Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

27 MAYIS 2011

27 Mayıs 2011 Cuma 00:03
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu hafta, “Şeytanı Gördüm”ün haftası… Bir de “Troll Avı”nın tabii… Güney Kore ve Norveç yapımları, ‘vizyondaşlarına’ açık ara fark atıp, akılda kalıcı olmayı başarıyorlar. Fransız yapımı “Gönül Avcısı”, romantik komedide Hollywood’a olan ilgiyi haklı çıkarıyor. “Devlerin Günahı” ise, Roland Joffé imzası taşımasına rağmen, içe sinmiyor. Bu arada, yazın kendini iyiden iyiye hissettirmesiyle ‘beni bu güzel havalar mahvetti’ moduna girdik. Güneşsiz kalmayın tabii ama filmsiz de kalmayın! Aşksız, sevgisiz, umutsuz kalmaya benzer, filmsiz kalmak… İyi seyirler!


ŞEYTANI GÖRDÜM
Gümbür gümbür ilerleyen ve hemen her örneğiyle yedinci sanata taze kan veren Güney Kore sinemasının güçlü örneği, karmaşık duygularla bir başına bırakıyor izleyiciyi. Hüzün, korku, sıkıntı, bulantı, tedirginlik, soru işaretleri ve gözyaşı arasında tıpkı hayatın kendisi gibi netameli bir yolculuk… “Karanlık Sırlar” ve “Acı Tatlı Hayat” filmlerinin rafine yönetmeni Kim Jee-woon imzalı gerilim oldukça sert ve herkese göre değil. Zevk için öldüren son derece arızalı bir psikopat ve kurbanının nişanlısı olan özel ajanın av ve avcı oyunu… İntikam yemini eden adamın yavaş yavaş, aynı peşinde olduğu canavara dönüşmesi. Ahlak denen olgunun sorgulanması. Karanlıkla savaşırken ışığı tamamen yitirmenin tepeden tırnağa tedirgin eden yüzü. Yaşama tamamen başka bir boyuttan bakan hasta ruhlarla, ruhunu karanlığa emanet etme riskine rağmen ‘içsel bir mecburiyet’le hareket eden adam. Kabullenemeyişin açtığı felaketler, getirdiği nokta... “Acı Tatlı Hayat”ın başrol oyuncusu Lee Byung-hun ve bir kült olarak anılan “İhtiyar Delikanlı / Oldboy”un yıldızı Choi Min-sik gibi iki usta ismin karşılıklı döktürdükleri film, oyunculuk anlamında da unutulacak gibi değil. Her iki aktör, her bir planı oyunculukta birer ders olarak adlandırılabilecek sahnelerde, yönetmenin yarattığı müthiş atmosferi aynı güçle destekliyorlar. Bütün sınırların ve tahammül gücünün ötesine geçmeyi göze almış, stilize, şiddet yüklü, tavizsiz, başına buyruk, özgür bir film Güney Kore yapımı. (4 / 5)

TROLL AVI
İskandinav mitolojisi ve folklorunun önemli unsurlarından olan Troll’ler, Norveç yapımı bir tür kırması ile beyazperdede. Aslında bir ‘mockumentary / yalancı belgesel’ izlediğimiz. El-omuz kamerası ile çekilmiş yapım, reklam yönetmeni olarak tanınan Norveçli André Ovredal’ın ilk sinema filmi. Norveç’in netameli ormanlarında, insansız topraklarında yaşayan Troll’ler. Resmi açıklamalar, faili meçhul cinayet ve saldırıların, nedensiz kayıpların sorumlusu olarak, vahşi ayıları gösterse de, gerçek tamamen farklıdır. Sadece masallarda yer alan bir efsane olduğu düşünülen dev yaratıkların, Troll’lerin varlığını araştıran bir grup üniversite öğrencisi, dünyanın tek Trol avcısıyla karşılaştıklarında, gizlenen gerçeğe biraz daha yaklaşırlar. Garibim Troll’lerden daha korkutucu ve yok edici olan insanoğlunun, derin siyasetin, sorumsuz sistemin, ‘vahşi bir hayvan’ olarak portresi… Politikadan gerilime, korkudan mizaha, aksiyondan drama neredeyse her türe dokunan ‘hoş’ yapım, asla boş değil. “District 9 / Yasak Bölge 9”u andıran öyküsüyle zihinde kalıcı tahribata yol açabilecek keyifli bir seyirlik! (3 / 5)

GÖNÜL AVCISI
Luc Besson’un himayesinde yetişmiş Pascal Chaumeil’in ilk yönetmenlik denemesi, yavan bir romantik komedi olmanın ötesine geçemiyor. Romain Duris ve Vanessa Paradis’in başrolleri üstlendikleri Fransız yapımı, izleyeni Hollywood’un formülünü çok iyi bildiği romantik komedi türünden soğutacak denli boş… Öykünün içine “Dirty Dancing”i, George Michael ve Wham’ı katarak sevimli gözükmeye ve retro rüzgârı estirerek geçmişe selam durmaya çalışan romantik komedi, gerçekten itici tiplemeleri, ‘nedir şimdi bu’ dedirten ikna edici olmayan öyküsüyle hızla tüketilmeye mahkûm bir yapım. Olmayan anlatı gücü, sinema büyüsü ve kurulamayan atmosfer filmi zihinden anında öteliyor. (1 / 5)

DEVLERİN GÜNAHI
Bir Opus Dei güzellemesi… Önce ‘Opus Dei’ nedir ne değildir, ondan bahsedelim. 1928’de Madrid’li Papaz Jose Maria Escriva tarafından kurulmuş olan Katolik örgüt, 1950’de Papalık tarafından resmen onaylanmış, papalık, güçlü antikomünist misyonu nedeniyle açık destek verdiği Opus Dei’nin statüsünü 1980’lerde yükseltmiş ve örgüt önderine, piskopos unvanını vermiş. Latince ‘Tanrının Yapıtı’ anlamına gelen Opus Dei, Katolikliğe sadık laik iş ve meslek sahiplerini bir araya getirerek Papa’ya Vatikan dışında destek olacak varlıklı ve iyi eğitim görmüş elit bir kadroyu oluşturmak amacı ile kurulan, günümüzde Vatikan’da en etkili olan kurum. Gizli bir örgüt olan Opus Dei’nin tüm üyeleri Katolik meslek sahiplerinden oluşmakta fakat her ülkede örgütten sorumlu bir Kardinal bulunmakta. Onlara göre Papa’nın kimliği, kilisenin de, Papalık makamının da üstünde ve Papa, Tanrı-Krallığı’nın kutsal önderi. Böylesine yüce bir mertebeye erişebilen kişi de elbette olağanüstü bir kişi. Bu nedenle Opus Dei, böylesine olağanüstü bir kişi tarafından temsil edilen Vatikan Devleti’ni yüceltir ve kiliseyi ikinci planda görür. Opus Dei ile ilgili pek çok tartışma yaşanmış ve olumsuz görüşler dile getirilmiş buna rağmen örgüt herhangi bir açıklama yapmamış. Bu görüşlerden bazıları şunlar: İsviçreli parlamenter ve toplum bilimci Jean Ziegler’e göre; Opus Dei kendisiyle terörizm kadar mücadele edilmesi gereken, gizli çalışan aşırı sağcı bir hareket. İngiliz araştırmacı Michael Walsh; bu örgüte Opus Dei (Tanrının işi) değil Actopus Dei (Tanrının ahtapotu) diyor. 2.8 milyar dolar serveti, 600 medya aracı bulunmakta; 15 üniversitesi, 97 teknik okulu, 36 ilköğretim okulu olan Opus Dei tarikatı, Walsh’a göre, dünya siyasetini tıpkı bir ahtapot gibi sarıyor. İngiltere Milli Eğitim Bakanı, Polonya hükümetinde görev yapan üç bakan, Perulu iki bakan, ABD Anayasa Mahkemesi’nin iki yargıcı, Amerikan Kongresi’nin onlarca üyesi, eski FBI Başkanı Louis Freeh ve Fox televizyonunun yorumcusu Robert Novak; Opus Dei müridi olduğunu gizlemiyor. ABD’de kürtaj, eşcinsel evlilikleri ve kök hücre çalışmaları konusunda yönetimin muhafazakâr tutum göstermesinin ardında Opus Dei’nin yattığı vurgulanıyor. Opus Dei tarikatı Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi kitabının sayfalarında sağ kanat politik gündemini belirlemekle suçlanmıştı. Opus Dei, hakkında çok fazla konuşulan fakat günümüz dinsel toplulukları içinde hakkında en az şey bilinen örgüt.

Wikipedia’dan edindiğimiz bu bilgilerin ardından filme geçebiliriz… İster istemez, derin cemaat propagandası izlenimi veren yapım, “The Killing Fields / Ölüm Tarlaları” ve “The Mission / Misyon” gibi güçlü filmlerin usta yönetmeni Roland Joffé imzası taşıyor. Ama ‘usta’lık unvanının 1980’li yıllarda kaldığını görüyoruz filmi izlerken. Joffé, sinemalarımızı en son, 2007’de çektiği ve kariyerinde büyük bir düşüş olarak nitelenen korku gerilim “Captivity” ile ziyaret etmişti. “There Be Dragons / Devlerin Günahı”, (filmin “Devlerin Aşkı”nı çağrıştıran bu Türkçe adı nasıl ve neden aldığı ayrı bir merak konusu) Opus Dei tarikatı, inanç ve bağışlamak üzerine epik bir film. Büyük ölçüde, İspanya İç Savaşı’nı fon alan biyografik dram, Opus Dei’nin kurucusu Jose Maria Escriva ve çocukluk arkadaşı Manolo’nun taban tabana zıt öykülerini taşımış perdeye. Anlatıdaki ağdalı yavanlık ve ‘içi boşluk’, tatmin edici bir sinema duygusu bırakmıyor üzerinizde. Bazı planları gerçekten iyi çekilmiş ve sinema kokusu yayan film, bazı planlarıyla da oldukça acemi, sıkıcı ve anahtar teslim bir iş haline dönüşüyor. Adı, yaşı ve donanımı göz önüne alındığında, perdeye yansıttığı meseleye oldukça hâkim olduğunu düşündüğümüz yönetmen fazla dini referans kullanıp, söylemek üzere olduğu kimi önemli şeyleri, (İspanyol İç Savaşı’nın gerçekleri, karakterlerin coğrafi ve siyasi ruh haritaları, dönemin politik ve beşeri gerçekleri) öteliyor ve dağıtıyor. Sonuçta tarihi ve toplumsal fırtınalar arasında odaklandığı yegâne mevzu, inanç ve papaz Jose Maria’nın yaşadığı fırtınalardan etkilenip Opus Dei’yi kurmuş olması... Wes Bentley’den Dougray Scott’a, Olga Kurylenko’dan, Charles Dance’a, Geraldine Chaplin’den, Derek Jacobi’ye birçok ünlü ve yetenekli isme sahip oyuncu kadrosu da kaybolup gidiyor bu karmaşada. (1,5 / 5)

MURAT ERŞAHİN





Diğer Yazılar