Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

19 ŞUBAT 2016

18 Şubat 2016 Perşembe 19:22
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni haftanın beraberinde getirdiği film sayısı dört. ‘Yabancı dilde en iyi film’ dalında Oscar adayı olan yılın bol ödüllü filmi ‘Saul fia / Saul’un Oğlu’, sadece sezonun değil, son yılların en iyilerinden. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

SAUL’UN OĞLU
‘Holokost’, Nazi Almanyası döneminde, Nazilerin; Yahudileri sistemli şekilde öldürdükleri, yok ettikleri vahşi katliam anlamı taşıyan ve halen içi kanayan dehşet bir kelimedir… Orijinal adıyla ‘Saul fia’nın ardından bu sözcük, zihinlerde ‘gerçek’ manasına bir daha çıkmamak üzere kavuşuyor! Analar ne evlatlar doğuruyor dedirten, ‘yaman’ Macar sinemacı 1977 doğumlu László Nemes’in ilk uzun metrajı, İkinci Dünya Savaşı günlerine, 1944 yılında Auschwitz’deki vahşet kampına götürüyor izleyicisini. Bununla yetinmiyor, kampın tam ortasında bırakıyor bizi. Naziler tarafından toplama kampında ‘pis’ işleri yapmaya zorlanan ve adına ‘sonderkommanda’ denen tutsaklardan biri başkarakterimiz Macar mahkum Saul Ausländer. Gaz odalarında toplu halde yok edilen ve krematoryumlarda yakılan cesetlerle birlikte iki gün geçiriyoruz biz de, Saul’un hemen omuz başında. Saul, dehşet dolu günlerin birinde, sıradan bir vahşet anında, cesetlerden birinin, genç bir oğlanın ölü bedenini yakılmaktan kurtarıp usulünce toprağa vermeyi takıntı haline getirecektir. Oğlu olduğunu söylediği çocuğun cansız bedeniyle birlikte, olanca dehşet arasında son görevini yerine getirmeye çalışır Saul. Altın Palmiye için yarıştığı Cannes’de; başta; jüri özel ödülü ve FIPRESCI olmak üzere toplam dört ödül kazanan sarsıcı ve aynı anda yok edici dram, yedinci sanat adına müthiş bir delil öncelikle! ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Oscar adayı olan, aynı dalda Altın Küre kazanan, şu ana dek, kırka yakın ödül elde etmiş muhteşem ve yürek parçalayan öykünün bir ‘ilk film’ olduğu gerçeğine ikna olmak gerçekten çok güç. Senaryosu yine Nemes ve Clara Royer tarafından yazılan Macar filmi, tarih, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler tahsili yapan yönetmenine çok şey borçlu. Elem Klimov’un 1985 tarihli başyapıtı ‘Idi i Simotri / Gel ve Gör’ dahil olmak üzere; savaşın dehşetini, masumiyetin yitimini, bu çok önemli tarihsel meseleyi, bu derece sarsıcı, hakiki ve ustaca yansıtan bir film izlememiştik bu güne dek. 40 mm. lenslerle, omuz başında, ense kökünde, alan derinliği yaratan ve sizi bir toplama kampına, daracık odacıklara, katillerin ve kurbanların arasına atan filmi, ömrünüz boyunca unutmanız imkansız gibi. Filmde epey bir süre alan kapalı mekan görüntülerinin dışının, dışarısının yani; ‘olduğu gibi’, doğal ışıkla çekildiğini de not düşelim. Aynı senarist ve yönetmeni gibi, ‘adlandırılamaz’ performansıyla, baş oyuncusu Géza Röhrig’in de ilk uzun metrajı olan filmin, muhteşem oyuncu kadrosu da dahil, hemen her hücresi, her zerresi, yüzde yüz sinema içeriyor. Yüreğe sokulan ve içerde oynatılan bir hançer bu film. İnsanlık adına utanılan bir ibret belgesi, yedinci sanatın olanca içeriğini ve sınırlarını ifşa eden bir kanıt. Kaçırılması düşünülemez bile. Ezcümle, bir insanlık görevi ‘Saul’un Oğlu’nu izlemek. (5 / 5)

GİZLİ DÜNYA
Keskin bir dram orijinal adıyla ‘Room’… Küçük bir dört duvar arasına hapsedilen genç kadın, beş yaşına ulaşan çocuğuyla birlikte, yaşama devam etme mücadelesi vermektedir. Bir şekilde, kendilerini alıkoyan sapıktan kaçan ve odadan kurtulan anne ve çocuğu, olanca ‘ağırlığıyla’ dış dünya beklemektedir. Anne-çocuk ilişkisi, aile, zorluğu, işkenceyi ve kayıp yılları kabullenme, bu zorlukla başa çıkma mücadelesi, hepimizin bir odada hapsolduğu gerçeği, yalnızlık, toplumsal kabullenme ve tek çıkar yol olan sevgi kavramının etrafında gezinen hikaye, kırk dakikalık müthiş başlangıcından sonra, ikinci bölümünde dikkat çekici biçimde irtifa kaybediyor. Ama düşmeden yere indiriyor filmini İrlandalı yönetmen Lenny Abrahamson. ‘What Richard Did?’ ve ‘Frank’ adlı dramlarıyla tanıyıp sevdiğimiz Abrahamson’un filminin senaryosunu, aynı adlı kitabın yazarı Emma Donoghue kaleme almış. En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo dallarında dört Oscar heykelciğine aday olan film, başrol oyuncusu Brie Larson’la en iyi kadın oyuncu dalında Altın Küre’ye uzanmayı başarmıştı. Bu yılın yıldızı parlayan oyuncularından ve ödül rekortmenlerinden olan Larson’a eşlik eden isim, dokuz yaşındaki ‘müthiş’ oyuncu Jacob Tremblay. Küçük oyuncunun enfes performansına bakınca, gerçekte bütün ödüllere onun aday olması gerektiği fikrinde takılıp kalıyor insan. Kanada-İrlanda ortak yapımı dramda diğer önemli rolleri, usta isimler Joan Allen ve William H. Macy ile birlikte, Sean Bridgers, Amanda Brugel, Cas Anvar ve Tom McCamus üstleniyorlar. ‘Baba bana bir oda ver’ diyor yürek söken dram ve aslında sadece sevdiğimize sıkıca sarılarak yaratırız kendi odamızı gerçeğini anımsatıyor. ‘Koca dünyada küçücük bir odadayız öte yandan’ diye geçiriyoruz içimizden son jenerikler elemle akarken perdeden. (3,5 / 5)

Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer iki filmi ise, Gökbakar kardeşlerden Togan’ın yönetip, Şahan’ın oynadığı yerli komedi ‘Osman Pazarlama’ ile özellikle küçük izleyiciye seslenen Çin ve ABD ortak yapımı animasyon ‘Ayı Kardeşler: Kurtarma Operasyonu / Bonnie Bears, to the Rescue!’ MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar