Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

15 KASIM 2019

14 Kasım 2019 Perşembe 18:21
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Üçü yerli yapım olmak üzere, toplam yedi yeni film merhaba diyor vizyona. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.

 

ASFALTIN KRALLARI

-O motor sesi var ya!-

1923 yılından bu yana, Fransa’da, Paris’in yakınında bulunan yarışa adını veren küçük şehirde düzenlenen 24 saat süren efsane spor otomobil dayanıklılık yarışı Le Mans’tayız. Yıl 1966! Ford, Ferrari’yi alt edecek bir araç tasarlamak için otomotiv tasarımcısı, yarışçı ve girişimci efsanevi Carroll Shelby ile anlaşır. Shelby’nin sürücü olarak düşündüğü isimse yakın dostu ve gözü kara usta pilot Ken Miles’dır.
Motor sporları tutkunlarına özellikle seslenen biyografik dram, birebir tarihi gerçeklere dayanıyor. Usta yönetmen James Mangold imzalı yapımda başrolleri yine iki usta aktör; Christian Bale ile Matt Damon üstleniyorlar. Josh Lucas, Jon Bernthal, Tracy Letts, Remo Girone ve Caitriona Balfe oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Yarışma, hırs, risk, doğru zamanlama, sportmenlik ruhu, dostluk, güven, önsezi, sanayi, acımasız kapitalist kurallar, askerler, komutanlar, spora sanat katanlar, girişimciler, dayanıklılık ve yüreğini ‘hız’ a kaptırmış idealist bireyler… Bir Amerikan markasının, hız ve dizayn deyince akla ilk gelen İtalyan devine kafa tutma öyküsü, altmışlı yılların ikinci yarısında yaşanan gerçekleri, özel ve farklı bir ‘kahramanlık/dostluk’ öyküsüyle yansıtıyor perdeye! Motor sporlarının efsane ismi Shelby ile İkinci Dünya Savaşı’nda bizzat savaşmış İngiliz ‘savaşçı sürücü’ Miles’ın dostlukları, tarihi Le Mans yarışlarını sonsuza dek değiştirecek gelişmeleri tetikleyecektir!
Bir yanıyla Amerika ruhunun nüvesini okşayan, dolayısıyla Amerikan rüyasını parlatan öykü, öte yandan olanca gücü ve gerçekliğiyle kapitalist ahlak ve anlayışa da saldırmaktan çekinmiyor. Böylelikle, Amerikan demokrasisinin özünü parlattığından; Akademi Ödülleri için güçlü bir aday olarak sivriliyor. Usta aktör Christian Bale’in performansı alışageldik üzere olağanüstü yine! Tarihi kişilikler ve kronolojik gelişim, o yılları yaşamış ve bilen meraklıları ziyadesiyle memnun edecektir. Son derece iyi çekilmiş yarış sahneleri, sıkı kurgu ve genel yapım tasarımıyla birinci sınıf bir çalışma. Le Mans dendiğinde akla iki iyi film gelirdi. Biri, başrolünde Steve McQuenn’in yer aldığı, Lee H. Katzin imzalı 1971 tarihli ‘Le Mans / Büyük Yarış’, diğeri ise Claude Lelouch’un romantik bir dram olarak ün salmış, içinde bolca Le Mans canlı yayını olan Jean-Louis Trintignant ve Anouk Aimée’li ‘Un Homme et une Femme / Bir Kadın Bir Erkek’i! Şimdi bu iki önemli yapımın yanına yeni bir ‘Le Mans’, hatta araba yarış filmi iyisi ekleyebiliriz kolaylıkla! (3,5 / 5)   

 

