Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

25 MART 2016

24 Mart 2016 Perşembe 20:22
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni haftanın beraberinde getirdiği altı yeni filmden, üçü yerli yapım. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.

BATMAN V SUPERMAN: ADALETİN ŞAFAĞI
Metropolis halkı, ne tür bir kahramana ihtiyaç duyduğu konusundaki endişeli kararsızlığını sürdürürken, çılgın ve kötücül Lex Luthor, iki süper kahramanı; Superman ve Batman’i birbirine düşürmek için müthiş ve kapkara bir plan yapar. DC Comics’in, beyazperdedeki ‘Marvel’ krallığına yepyeni cevabı olan yapım, popüler Avengers kadrosuna karşılık bir Super League alıştırması olarak dikkat çekici. Cin fikirli Zack Snyder’in stilize ve şık bir tasarımla gerçekleştirdiği aksiyon yüklü fantastik serüvenin senaryosu, David S. Goyer ve Chris Terrio tarafından kaleme alınmış. ‘Batman / Bruce Wayne’i, Ben Affleck, ‘Superman / Clark Kent’i de, Henry Cavill’in canlandırdığı blockbuster’da, psikopat milyarder Lex Luthor rolünde, Jesse Eisenberg, filmin belki de en iyisi olarak çıkıyor karşımıza. Superman’in gazeteci sevgilisi ‘Lois Lane’i ise Amy Adams canlandırıyor. DC Comics’in süperler kadrosundan filme dahil olan ‘Wonder Woman’ rolünde, Gal Gadot rol alırken, Holly Hunter, Diane Lane, Laurence Fisburne, Jeremy Irons ve misafir kontenjanından Kevin Costner, filmin usta isimleri olarak yer alıyorlar kadroda. Snyder’in biçime ağırlık vererek, bazı anlar karanlıktan taviz vermeden kotardığı ve finali itibariyle yeni bir hikayeye evrilen popüler yapımı, açılıştan hemen sonra içine girdiği duraklama ve gerileme periyodunun ardından finale doğru toparlıyor düşük temposunu. Yerinde efektlerin ve ikonik karakterlerin mücadelesinin heyecanı yanında, son tahlilde, Batman mi döver Superman mi? ‘boşluğunun’ hakim olduğu bir öykü kalıyor avucumuzda. Kakafonik bir karambolün eşlik ettiği yüz elli üç dakikalık serüvenin en güzel noktası kuşkusuz, filme eklemlenen Wonder Woman. ‘Fast & Furious / Hızlı Ve Öfkeli’ serilerinden anımsayacağınız İsrailli aktris Gal Gadot, filme şüphesiz apayrı bir manyetizma katıyor. Junkie XL ve usta isim Hans Zimmer imzalı orijinal müzik çalışmasıyla, görüntü yönetmeni Larry Fong’un ne gösterdiğini bilen kamerası, Snyder’ın elini sağlamlaştıran faktörler. THY’nın yapıma olan ekonomik katkısını, filmde rol çalarak sürdürmesi ise, ayrıca dikkat çeken bir ayrıntı. (2,5 / 5)

HATIRALARIN MASUMİYETİ
2006’da Nobel edebiyat ödülünü kazanan Orhan Pamuk, 2008’de yayımlanan ‘Masumiyet Müzesi’ adlı romanıyla aynı adı taşıyan müzeyi, 28 Nisan 2012’de, Beyoğlu’nda ziyarete açar. Aşk ve yazarın İstanbul’u üzerine bir romandır ‘Masumiyet Müzesi’. İstanbullu zengin çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun’un aşk hikâyesi, Orhan Pamuk’un ruhunda ve zihninde yatan İstanbul görüntüleriyle birlikte, beyazperdeye taşınmış. Grant Gee’nin yönettiği İngiltere yapımı belgeselin senaryosu, Gee ve Orhan Pamuk tarafından kaleme alınmış. Filmde yer alan metin ise yine Pamuk imzalı. Romana, aynı adlı müzeye ve İstanbul’a ait ayrıntılar, dış seslerle yer buluyor perdede. Masumiyet Müzesi, unutulmaz bir aşkın ve İstanbul’un, parçalarına dokunabildiğimiz, onları hissedebildiğimiz rüyaların gerçeğe dönüştüğü müzenin hüzün dolu öyküsü. Müzenin içindeki eşyalar, romana konu olan ve 1970’lerin İstanbul’unda yaşanmış talihsiz aşkın izlerini taşıyor. Film, eşyalardan hareketle şehrin büyülü kimyası, gizemli ve elem dolu ruhuna doğru bir yolculuğa çıkarıyor izleyiciyi. İyi tasarlanmış ve başarıyla çekilmiş film, duygu bakımından büyük boşluklarla yüklü. Orhan Pamuk’un kendi dünyasına ait bir boşluk bu belki de. Örneğin onun hüzün tanımı benimkine uymuyor. Filmin duygusu, içerdiği bol ‘hüzün’le olması gerektiği gibi eşleşmiyor. İstanbul’un kedileri, yerlerini, köpek çetelerine bırakmış. Çok yakın geçmişte, yine İstanbul’un hüznüne ve gizemine dair çekilen Ben Hopkins imzalı ‘Hasret’in elem yüklü melankolisi, ne kadar işliyorsa ruha, bu belgesel; o denli mesafeli ve soğuk. (3 / 5)

HAYATIMIN YOLCULUĞU
Ağırlıklı olarak sırtını iki dev oyuncuya, Robert Redford ile Nick Nolte’ye dayayan yol filmi, aralarına mesafe girmiş iki eski dostun, upuzun bir yürüyüş için bir araya gelmelerini öykülüyor. Yaşanmış ve kitap haline getirilmiş bir doğa yürüyüşü anısından perdeye uyarlanan mizahla süslü yapım, iki ana karakterden biri olan seyahat yazarı Bill Bryson’un filmle aynı adı taşıyan kitabından adapte edilmiş. Ken Kwapis’in yönettiği yol macerası, orta yaşı çoktan geride bırakmış, birbirlerinden tamamen farklı iki eski arkadaşın, dostluklarını yeniden pekiştirme ve hayatlarına anlam katma öyküsü. Sürprizi, gelişmesi fazla olmayan, ağırlıklı olarak iki eski dostun üzerinden yürüyen film, biraz yavan bir lezzet içerse de, sakin gidişat, izleyeni de aynı güzergahta bir yürüyüşe ve benzer bir hesaplaşmaya zorluyor. Hiçbir şey dinlemeyen, başına buyruk hayatın içinde kendini ve gerçeklerini kabul edip, sevme hikayesi, beklentinizi fazla yüksekte tutmadan, iki usta oyuncuyu bir arada izlemek adına ilginç olabilir. İki usta aktrisin, Emma Thompson ve Marry Steenburgen’in de, öyküye ‘usulca’ eşlik ettiklerini belirtmeden geçmemek gerek. (2,5 / 5)

‘Sol Şerit’, ‘Azazil 2: Büyü’ ve ‘Leblebi Tozu’ adlı yerli yapımlar, haftanın notlarımız arasında yer alamayan yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler. MURAT ERŞAHİN




Diğer Yazılar