelen futbol takımı, katıldığı turnuvada terinin son damlasına kadar müthiş bir mücadele verecektir. Senaryosu Emre Şahin ve İnan Temelkuran tarafından yazılmış sıcak filmin Anadolu Rock ağırlıklı müzikleri de izlediğimiz öykünün ruhuna başarıyla eşlik ediyor. Tertemiz çekilmiş, biçim anlamında da derdi olmayan film, kurgu dahil pek çok detayda sırıtmıyor. Eksik yanları olsa da, ‘başarılmış’, diğer popüler yerli yapımlara örnek olması gereken sosyal dram, ‘haklı’ bir neden için ‘bir arada duran’ sıradan insanların umut dolu ve iyi yürekli öyküsü. (3,5 / 5)

MUSTANG
Galasını Cannes’de yapan Fransız-Alman-Türkiye-Katar ortak yapımı, ana yapımcı olan ülkesi Fransa’nın ‘en iyi yabancı film’ dalında Oscar adayı. Ankara doğumlu ama Paris’te büyüyen Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajı, anne-babalarını kaybetmiş, babaanneleriyle Anadolu’da; Karadeniz’de yaşayan, büyüme çağındaki beş kız kardeşin karşılaştıkları toplumsal baskıları ve bu baskıya karşı olan direniş biçimlerini yansıtıyor perdeye. Alice Winocour’un, Ergüven’in senaryo ortağı olduğu yapım, baskıcı ve ikiyüzlü ahlak kurallarıyla yaşamaya dayatılan genç kızlar üzerinden pek çok toplumsal mesele ve yaraya parmak basmayı da unutmuyor. Söylenen ve değinilen pek çok şey sonuna kadar doğru ama filmin bunu söyleme biçimi, öykünün gerektirdiği duygu ve ‘gerçeklik’le mesafeli. Kafasındaki pek çok ‘mesele’yi bir öyküye sıkıştırmış genç yönetmen. Öfkeli olduğu belli ama öfkesini, fazla oryantalist ve dağınık biçimde yansıttığı da gerçek. Hikayenin ajite ve oryantalist yönü, filmin batıda, özellikle Fransa’da çok beğenilmesinin en önemli noktası büyük ihtimal. Gencecik isimler, Güneş Şensoy, Elit İşcan, Doğa Zeynep Doğuşlu, İlayda Akdoğan ve Tuğba Sunguroğlu’nun beş kız kardeşi; başarıyla canlandırdıkları eleştirel dramda, usta oyuncular Nihal Koldaş ve Ayberk Pekcan da rol alıyorlar. Karadeniz’in bir kasabasında yaşayan anne-babasız genç kızlar, filmde; yaşadıkları yere göre son derece modernler. Babaanneyle uzun yıllardır yaşayan bu gençlerin daha önceki durumları neydi peki? Bu ve benzeri tespit ile sorular, inandırıcılık meselesini öyküdeki doğru ve dürüst tespitlerle bir zıtlık durumuna sokan önemli bir ayrıntı olarak henüz açılış sahnesinden itibaren zihne takılıyor. Son tahlilde, baskıdan ve kötücüllükten kaçıp kurtulun diyen öykü; bunun başarılma şeklini son derece kolay yoldan göstererek, gerçeklikle olan bağını da zedeliyor bir parça. Büyükşehirde sığınılan öğretmenin evinde her şey normal ve iyi mi gelişecek genç kızlar için? Atalay Taşdiken’in ‘Meryem’ filmindeki finalin daha inandırıcı ve doğru olduğunu belirtmek gerek. Tespit ve teşhislerin yerinde olduğu, buna karşılık sonuç ve tedavi yöntemleri sorunsalını boş bırakmış film, hızlı ve sıradan bir oldubittiye getiriyor hassas meseleyi. (2,5 / 5)

SOLACE
Yakın zamanda; amansız bir hastalık sonucu, kızını kaybetmiş, psişik güçleri olan, sıra dışı yeteneklere sahip, ‘acılı’ bir adam ile iki FBI ajanı, gizemli bir seri katili durdurmak için iş birliği yaparlar. Brezilyalı sinemacı Afonso Poyart’ın Hollywood’da yönettiği gerilimde, usta oyuncular rol alıyorlar. Dev aktör Anthony Hopkins ve Colin Farrell’a, Abbie Cornish ile Jeffrey Dean Morgan eşlik ediyor. Sean Bailey ve Ted Griffin imzalı senaryo, Tarsem Singh ile David Fincher buluşmasının zayıf bir izdüşümü olarak okunabilir ilkin! Fincher’ın ‘Seven / Yedi’si ile Singh’in ‘The Cell / Hücre’sinin ‘olmamış’ birlikteliği yakıştırmasını yapabileceğimiz gerilim, muallakta kalan, içi doldurulamamış, ayakları yere basmayan oluş ve ayrıntılar içerse de, izlenirlik olarak belli bir düzeyi tutturmuş. Sıkılmadan, finale dek ilerleyen yapım, hafızadan salon çıkışı ötelense de, kimi sürprizli hamleleri ve usta oyuncu kadrosuna hürmeten ilgiye değer. Özellikle türün, ‘her şey kabulüm’ diyen hayranları tarafından. (2,5 / 5)

SON CADI AVCISI
Adını, 2005 tarihli avantür ‘Sahara’ ile duyduğumuz, ardından 2010 tarihli korku gerilim denemesi ‘The Crazies / Salgın’ ile dikkat çeken Breck Eisner’ın beş yıl aradan sonra yönetmen koltuğuna oturduğu gerilimli fantastik aksiyon, maalesef daha önce birçok eli yüzü düzgün örneğini izlediğimiz benzeri öykünün vasat, hatta vasat altı tekrarı niteliğinde. Yaklaşık 800 yıl önce başlayıp, günümüz modern dünyasında devam eden öykü, kötücül cadıların fink attığı bir atmosferde, gezegeni ve insanlığı, cadılardan korumak amacıyla mücadele eden ölümsüzlüğe mahkum cadı avcısı Kaulder’in macerasını taşıyor perdeye. Başrolde, aksiyon ikonlarından Vin Diesel’in varlığı, filmi kurtarmaya yetmiyor. Usta aktör Michael Caine, Elijah Wood, Rose Leslie ve İzlandalı oyuncu Ólafur Darri Ólafsson, kadronun diğer isimleri. 1990 tarihli ‘Dance with the Wolves / Kurtlarla Dans’ filmiyle Oscar kazanan Avustralyalı görüntü yönetmeni Dean Semler’in çabası da, zayıf öykünün içinde eriyip gidiyor. Türün en iyilerinden Wesley Snipes’li ‘Blade / Bıçağın İki Yüzü’ serisinin ve yine sayısız kalburüstü örneğin arasında ‘unutulmaya’ mahkum bir film olsa da, modern dünyaya, cadıları, büyüleri sokan öykülerin ve Vin Diesel’in hayranlarına önerilir. (2 / 5)

OTEL TRANSİLVANYA 2
Bir seriye dönüşen sevimli animasyonun 2012 tarihli ilk filmini anımsayalım öncelikle. Kont Drakula, kendilerini rahatsız edecek insanlar olmadan ‘tatil yapmak isteyen’ canavarlar ve aileleri için gizli bir otel işletmektedir. Kızını dış dünyadan ve insanlardan 118 yıl boyunca korumuştur fakat şatoya yanlışlıkla gelen bir ‘insan’, Kont Drakula’nın korunaklı dünyasını alt üst eder! Kont Drakula, Frankenstein, Kurt Adam, Görünmez Adam ve aileleri… Şimdiye dek bizi korkutan bütün canavarlar, bu kez kelimenin dolu anlamıyla güldürüyorlardı ve ikinci film üç yıl aradan sonra yansıdı beyazperdeye. Rus asıllı Emmy ödüllü Genndy Tartakovsky
yine yönetmen koltuğunda. ‘Sony Pictures Animation’ stüdyosunun ‘Open Season / Çılgın Dostlar’ ile başlayan animasyon macerasının yeni uzu metrajının senaryosunda bu kez, baş kahramanımız Dracula’yı seslendiren – tabii ki orijinal sesinde – usta oyuncu Adam Sandler’ın imzası var. Yeni filmde kahramanımız Dracula, torun sahibi olacağını öğrenince havalara uçuyor keyiften. Fakat doğumdan sonra, yıllar geçtikçe, torununun tamamen insan olduğunu görmek bir parça yaralıyor Dracula’yı. Beş yaş doğum gününe günler kala, torunun içindeki vampiri ortaya çıkarmak için kolları sıvıyor Dracula. Tabii, kızına çaktırmadan! İnsan-vampir-canavar ayrımı yapmadan, her canlıya sıkı sıkıya sarılan, ayrımcılığa karşı çıkan iyi huylu ve öğretici animasyon üzerine, aynı ilk film gibi hemen her şeyin iyi olduğu gerçeği dışında olumsuz bir şey söylemek gelmiyor insanın içinden. Ama sanırım el mecbur: O da dublaj! Adam Sandler gibi bir komedyenin ve daha pek çok ünlü ismin seslendirdiği orijinal ses; yerini, aynı ilk filmdeki gibi Türkçe dublaja bırakmış. Animasyonları, ‘sadece okuma yazma bilmeyen çocuklar izler’ genel kanısı artık yıkılmalı! Her film, kendi dilinde, orijinal izlenmeli ve her çocuk, altyazıyı okuyup, orijinal güzelliği fark etmeli! Okuma yazmayı henüz öğrenmemiş izleyiciler içinse, anne-babalar, ebeveynler kolları sıvamalı tabii. Her yaşa seslenen animasyon derken, insanın aklına birden; izleyeni perdeye yansıyan filmden yabancılaştıran o kötü dublaj geliyor ister istemez! Her yaşa seslenemiyor böylece bu şık ve eğlenceli animasyon! (3 / 5) MURAT ERŞAHİN






Diğer Yazılar