VE SONRA DANS ETTİK

-Duvarları yıkmak-

Genç Merab, ülkesinin en büyük gurur kaynaklarından biri olan Gürcü halk danslarına yıllarını vermiştir. Kendisinden hoşlanan partneri ve çocukluk arkadaşı Mary ile birlikte iyi bir dansçı olabilmek için uğraş veren genç adam, ekibe yeni katılan karizmatik Irakli’den etkilenir. Merab, aşkı, cinselliği ve kimliğini keşfedeceği süreçte, gelenekselliğin katı ve dirençli duvarına toslayacaktır!
Dünya prömiyerini Cannes’de ‘yönetmenlerin on beş günü’ bölümünde yapan romantik dram, duygusal bir isyan öyküsü! Gürcü asılı İsveç vatandaşı Levan Akın’ın yazıp yönettiği melankolik hikâyede başlıca rolleri; Levan Gelbakhiani, Bachi Valishvili ve Ana Javakishvili üstleniyorlar. Başta Gelbakhiani olmak üzere, üç oyuncunun da performansı gayet iyi. Gürcü halk ezgilerinden folkloruna, ABBA’dan Robyn’e, müzik ve dansla desteklenmiş yapım, İsveç’in ‘yabancı dilde en iyi film’ dalında Oscar adayı aynı zamanda. 
Tutku ve aşk, batıda daha özgürce duyumsanıp yaşanıyor gerçekte! Özellikle eşcinsel aşk hikâyelerinin toplumsal kabulü, doğuya göre çok farklı. Bir de geleneksel, otoriter ve muhafazakar sert yapıyla yüzleşince sadece aşk ve tutkuyu yaşamak değil, kendini hemen her yoldan ifade etmek de zorlaşıyor gerçekte! Levan Akın, Gürcü toplumunun geleneksel tabularından dans ve etrafında dönen rekabetçi dünyaya bakarken, toplumun büyük bölümünün kabullenemediği bir aşk öyküsünü de merkezine almış. Hatta filmin galasının yapıldığı gün milliyetçi-dindar protestocuların zor kullanıp, sinemayı abluka altına alması, durumun vahametini ve filmin ‘geninde’ bulunan cesareti gözler önüne seriyor. 
Hollywood’un hemen her dönem başarıyla kotardığı romantik bazlı dans-müzik filmlerinin formülünü, yerel olana başarıyla uygulamış Levan Akın. Gayet iyi bildiği sosyolojik ve psikolojik bir zemine yaydığı öykü ve dolayısıyla mesele, izleyiciyi avcunun içine almayı ve özellikle ‘hedeflediği’ gösterişli finale doğru taşımayı ve yüreğe seslenmeyi beceriyor. Burada başka bir durum ve mesele çıkıyor ortaya fakat! O da doku uyuşmazlığı. Yani ‘zorlama’ olanın göze battığı o anlar… James Ivory senaryolarının incelikli yapısından beslenen fakat bu noktada ‘böyle olmaz bu işler’ dedirten durum ve haleti ruhiye gelip dayanıyor zihnin kapılarına. Levan Akın, sinema tarihinde sıkı bir gezinti yapıp, zarif bir kolaj ortaya çıkarsa da, hatta yine Ivory senaryosu ve Luca Guadignino filmi ‘Call Me by Your Name / Beni Adınla Çağır’ı çok sevmiş olsa da; filmin aklı sürekli sinema tarihinde olan birini etkileme alanı sınırlı oluyor haliyle. Hoş, uçucu, ‘kopya cinayetler’ tarzı bir nihai karar bırakıyor tadı yapımın zihinde! (2,5 / 5)

 

KRALİÇE LEAR

-Sanat, fena halde hayat işte!-

Shakespeare’nin edebiyata mal olmuş ve bulmacalarda sık sık karşımıza çıkan ünlü kralı ‘Lear’, Pelin Esmer’in yüzünü ve ruhunu kurmacaya dönmüş başarılı belgeselinde; Torosların dağ yolları ve köylerinde sahne alan ‘Kraliçe Lear’a dönüşüyor. Esmer’in 2005 tarihli ve bol ödüllü ‘Oyun’ adlı belgeselinde tanıdığımız Mersin Arslanköylü kahraman kadınları, kapıldıkları tiyatro aşkıyla yollara düşüp, Toroslardaki köylere turne düzenliyorlar bu kez.
Tozlu, engebeli, virajlı, zorlu dağ yollarında, onca yoksunluk ve yoksulluk varken, yüreklerindeki aşkı, insanlarla buluşturma gayretindeki aslan yürekli Arslanköylü kadınlar, kendi dünyalarıyla, Lear’ın dünyasını harmanlıyorlar. Oyunun içindeki bütün dinamikler ve kavramlar, hayatın atar damarına karışıyor neredeyse. Bir yandan turnenin ve sahnelenen oyunun içinde gezinirken, diğer yandan tiyatrocu kadınlarımızın hayatlarına, yaşam algılarına ve turnede karşılarına çıkan ‘diğerlerinin’ hayatlarına dokunuşlarına bakıyoruz. Gülümseyerek hüzünleniyoruz. Kadının yaratıcı, çoğaltıcı, eşitlikçi, özgürleştirici gücünü, cesaretini, fedakârlığını ve anaçlığını yeniden görüp önümüzü ilikliyoruz…
Pelin Esmer’in belgeseli, 26. Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’ndan ‘Yılmaz Güney Ödülü’, Barış Diri’ye sunulan ‘En İyi Müzik Ödülü’ ve ‘SİYAD Cüneyt Cebenoyan En İyi Film Ödülü’ ile ayrılmayı başarmıştı. Oyun belgeseli ekibinden beş kahraman kadın tiyatrocunun, Fatma Fatih, Ümmü Kurt, Zeynep Fatih, Behiye Yanık ve Cennet Güneş’in yüreğimizi ısıttıkları, söyleyecek sözleri olan, samimi ve güçlü yapıma ‘seyirci’ kalmayın! İzleyin mutlaka. (3,5 / 5) 

Maria Peters’in yazıp yönettiği; uluslararası müzik camiasında ilk kadın orkestra şefi olan Antonia Louisa Brico’nun hikâyesini konu alan Hollanda-Belçika ortak yapımı biyografik dram ‘De Dirigent / Bir Kadın Zaferi’, Çin yapımı animasyon serisinin yeni filmi olan ‘Xiong chu mo: Yuan shi shi dai / Ayı Kardeşler: Zamanda Yolculuk’ ile birlikte iki yerli yapım; başrollerini Aslı Tandoğan ile Emre Karayel’in üstlendikleri; Baran Seyhan’ın yazıp yönettiği duygusal dram ‘Söz Vermiştin’ ile Fuat Yılmaz imzası taşıyan korku örneği ‘ Gece Gelenler’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar herkese iyi seyirler! MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar