Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

09 MART 2018

08 Mart 2018 Perşembe 20:22
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Kalabalık bir vizyona merhaba diyoruz. Bu hafta sinemalarda dördü yerli, ikisi animasyon olmak üzere toplam on yeni film var! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese.


PHANTOM THREAD

-Beden ve ruh giysileri-

Seçkin ‘auteur’ Paul Thomas Anderson’un yönetmenliğini üstlendiği sekizinci uzun metraj kurmacası, ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’ dahil altı dalda aday gösterildiği Oscar’lardan ‘En İyi Kostüm Tasarımı’ ile ayrılmıştı. Ödülleri ötelemek gerek zihinden zira film, yılın en kayda değer yapımlarından biri… İnsan ruhunun derinlikleri üzerine karanlık, deneysel, gerçekçi ve ‘tuhaf’ bir inceleme olarak nitelenebilecek dram, belki de son yıllarda perdeye yansıyan en zarif yaratımlardan. El emeği, göz nuru, zarafet timsali bir biblo gibi çekilmiş.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1950’lerin seçkin Londra’sındayız. Kraliyet ailesinden yüksek sosyeteye, eğlence dünyasının yıldızlarından mirasyedilere dek, ülkenin ve Avrupa’nın önde gelenlerini giydiren ve İngiliz modasının odağında yer alan ünlü terzi Reynolds Woodcook, nevi şahsına münhasır, çok ilginç biridir. Kendine göre kuralları ve değerleri olan zanaat erbabı, kız kardeşi Cyrill ve sıklıkla değişen, evde bir mobilya gibi var olan esin perileriyle yaşamaktadır. Farklı sınıftan genç bir garson olan Alma ile karşılaşan ve onu yeni esin perisi olarak eve getiren Reynolds’un kontrollü, planlı ve ahenkli yaşamı, kesin bir değişime, farklı bir kontrolün altına, başka bir ruh haline doğru yönelir.

İğne, iplik ve kumaşla, başka bir sanat yaratan ve giydirdiği bedeni, ince bir dokunuşla tamamlayan, ona başka, farklı bir ruh katan Reynolds, ölmüş annesinin etkisi, onun korumacı hayaletinin ve hemen her şeyi olan kız kardeşinin güvenli kollarında, kendi doğruları ve kuralları içinde yaşarken, tanımadığı, bilmediği, başka bir sınıfın ve dünyanın insanı olan Alma’ya (İspanyolca ve Portekizcede ‘ruh’ anlamı taşır. Aynı ‘Persona’nın hemşire ‘Alma’sı gibi!) teslim olur ve genç kadının kölesi olmayı, içten bir teslimiyetle kabul eder. Sınıf, aristokrasi, yalanlar, gerçekler, karanlıkta kalmış insan ruhu, karakterin varolmak için ihtiyaç duydukları ve insan ruhunun derinine inip, neredeyse sondaj yapan, titiz bir öykü.

Paul Thomas Anderson ile 2007 tarihli başka bir başyapıt olan ‘There Will Be Blood / Kan Dökülecek’ filminde de birlikte çalışan dev aktör Daniel Day-Lewis’in son derece nüanslı, ustalık gerektiren ve kelimelerin uzağında kalan performansına, Lüksemburglu aktris Vicky Krieps, ‘şaşırtıcı güçte’ olarak nitelenebilecek performansıyla eşlik ediyor. Kadronun diğer usta ismi, hemen her rolünü ayrı bir etkileyicilikte zihne kazıyan İngiliz aktris Lesley Manville için de söylenecek övgü sözleri pek farklı değil. Anderson’un bizzat kamera ardında yarattığı görüntü yönetimi, kendi imzaladığı esere ayrı bir ivme sağlamış. Dönemin ve meselenin özü ile inceliklerini perdeye aksettiren birinci sınıf yapım tasarımı ve sanat yönetimi, adından uzun yıllar söz ettirecek güçte. Jonny Greenood’un orijinal müziğini de atlamamalı.

Her yıl biz sinema sevdalılarını özellikle heyecanlandırıp, zenginleştiren, az ve öz kalan o ‘has’ yapımlardan biri ‘Phantom Thread’! Öykünün alt metinleri, karakterler ve işleniş bakımından, Nobel edebiyat ödülü sahibi Elias Canetti’nin (1905-1994) dünya edebiyatının kuşkusuz en önemli eserleri arasında sayılan ilk ve tek romanı ‘Die Blendung / Körleşme’nin kahramanları, ünlü Sinolog Profesör Kien ve hemen her şeyden değerli olan kitaplarının tozunu alsın diye eve aldığı Therese’ye ne denli çok benziyor filmin karakterleri. Öykü de öyle… Therese’ye tutsak ve köle olan bilge adam Kien’in ve insanın trajedisi, oturduğu fildişi kulede yarattığı çevreye olan yabancılaşmasıyla ortaya çıkan kesin teslimiyet ve körleşme, terzi Reynold Woodcook’un öyküsü ile ne denli aynı. Soğuyan, yabancı ve ‘başka’ karakterli dış dünyanın, netameli, karanlık, hastalıklı ve derin varoluşumuzla olan ilişkisi… Parçalanma, kabul etme, güç, iktidar, teslimiyet, sığınacak limanı bulma yolunda verdiğimiz tavizler ve benliğin ‘koşulsuz’ teslimi. Çok başka, incelik kumkuması, güçlü bir yedinci sanat eseri ‘Phantom Thread’. (4,5 / 5)


MEKÂNLAR YÜZLER

-Yaşam başka yerde!-

‘Yeni Dalga’nın özgün yaratıcılarından 1928 doğumlu dev sinemacı Agnès Varda ve 1983 doğumlu belgesel ve kısa film yönetmeni fotoğrafçı JR’ın birlikte gerçekleştirdikleri belgesel, farklı dönemlere ait birbirinden tamamen ‘başka’ iki sanatçının Fransa kırsalında çıktıkları yaratıcı yolculuğu taşıyor perdeye. Efsane ‘auteur’ Varda ve özgün çalışmalarıyla isim yapmış JR, fotoğraf atölyesine dönüştürülmüş bir minibüs ve ufak bir teknik ekiple birlikte, uğradıkları hemen her durakta bambaşka insan ve mekan hikayeleriyle tanışırlar. İnsanların dev fotoğraflarını, belirledikleri hemen her zemine uygulayan iki sanatçı, insanın özüne, hayatın kan dolaşımına ve zamanın yok edemediği öykülere dokunurlar. İnsan ve mekan kaybolsa da, anılar ve anlar asla yok olmayacaktır!

Fransa kırsalında yer alan ufak çiftçilerden, tersane çalışanlarına, kadın tır şoförlerinden, sisteme direnen cesur kadınlara dek, direnç ve cesaretle yaşamaya devam eden küçük sıradan insana ve hayatlarımıza, bir tebrik dokunuşu orijinal adıyla ‘Visages Villages’. Yüzler ve mekanlara sinmiş hayatların silinemez özellikleri. Şaşırtıcı insan öyküleri ve omuz başımızdan bütün vurdumduymazlığı, adaletsizliği, acımasızlığı fakat olanca güzelliği ve cazibesiyle geçip giden hayat…

Prömiyerini Cannes’de gerçekleştiren mütevazı fakat o oranda etkileyici yapım, ‘En iyi Belgesel Oscar’ı dahil birçok prestijli ödülün adayı olmayı başarmıştı. Varda’nın eski dostu ve Yeni Dalga’dan arkadaşı bir başka dev isim Godard’ı evinde ziyarete gidişi ve açılmayan kapı ile cama yazılmış not yüzünden kendini kötü hissedişi de, ayrıca Godard hakkında düşünmemizi sağlıyor yeniden! Godard’ı biliyor, kabul ediyor ama küfür de edebiliyoruz kolaylıkla. Louvre müzesinde koşturduğu tekerlekli sandalyeye eşlik eden genç adam, dalgaların götürdükleri, mezar taşları, anılar, hiç olmamış gibi olmak, hayatın atar damarına kapılıp, bir başına hissetmek sonunda… Dostluk, anlayış, ölümsüzlük, yaşlılık, gençlik, insan hayatı ve uzayıp giden küçük harfli mutluluklar. Bir deniz kıyısına oturup, bilgece ama hüzün dolu; geçmişi, kendini, diğerlerini ve o günü düşünmek yaşam zira. Yaşamak, bir yerlerde iz bırakmak! (4 / 5)


ZİYARETÇİLER: GECE AVI

-Görünenin altında yatanla ilgilenen korku örneği-

Bryan Bertino’nun yazıp yönettiği 2008 tarihli korku-gerilim örneği ‘The Strangers / Ziyaretçiler’, Haneke’nin ünlü filmi ‘Funny Games’i Amerikalı izleyici için bütün planları aynı olacak şekilde ‘Funny Games U.S’ adıyla yeniden çekmesinin gereksizliğini işaret ediyordu nerdeyse! Genç çiftin içinde olduğu yazlık evin kapısı gece yarısı çalınıyor, üç maskeli yabancı tarafından kuşatılan evde ölüm-kalım mücadelesi yaşanıyordu! Yaşanmış olaylardan esinlenmiş korku gerilimin başrollerinde Liv Tyler ile Scott Speedman’ı izliyorduk.

Yapımcı-senarist-yönetmen Bertino, on yıl aradan sonra perdeye yansıyan yeni filmin senaryosunu kaleme almış. ‘The Strangers: Prey at Night / Ziyaretçiler: Gece Avı’ yine maskeli üç yabancının ‘nedensiz yere’ estirdiği terörü öykülüyor. ‘Bunu neden yapıyorsun?’ diye soran çaresiz kurbana, katilin verdiği cevap net: ‘Neden olmasın?’. Yoğun sosyolojik derinlikler içeren yapım, on dokuz yaşına bastığı gün, elinde pompalı tüfek, etrafa gelişigüzel ateş açıp onlarca insanı öldüren, kapitalizmin çıldırttığı bireylerin ülkesinden yine vahşi ve kanlı bir öykü. Üstelik ilk filmdeki gibi yine yaşanmış olaylardan uyarlandığı belirtiliyor filmin!

Pırıl pırıl, güzel bireylerden kurulu dört kişilik çekirdek bir Amerikan ailesi, yaşlı akrabalarının yanına, göl kenarındaki mobil kamping alanına geldiklerinde, kimsenin etrafta olmadığını ve çevreyi dolduran koyu ıssızlığı fark ederler. Kısa bir süre sonra kapıları yumruklanır ve gecenin karanlığında gizlenen üç maskeli ‘yabancı’, ellerindeki bıçak ve baltalarla ıssızlığın ortasında bir can pazarı yaşanmasına neden olurlar.

ABD’de gerçekleşen derin katliamların nedensizliğine benzer bir dehşet perdede izlediğimiz. Kapitalist yabancılaşmanın çıldırttığı sıradan bireylerin birer cani olarak portresi ya da, adaletsizliğin gerçek sorumlularının, cep telefonlarını birer uzuv gibi gören tüketim toplumunun şımarık bireylerinin verdiği hesap! Fedakar olmayan, vicdanının sesini dinlemeyen, düşünmeden tüketen, sevgisiz, sadece kendisi için yaşayan egoist bireylerin oluşturduğu toplumun kefareti belki de… Sebepsizce silahlanan, ezmekten hoşlanan, derinliği değil, yüzeyde kalmayı tercih eden, arka bahçesinde barbekü yapıp, televizyondan süper bowl veya NBA maçlarını izleyen, tuvalete bile arabasıyla gidip gelen birbirine benze çekirdek ailelerin karşılaştığı ‘gazap’! ABD’de, hafta sonu tatilini emekçiler için üç güne çıkaran labor day / işçi bayramının hemen ertesinde geçiyor öykü üstelik. Yani katillerin emekçilere saygısı büyük filmde! Tatil sonrası herkes işinin gücünün başına, ofisine, fabrikasına döndüğünde, kampta kalan işsizler ve rantiyelere düzenlenen saldırı izlediğimiz. Sosyopat katillerden balta kullanan ise işini çok ciddiye alıyor. Kadife ceketi ve kravatı, bunun kanıtı zira!

‘Storage 24 / Korku Kapanı’, ‘The Other Side of the Door / Kapının Diğer Tarafı’ ve 247 Meters Down / Denizde Dehşet’ adlı tür örnekleriyle tanıdığımız İngiliz sinemacı Johannes Roberts’in yönettiği ve başlıca rollerini; Christina Hendricks, Martin Henderson, Bailee Madison ve Lewis Pullman’ın üstlendikleri korku-gerilimin soundtrack’ı, filmin meselesinin ve kurcaladığı sosyolojik zeminin altında yatan ‘duruma’, incelikli ve kesin bir kanıt teşkil ediyor! 80’li yılların popüler ‘pop’ müziğinden Kim Wilde, Bonnie Tyler ve Air Supply şarkıları, ‘bomboş’ görünüp, ‘kıl’ olunan birer kült pop figürü olarak yer alıyor kanlı gösteride. Sanırım yakın zamanda türün klasik ‘an’larından biri olarak anılacak havuz sahnesini ve o dehşet sahneye eşlik eden Bonnie Tyler şarkısı ‘Total Eclipse of theHeart’ı unutmak neredeyse imkansız. Sömüren, vahşi sistemin ‘ruh altına’ göz atmak için ilginç ve ürkütücü bir deneyim. (3,5 / 5)


David Oyelowo, Joel Edgerton ve Charlize Theron’un başlıca rolleri üstlendikleri suç komedisi ‘Gringo’, ‘En İyi Animasyon’ dalında Oscar adayı olan İrlanda-Kanada-Lüksemburg ortak yapımı ‘The Breadwinner / Pervane’, Kanada-İngiltere-ABD ortak yapımı bir diğer animasyon ‘Gnome Alone / Küçük Kahramanlar’la birlikte dört yerli yapım; Serhat Teoman ve Buğra Gülsoy ikilisinin yazıp yönettikleri ve rol aldıkları ‘Mahalle’, başlıca rollerini Mehmet Aslantuğ ve Fikret Kuşkan’ın üstlendikleri Selahattin Sancaklı imzalı ‘Direniş Karatay’, yönetmen koltuğunda Şükrü Alaçam’ın oturduğu ve başrolde Alican Yücesoy’u izleyeceğimiz ‘Locman’ ile Olgun Özdemir’in yönettiği dram ‘Vicdan Ağacı’, haftanın notlarımız arasında yer veremediğimiz diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese. MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar