Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

12 AĞUSTOS 2016

11 Ağustos 2016 Perşembe 22:56
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni hafta, ikisi yerli altı filmle merhaba diyor! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.

VERONIQUE’NİN İKİLİ YAŞAMI
Yedinci sanatın hakiki ‘auteur’lerinden, Polonyalı usta sinemacı Krzysztof Kieslowski’nin (1941-1996) 1991 tarihli filmi ‘La double vie de Véronique / Veronique’nin İkili Yaşamı’, yapımının yirmi beşinci yılı şerefine ilk kez ülkemizde ticari sinemalarda gösterime giriyor. Kieslowski sinemasının tipik filmlerinden biri olan dram, son derece zarif ve şiirsel yapısıyla dikkat çekici. Zarafetten gün be gün uzaklaştığımız günümüz fast-food dünyasında, kendine özgü, insancıl ve iyi ki sanat var dedirten filminde iki paralel öyküyü, aynı evrende izliyoruz. Polonya ve Fransa’da yaşayan iki genç kadın; Véronique ve Weronika’nın hikayeleri. Birbirlerini tanımayan iki kadın, aralarındaki mesafeye karşın, birbirlerinin varlığından haberlidirler adeta. Aralarındaki tuhaf benzerlikler, tek bir ruhun göstergesidir sanki. Düşünce ve rüyalarımızı paylaşan diğer yarımız ve hayatın sevgiyle işleyen gücü. Irène Jacob’un başrolü üstlendiği duygusal film, Kieslowski’nin sağ kolu, dev müzisyen Zbigniew Preisner’in eşsiz notalarıyla taçlandırılmış naif bir şiirdir işin aslı. Kieslowski’nin toplu şiirlerinden biridir diğer yandan. ‘Krótki film o milosci / Aşk Üzerine Küçük Bir Film’ ve ‘Trois Couleurs’ üçlemesi arasında bir yerdedir benim adıma örneğin. Nazim Hikmet’in ‘Yaşamaya Dair’idir Kieslowski filmi bir bakıma: ‘Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak!’ Hemen sonra Cemal Süreya’nın dizeleri: ‘Ölüm geliyor aklıma birden ölüm. Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.’ Aşkın gerçekliği, insanın hayat denen yolculuktaki yeri, bizi tanımlayan küçük şeyler ve o küçük şeylerin büyük önemleri Tesadüf denen olgular, rastlantılar ve hemen her oluşun tesadüf olmadığı gerçeği. Omuz başımızda akan yaşam ve her an yok olup gideceğimiz gerçeğiyle bir olduğumuz ömürlerimiz. ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Altın Küre adayı olmuş, Altın Palmiye için yarıştığı Cannes’de, ‘En İyi Kadın Oyuncu’, FIPRESCI ve Ekümenik Jüri ödüllerini kazanmış özel yapım, ‘has’ sinemaseverler için bir armağan ve kaçırılmaz bir fırsat kuşkusuz! (4,5 / 5)

VAHŞET GECESİ
Eve adlı genç kız, bir seks kölesi olarak, zincire vurulmuş vaziyette bir evin bodrumunda üzün süredir esir edilmiştir. Sapığının elinden kurtulmayı başaran genç kız, evden kaçmak üzereyken başka kızların fotoğrafları ve bir dizi anahtarla karşılaşınca kararını değiştirir ve silah zoruyla, sapığı da yanına alarak, ayrı evlerde tutulan diğer genç kızları kurtarmak üzere yola düşer. Fakat gerçek, göründüğünden daha beter bir kabus anlamı taşımaktadır. José Manuel Cravioto yönetimindeki korku-gerilimin başrollerinde Tina Ivlev ve Richard Tyson var. Kaçış sadece başlangıçtır diyen öykü, kapkara gerçeğin perdesi aralandıkça, ortaya çıkan zifiri karanlığı, ters köşe bir anlatıda işlemiş. Vaatleri finale doğru artan intikam mevzulu tür denemesi, öyküsündeki vahşeti törpülemeyi başarıyor ama benzerlerinden ayrılma konusunda vasatı zorluyor sadece. Kötü değil kesinlikle ama bir ‘oysaki’ hissiyatı bırakıyor bünyede son jenerikler akarken. (2,5 / 5)

İlerleyen yaşına rağmen dur durak demeden kamera diyen dev sinemacı Woody Allen’ın tamamladığı yeni filmi ‘Cafe Society’, David Ayer’in yazıp yönettiği Will Smith’li aksiyon ‘Suicide Squad / Gerçek Kötüler’ ve yerli korku örneği ‘Lanetli Anahtar’, Ufuk Bayraktar´ın ilk yönetmenlik denemesi Kümes haftanın notlarımız arasında yer alamayan yapımları. Herkese tekrar iyi seyirler. MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar