BARIŞ MANÇO İLE MOĞOLLAR SOFYA'DA TERORİST SANILDI!

Moğollar’ın ürettiği artık iyiden iyiye Anadolu’ya kayarken, Batı tarzı müziğe uzak durmak istemeyen Aziz Azmet, bu radikal değişiklikten yana olmuyor ve türkü söylemek istemiyor.
Solistsiz kalan grup, Osmanbey’deki evlerine sık gidip gelen Ersen’i Azmet’in yerine aralarına katıyor. Fuar sırasında İzmir’de tanıştıkları Ersen iyi bir vokal, müzisyen yanı da kuvvetli ama ülke dışında bir şeyler yapmayı kafaya koymuş Moğollar Paris’e gidince, bu birliktelik sona eriyor.
Pekiyi neden Paris de, başka kent değil! Cahit Berkay serüveni şöyle özetliyor: ‘Ersen’le gidemezdik yurtdışına; çünkü lisan sorunu var; tarz sorunu var. Aziz’den sonra kafamızda kim solist olur sorusunu bir türlü çözememiştik; biz yapabilir miyiz diyoruz kendi kendimize. Barış Manço olur mu diye düşünüyoruz. Cem’in olma ihtimali düşük; çünkü Apaşlar’la çalışıyor filan. Bu durumda Ersen’le çalışmaya karar verdik bir süre için. Murat’la ben talebeydik, askerlik açısından sorunumuz yoktu yurtdışına çıkabilmek için; pasaportumuz cebimizdeydi.
Taner’le Engin ise öğrenci değildi ama bir yolunu bulup onlara da pasaport aldık. Çıkarken tecil kağıdı sormalarından korkuyorduk sınırda ama. İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar’la iyi bir dostluğumuz vardı; Taner’e dedik ki; ‘Sen İzmir’den git, eğer bir şey olursa başın çok belaya girmez, Osman Kibar yardım eder.’
Taner’i İzmir’e gönderdik; Murat’
Taner Atina’ya iniyor; transit yolcu da olsa polis onun vizesi bulunmadığını iddia ederek hemen ülkeyi terk etmesini istiyor. Taner bakıyor ilk uçak Paris’e; aklına Barış Manço’nun oradaki evi geliyor; bütün parasıyla bilet alıp Paris’e gidiyor ve kayboluyor ilk anda. Almanya’yı arıyorum ulaştı mı diye; adam yok ortada. Pekiyi nereye gitti, bilen yok.
Aradan on gün geçti; bana bir telgraf geldi: ‘Paris’te parasız, aç ve hastayım… Taner’, diye. Adres filan yok ama telgrafta. Büyük Postane’ye gittim; orada Fransızca bilen birini buldum ve telgrafın çekildiği postaneye buradan telgraf çektim. Taner’in adresini bulabildim öylece. Hemen Almanya’daki Engin’le Murat’a Taner’in izini buldum diye telefon ettim. Onlar Taner’i bulmak için Paris’e gittiler.
Ersen de Avrupa’ya gideceğiz diye heyecanla bekliyor. Ersen’e onunla gitmek istemediğimizi söylemek için kıvranırken aklıma bir fikir geldi. Almanya’daki çocuklara mektup yazdım; Ersen’e durumu anlatmak için sıkıntı çektiğimi söyledim ve bana bir mektup yazmalarını, mantıklı bir bahane bulmalarını istedim. Bir mektup döşenmişler; orada bir solist bulduklarını, bu kişinin kendi ses düzeninin, hatta minibüsünün olduğunu yazmışlar. Ben bile inandım mektuba. Ersen’e okudum, ağlamaklı. Zar zor ikna ettim ve yanımda enstrümanlarla, anfilerle trene atlayıp gittim üç gün üç gecede Paris’e. Yani Atina havaalanındaki gümrük memurunun bir lafıyla Almanya yerine Paris’e gittik ve orada şansımızı denedik’.
Paris’te az parayla geçinmeye çalışan elemanlar, ilk iş olarak plak şirketlerini dolaşıp görüşmeler yapıyorlar. Soundlarını ilginç bulan birkaç şirketten de teklif alıyorlar ve çeşitli görüşmelerin ardından, İstanbul’da hazırladıkları besteleri 1971’in ilk günlerinde
Avrupa projesinin plak yanı şimdilik halloluyor ama vokal-solist sıkıntısı sürmekte. Aynı tarihlerde Avrupa’da olan Barış Manço’yla görüşüyorlar ve ticari bir birliktelik oluşturup adını da ‘Mancho-Mongol’ koyuyorlar.
Hedef, güçleri birleştirip ülke dışında daha iyi işler üretebilmek. Barış Manço gruba, daha sonra Kurtalan Ekspres’te de çalacak Celal Güven’i (vurmalılar) getiriyor.
Mancho-Mongol parasal açıdan rahatlamak amacıyla Türkiye’ye dönüp turneye çıkacak. Ama nasıl?
Az paraları var: Barış Manço’nun ağabeyi Savaş Manço’dan emanet alacakları Renauld minibüse tesisat ile çalgıları yükleyecekler. Kalan yere sıkışacaklar. Kimsenin ehliyeti yok. Savaş Manço’nun ehliyetindeki fotoğrafı çıkarıp yerine şoförlükte biraz tecrübesi olan Engin Yörükoğlu’nunkini koyuyorlar ve üzerini patates baskıyla damgalıyorlar.
Yola çıkılıyor; hava çok soğuk. Otobanda minibüsün ön camı patlıyor ve yemek için ayırdıkları paranın büyük bölümünü harcıyorlar. Geceleri tren istasyonlarında ısınıyorlar ama 24.00 ten sonra dışarı çıkarılıyorlar.
Zor bela bir pazar günü Bulgaristan’ın başkenti Sofya’daki büyükelçiliğin kapısına kadar ulaşıyorlar.
Amaçları, tamamen biten benzin için biraz borç para alabilmek. Demir bahçe kapısını çalıyorlar. Küçük bir delik açılıyor ve bekçi karşısında saç, sakalları birbirine karışmış tipleri görünce ‘Alarmmm, ASALA elçiliği basıyor’ diye avazı çıktığı kadar bağırıyor.
Ermeni terör örgütü ASALA ile karıştırılmak bizimkileri çok şaşırtıyor. Bekçi Moğollar’ı nereden tanısın ki. Ama Barış Manço biraz daha ünlü sanki. Delikten başını uzatıp ben Barış Manço deyince iş tatlıya bağlanıyor.
Alınan parayla Edirne’ye kadar ulaşılıyor ve İstanbul’a telefon ediliyor. İstanbul’dan iki taksiyle gelen Manço’nun babası, o dönem yerli popun en gözde isimlerini alıp evlerine bırakıyor. Moğollar’ın Avrupa macerası yıllarca anlatılacak bu anıyla son buluyor…
CUMHUR CANBAZOĞLU